HABER MERKEZİ –
“Yapılan şeyler herkese layık olan biçimdedir. İsterseniz her kumaş biçilebilir. Temelde görevlerinize yürüyebilirsiniz, kadro kendini tanımlayabilmeli, görevler temelinde olmalı. Kendisi için görevden başka şeye fazla yaşam hakkı vermemeli. Görev adamı olma, bugün bizim en çok muhtaç olduğumuz hususiyettir. Görev için varız, görev için bağlıyız, görev için birbirimizden hoşnutuz. Ama görev dışı, görevlerle oynama temelinde ne birbirimizi anlarız ne birbirimize müsamaha ederiz ne de anlayış gösteririz. Varsa-yoksa her şey görev temelinde bir yoldaşlık içindir.”
Şunu iyi anlamak gerekir ki, ben yaşadıkça hamle yapacak gücümüzü korurum. Kimse ne değişik anlasın, ne farklı sonuç çıkarsın. Ulusun hakkını gözetirim; iyilik ölçülerine, güzellik ölçülerine bağlı kalırım. Tarih birgün bu gerçeklerle hesap sorduğunda, kimse şaşırmamalı. Savaşı başkalarının istediği, beklediği gibi değil; kendi istediğim, beklediğim gibi yürütürüm. Tek başıma başladım ve tek başıma da bitirebilirim. Örgüte gelmeyen, kolektivizme gelmeyen, yüce yoldaşlığa gelmeyenin kim olduğunu kanıtlayabilirim.
Bütün bunları şunun için söylüyorum: Dayatılan durumlar fazla iç açıcı olmadığı gibi, anlamsız da. İşler neden iyi düzenlenmiyor, bir çalışma alanı niye iyi gelişmiyor, niye bariz hatalar sürekli kalabiliyor? Niye işler, PKK’nin ilk günde, hiçbir şeyi yokken bile büyük bir coşkuyla, inançla ele aldığı gibi ele alınmıyor? Zaferin eşiğindeyiz, niye onun kıymeti bilinmiyor? Tabii ki bunları soracağız. Güç gösterisi yapmak istemiyorum ama herhalde gerekirse bunu da müthiş yapmalıyım. Çünkü benim dışımda binlerce insanın emeği var, çünkü onların vasiyetinden tutalım bize emanetleri var. Bunu ödeteceğim tabii. Hem de bu yetki resmen ve fiilen bana tanınmış. Kaçarsam namert olurum, gerekeni yapacağız.
Bir başkanlık havasıdır tutturulmuş gidiyor ama bunun ne gerektirdiği bilinmiyor. “Başkan’a selam, her şeye keyfimizce devam” diyenler var. Böyle selam kabul etmiyoruz, böyle başkanlık da olmaz. Ciddi olacağız! Aslında ciddiydik ve oldukça da herkese bir şeyler verecek duruma ulaştık. Daha yeni yetmesiniz, düz yolda iki adımın nasıl atılacağını bilmiyorsunuz. Kişi benden o işleri sabote etmeyi isteyecek kadar sersemleşirse, yapılacak, dayatılacak çok şey var. Politikanın kenarından geçemiyor ama kendine her türlü şeyi layık görüyorsa, o kişiye söylenecek çok şey var. İyi dinleyeceklerdi bizi, iyi dinlemeye çalışacaklardı. Bazıları bildiklerini yapsınlar, hatta düşmanlık da yapmak istiyorlarsa, yerinde yapsınlar.
Kardeşim bile olsa, yoldaşlığa yaklaştığı oranda değer veririm
Bütün bunları Parti’nin birliği, bütünlüğü için önemli olduğundan söylüyoruz. Parti’yi başarı durumunda tutmak için, yeni dönemin görevlerine doğru yaklaşmak için söylüyoruz. Kimse başarının kendiliğinden sağlandığını sanmasın; tedbirsiz, müdahalesiz gerçekleştiğini sanmasın, bu saati saatine perspektif ve hamle iradesiyle oluyor. Görevleri böyle kavradık. Yarattığımız değerler, bu görevlere bağlılıktan kaynaklanıyor. Ben bu kadar imkân vereceğim, gidecek bir çırpıda yirmi kadroyu kaybedeceksiniz, halkı uzaklaştıracaksınız; görev adı altında, hazır işler varken onları bile almayacaksınız; üflemeyle düşürebileceğiniz meyveyi alamayacaksınız, bu kadar saygısız yaklaşacaksınız; biz de kavga ederiz sizinle!
Ben mi istedim böyle olmasını? Yok! Nizamı kim tutturamıyor? Kanuna, nizama kim gelmedi? “Biz nizamsızlığı esas alırız” diyen siz değil misiniz? Nizamsızlığı, yüz yıllardan beri kim yakıştırıyor? Temel önderlik, otorite değerlerinden çıkmayı, bozmayı kim dayatıyor? Bütün bu konularda ben bir bilmezim, bu işe Önderlik ederken aslında tesadüfler zinciri sonucu ettiğimi sananlar çok.
Bazılarınız lafta dersiniz, “Yok, böyle bilinçli değil” dersiniz ama kendi pratiğinize bakarsanız, aslında önderliğe yaklaşımınızın pek de kavrayış içinde olmadığını görürsünüz. Kavrasanız bile, kendinizi başka türlü yürüttüğünüzü anlarsınız. Yürütmenizde de yaşama şansı yok. Birçoklarının buna dayanış tarzı; aslında bir köylünün genel idarecilere yaranmacı tarzından farklı değildir, basit menfaatçi bir yaklaşımdır. Halbuki ben böyle olmamak için çok büyük özen gösterdim.
Bazılarınınki kontradan daha tehlikeli ve düşmancadır. Ama ne kadar PKK’li olduğunu iddia ederek yürütmek istiyor. Düşmanın bile cesaret edemeyeceği yöntemleri dayatacak; kabadayının bile bundan daha büyükçesi olmaz! Var böyle birçok kabadayı! Bunları ben ortaya çıkarmadım, bütün tedbirlere, bütün önlemlere rağmen, bazıları kendini böyle ortaya çıkarıyor. Kavgayı içte derinleştirmek istemedim ve birçok kişiyi de yoldaş yapmak istedik. Çok muhtaç olduğum için de değil, insanımıza biçtiğimiz yüksek değer nedeniyle böyle yaklaştığımızı görüyorsunuz. Ama başka türlü anlıyor, uyguluyorlar. O zaman kavgaya girişiriz.
“Biz seni Başkan biliyorduk, sana rapor veriyorduk, sen de bunlara ‘olabilir’ diyordun veya ses çıkarmadın” demesinler. Acaba öyle mi demiştim, acaba ses çıkarmamış mıydım? Bu sizin dar görüşünüzdür. Öyle değildir. Hesap sormam; taktik icabı, imkân icabı sormayabilirim de. “İnsan en yakınlarını böyle ezer mi?” diyenler de var. Kim kimi eziyor, kim kimi boşa çıkarıyor? Bu kadar zindanda kalmışmış, bu kadar dağda kalmışmış, adamdan daha ne isteyecekmişiz? Öyle mi? Dağda ve zindanda niye oynadın? Neyi yaptın? Bunu çözemeyecek kadar zavallı mıyız?
Benim ölçülerim belli; yaranmacılıktan nefret ederim. Kardeşim bile olsa, yoldaşlığa yaklaştığı oranda değer veririm, bunun dışında yok! Adam olmaya söz verdik. Muhtaç olunan bir kurumu ortaya çıkarmaya çalıştık. Ve bunu çok açık bir biçimde ortaya koyduk. “Bana ne, ben yine bildiğimi okurum” denilemez. O zaman ben de tedbirlerimi peş peşe geliştiririm. Geliştirirken ruhu bile duymaz. Birisi intikamcılığı öne koydu, yaşadı mı? Ölmüş, ölsün! Yiğitçe bir ölüş değildir. Ayakta kalmış, borusunu öttürüyorsa; boru öyle ötememeli! Fırsatı kullanıyorsa, böyle fırsat kullanılmamalı! Bunları saflığımızdan istifade ederek yapıyor; bunlar iyi yapış şekilleri değil. Zorluklar istismar edilmemeli, yoldaşça saflıklar kötüye kullanılmamalı. Biraz derin olduğumuza inanacaksınız. Biraz bu işlerden anladığımıza bir partili inanmalı. Özellikle bu kendini çok kurnaz gören ve farklı işlerle, farklı biçimlerle, farklı dayatmalarla uğraşanlar bilmeli.
Hepiniz, birçok işin üstesinden kalkabilirsiniz
Bunları söylerken, art niyetten bahsetmiyorum, art niyetliler çok az. Tam saflardan bahsediyorum; köylü kurnazlarından bahsediyorum, yüzeysellerden bahsediyorum. Ne kadar göze hoş gelmeyen, cevap vermeyen tutum sahibi varsa, onlardan bahsediyoruz. Bunlar bize dayatılmasaydı, biz bu tarihi görevlerin üzerine başarıyla yürüyebilirdik. Hepiniz, birçok işin üstesinden kalkabilirsiniz.
Yıl, 1980’di. Bizim bu sahada organize ettiğimiz hareket, küçücük bir dağ parçasında, çok az imkânla, ağır baskılar altında işe koyulup buraya kadar getirirken; hanginiz hangi ülke parçasında daha iyi yapamazsınız? Kurtarılmışa benzer alanlar, her türlü araç-gereç, pırlanta gibi insanlar, para, itibar, otorite; hepsi var. Niye yapmayacaksınız o zaman? Benim o zamanki bilincimden on kat daha fazla bilinciniz var, gençsiniz, niye yapmayacaksınız?
Kamplar var, bir tek savaşçının yetiştirilmediğini görüyorum. Ben burada düşürülmenin veya yaşamdan umut kesmenin en ağır biçimleri karşısında bile direnirken, yaşamı yüceleştirirken; sen o hazır olan değerleri kötüleştireceksin; bu ne demektir? Geliyorlar, çoğu bu insanlık kurallarını bile kavrayamaz durumda. Neymiş; “Biz dağlarda ilkelleşmişiz, buna Botanlaşma diyoruz” diyorlar. Ne Botanlaşması? Bu hayvanlığı kendine yakıştıran, bize yakıştıran düşman değil mi? Dağlar yabanileşmeyi mi sağlar? Hiç mi yüce, özgür insanı ortaya çıkarma şansı yoktur? Eğer bu şansı göremiyorsan bile, bu insanlık dışı durumunla nasıl kaldın içimizde?
Düşmanın dayattığı ilkelliği aramızda yürütenler var. Her türlü kabalığı kendilerine yakıştırıyorlar. İnsan kendi özüne bunu nasıl kabul edebilir, şaşıyor. Yabani, çiğ insan şekilleri almış başını yürümüş. Bunu sorduk: O büyük şehitler ile, bu saygısızlığın ne irtibatı var? Ben büyük şehitlere mi inanacağım, bunlara mı inanacağım? Bu soruyu çok yakıcı sordum. Dağların da güzel direnişçiliği vardır; onlara mı inanacağım, senin hayvanlaşmana mı? Kendi yaşamının çok net ayırt edici hususlarına sıradan dostlarda yarattığımız saygıyla, düşmanda yarattığımız saygıyla yaşıyoruz, senin bu saygısızlığına mı inanacağım? Bütün bunlar kabul edilemez durumlar. Ama bazıları ısrarla kabul ettirme sevdasındadır.
Hiç eğitim yok, kendini düzeltme yok. İşi gücü kabadayılığın değişik bir biçimini bize dayatmak, lümpenlik, kendini bilmezlik; ne dersen var içinde. O dağlarda, zindanda da en iyi, en doğru, en güzeli çıkarılabilir. Bazıları buna cesaret edebilir. Özgün çalışmayı başlatabilirsiniz; her yerde, bir köyde, bir kentte yapabilirsiniz. Niye bazı insanları doğru ele almayacağız, bunu niye kurmayacağız? Ortada güzel kuran yok, biçim veren yok, gücü doğru kullanan yok! Bu gerçek bir tasfiyecilik tehlikesidir. Son grupları kadro düzeyinde değerlendirdiğimde, bunun belirtilerini yaygınca görüyorum.
Biraz başarılar var, genelde herkesin beynini doyuracak gelişmeler var. Bunu çok yeterli gören ama tehlikeyi hiç göremeyen çoğunun, başarması gereken görevleri var. Savaşı mutlaka derinleştirmemiz gerekir, ordulaşmayı mutlak nitelik ve nicelikle büyütmemiz gerekir. Eylem biçimlerini zenginleştirmemiz gerekir, iktidar sorununa adım adım gerçekleştirme şansı vermemiz gerekir. Bunu sergileyen yok.
En güzelini yaşayacak kadar değer var ortada. Şu anda herkesin aklından geçiremediği kadar hem onurunu hem de yüzyıllardan beri ummadığı bir biçimde insanı yaşatacak değer var. Ama bir de gerçekçi olalım; bir gün yaşıyorsun, bir ay yaşıyorsun bununla. Acaba bu gerçekten kurtuluşçu bir yaşam mıdır? Sorun ve etrafınızdaki tehlikelere bakın; acaba bir ay sonra yaşamı zehir etmeyecekler mi? Ya imha olur ya da sıvışacaktır. Eğer öyleyse, o zaman sen buna nasıl, “sağlama bağlanmış yaşam” diyebilirsin? Ve bu kadro aymazlığını nasıl sürdürebilirsin?
“Kafam karışık, şöyle anlayışlar var, böyle hesaplar var” deniyor; bunlar çok saçma. Tehlike büyük, yaşam tehlikede, tedbir almasak, çok şey günlük olarak gidebilir ve gidiyor da. Bunlar kaybederken inanıyorlar mıydı öyle kaybedeceğine? Hayır! ‘Hiçbir şey olmaz’ diye gittiler. En iyiyi yapıyoruz diye, kendilerini kandırıyorlar. Sabır bizden, tahammül bizden, bu işin sonunu getirme de bizden oluyor. Bütün bu işleri de Başkan yapar! Gelmiş, asgari görevlerini bir tarafa bırakmış; “Başkan’dan biliriz” diyor. Sigarasını dört dörtlük içiyor ama, her türlü anarşistçe yaşamı kendine yakıştırıyor ama, sere serpe kendini yıllarca yere atıyor ama!
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 13 Ağustos 1993 tarihli çözümlemesi