HABER MERKEZİ –
İlk günden bugüne kadar PKK özlü olmanın hareketidir
Ulusal onuru, şerefi düşünenler, biraz yaşamın yüceliğini yaşam belleyenler açısından hayırlı işler vardır. Karnınız aç değil, kilo kayıplarınız yok, ruhi düşkünlüğünüz yok. Tam tersine, doyuracak değerler vardır. Kollarınız biraz daha özgürce açılıyor, isteseniz daha iyi düşünebilirsiniz. Buna rağmen, bizim yoğun eleştirilerimiz de bir gerçek! Bize dayatılan sorunlar anlamlı değil, bize dayatılan kavga biraz olumsuzca. Bu bireylerin özel marifetleri, yetenekleri de yoktur. Kadro gerçeğiyle oynayanların veya kadronun gerçek misyonundan habersiz olanların, keyfi tutumlarının savunulur bir yönü de yok. Ne o imkânların sahibidir, ne o imkânların sözcüsüdür; sadece üzerinde bir oyuncusudur. Bunun kabul göremeyeceğini çok erkenden anlamak gerekir.
Anlamazlarsa ne olur? Anlamazlarsa kavga şiddetlenir. Yapmasalardı, doğrusunu esas alsalardı, hepsi birer başarılı önder olacaktı. İnsanın mayasında bozgunculuk mu var, sorun yaratmaktan zevk alma mı var? Bütün bunları kabul etmiyoruz. Yapmayın!
Taktiğe yürü, fethe yürü, fethetmek için yürü! “Ben de bir şeyim” diyorsunuz, o zaman kişiliğinizi kanıtlayın. O ise şöyle kanıtlamak istiyor; “Bir marifetim var, bir tarzım var, dayatırım” diyor. Senin ne marifetin, ne tarzın var? Deneyler de göstermiştir ki, yenilgi üstüne yenilgi almıştır. Alçakgönüllü ol ve yenilgi nedenlerini araştır. Mümkünse bir daha o durumlara düşme! Yine de anlamazlıktan gelmeye çalışanlar çoğunlukta.
Hepsi de dürüst, partiye kara sevdalı tarzda bağlı. Bu bağlılık bizi tatmin etmez. Doğru öngörülen bağlılık; bizim biraz öngördüğümüz bağlılıktır. Tarzı, temposu bizim öngördüğümüzdür. Bu da kanıtlamıştır ki, tarzımız henüz yenilmemiştir, başarıyor. Niye saygılı olunamadı, niye bağlı kalınarak yaşanmadı? Bunu hepinize soruyorum. Çok mu anlayışsızsınız, çok mu inatçı ve kavgacısınız? Kavgayı niye partinin içine karşı kötü yapıyorsunuz? Kavgayı anlamlı yerde de yapmak mümkündür. Kadro odur ki, bütün kavganın oklarını düşmana göre ayarlar. İç engeli bile aşarken, düşmanı hesaplar; kendini değil, çevresini değil.
Biz uyduruk gerekçeler yaratarak kimseyi yargılamak istemiyoruz, mahkum da etmek istemiyoruz. Ama orta yerde sonuç almanın çok ötesinde ve yetmezliğin çok açık görüldüğü durumlarda da onay ve prim vermek istemeyiz.
Hepinizi koruyacağız da, herkesin dürüstlüğüne en ufak kuşku yok. İlk günden bugüne kadar PKK, özlü olmanın hareketidir. Çok oynandı, çok bozulmak istendi ama bence başarılamadı. Bu özü şüphesiz sadece koruyacak değil, onu egemen kılacağız. Hesap yapmayın demiyorum, hakkınızı-hukukunuzu gözetmeyin demiyorum, yaşamınızı düşünmeyin demiyorum. Ama bunun düşmanla bir çarpışma temeli olduğu, düşmanla ilgili bir yanı bulunduğunu da göz ardı eden benim için bitmiştir. Geçmiş ünü ne olursa olsun, temelde düşmanı yakalamayı bıraktı mı ve birbirleriyle uğraşmayı, değerlerle uğraşmayı kafasına koydu mu, o benim için bir hiçtir.
Bu temelde birbirimizi tanımamız gerekecek. Artık halkı vurma, partiyi savaştırmama, çizgiyi deforme etme nedenleri ben değilim, halkımız değil. Halkımızın da oldukça değer verdiğine eminim, aynı çabalarla yaşadığına eminim. O halde nedir bu bize dayattıkları? Yetmez kişilik, karıştıran kişilik, örgütleyemez kişilik, eğitemez kişilik, yönetemez kişilik, kurduramaz kişilik, koruyamaz kişilik, en kaybedilmez yerde kaybettiren kişilik, çok rahat vuracakken vuramayan kişilik kimdir, neyi temsil ediyor, ne istiyor bizden? Biz mi zorla savaşa soktuk? Asla!
Her zaman kendi öz çabalarımıza güvendik ve bu işe büyük bir coşkuyla, fetih ruhuyla, inançla hazır olanlar gelsin dedik. Baştan günümüze kadar böyle ele aldığıma, böyle yaşadığıma, böyle getirdiğime eminim. Ama bazıları, “Biz biraz ağırlaştırmak istiyoruz” diyorsa, “sağa çekiştirmek isteriz, sola, geriye çekiştiririz, keyfimize göre yorumlamak istiyoruz” derse, sen böyle bir hakkım var diyorsan, o zaman -eskiden, Ortaçağ’da bir yöntem vardı; “Çık ortaya, birebir kapışalım” denir- Önderlik de bunu söyler. Bireysellikten bahsediyorsanız, Ortaçağ usulü de benim kabulümdür. Anladığın yöntemle karşılık veririm.
Düşmanımıza karşı savaş kadar içimizde de savaşmayı biliyoruz
Partiyi bir maske olarak kullanıp, görev-yetkilerini kötüye kullanıp, zaferi kazandırmayı esas alan Partiyi, kendi yöntemlerinle bozamazsın, entrikacılığınla bozamazsın. Biz düşmana karşı kavga temelinde bir araya geldik. Tezlerimiz bellidir, gece-gündüz neye karşı olduğumuz bellidir. Kendi üzerine düşeni yapmayan kimse söylesin; örgütümüz açık bir tartışma platformudur. Bütün bunları göz ardı edip bildiğinizi okumayın. Kontranın bile yapamayacağı işleri çevirmeyin, deforme etmeyin.
Asgari tedbirleri almama, çok ucuz değerleri düşürme tarzına karşı biz çok uğraştık, çok sorular sorduk. Vakti zamanında çok söz de verdiler. Halbuki bazıları söz nedir, bunu fazla ciddiye almıyor. Her zaman yaptığımızı yapacağız. Biliyorsunuz kılı kırk yarıyoruz. Bin kez dil döküyoruz, “Yapmayın etmeyin” diyoruz. Ama orta yerde bile bile savaş realitesiyle oynayanlar varsa, asgari düzeyde tedbirleri almaktan yoksun olanlar varsa, bunlar savaş suçlusu ilan edilir.
Binlerce insanımız göreve koşmak istiyor ve sen bir tanesini bile görevlendiremeyeceksin; asla kabul edilemez! Binlerce kişi düşmanına karşı silah sıkmak istiyor, sen adeta susturmuşsun, bunun hesabını soracağız. Nasıl soracağız? Örgüt diliyle, örgüt yöntemleriyle, örgüt taktikleriyle. Hiçbir kadromuzun bundan kuşkusu, endişesi yoktur. Ve kimse “Haberim yoktu” demesin.
Düşmanımıza karşı savaş kadar, içimizde de savaşmayı biliyoruz. Ben bazı işleri yaptığıma inanıyorum. İnsanlara nasıl değer verdiğim ortadadır. Benim sahalarımda ne olur, ne biter, herkesin gözü önündedir. Kim bana ne verdi, kim benden ne isteyebilir, ortadadır. Biraz saygı, insana değer vermenin her biçimi, ne anlam ifade eder; tartışması da açık, yaşaması da açık, özgürlüğü de açık, otoritesi de açık!
Biz böyleyiz ama birileri diyor ki, “Ben de bir türlüyüm”. Bir türlü olmak mümkün. Ben demiyorum, herkes benim gibi olsun. Benim gibi olma ne anlama gelir; benim gibi olmadan ne sonuçlar çıkarılır? Kural gereğini biraz bilmek gerekiyor. Kuralını bilmiyorsan, pratik duyularınla bileceksin. Sıradan bir köylü bizim yanımıza geliyor, en değme militanın göstermediği disiplin tavrını gösteriyor. Üniversiteden bir profesörün göstermeyeceği ince tavrı, sıradan bir köylü gösteriyorsa; sen bir kadrosun, haydi haydi göstermek zorundasın. Önderlik nedir, otorite nedir? En sıradan insanımız bunu sezmişse ve gereklerini yerine getiriyorsa; sen kadrosun, alasını yapacaksın.
Niye böyle yapmıyorlar? Her gün tartışıyoruz, suçluyoruz, hatta bunlar bence partiyle bütünleşmeyenlerdir. Bilinçsizliklerinden ötürü değil; sınıf özellikleri, yetişme tarzları, partiye katılış tarzları, parti ile çelişkileri, beklentileri nedeniyle bütünleşemiyorlar. Sınıfsal yönden şu kadar küçük-burjuvalık, feodallik denilebilir, yetiştirme tarzı itibarıyla başka isimleri söyleyebilirsiniz. Katılım tarzı derseniz, her türlü niyet vardır. Beklentileri, disiplinsizlikten tutalım en saçma biçimlere kadar uzanır. Sadece özgürlükten, demokrasiden bunu anlamaması gerekir. Büyük ihtimalle örgüt gücünü de doğru değerlendiremiyor. Kürdistan’da örgüt gücü nedir, nasıl kullanılır; anlamak istemiyor. Şaşkındır, belki kendini bilmezin tekidir; yani çok çeşitli kişiliklerle kendini açığa vurabilir.
Devrimde, politika yapmanın çok ince bir dili vardır
Bütün bunlar, Kürdistan’da olmayan, gözükmeyen şeyler değil. Dışımızda daha derin düzeyde yaşayanları var. Partide bunları yaşatmanın anlamı yok. Uzun süre bunları incelterek, yük teşkil etmenin anlamı yok. O silahları biz verdik, tekrar izah ediyorum. Bütün ideolojik sözcükleri ele almaktan tutalım tek bir fişek bile bizden geçti. Hiç kimse, “Ben öz çabamla bu kadar yarattım” demesin. Hayır! Halen bütün olanakların harekete geçirilmesi bizim irademizledir. Ne kadar kullanıldığını bunlara sormak gerekir. “Ben bir şeyler yaptım” diyenlere sormak gerekir; sen yürümedin, sen sıkmadın, bu mu yapmak?
Devrimde, politikada yapmanın çok ince bir dili vardır, çok ince bir iradesi vardır. Onu anlayacaksın, onunla yürüdüğünü göreceksin. Oradaki durumlarınızı, kendi başına kaldığınızda çaresizliğinizi, düşman karşısında bir hiç olduğunuzu unutmayın, Bunu unuttuğu zaman, “Dağları da ben yarattım” veya “Dağlarda bölge kurtardım” diye kendini bazı havalara kaptıranlar, gerçekten değer yaratmanın kenarından bile geçemeyen kişiliklerdir, beladırlar.
Yaşama saygıdan dem vuruyoruz, yaşamın muazzam zorluklarından bahsediyoruz; bunu geliştirmek hepimizin görevi. Şüphesiz devrim daha iyi, özgür yaşam içindir. Bu konuda da herkes payını düşünmeli. Özgür yaşam için neler yaptığımızı tartışmalıyız, özgürce tartışmalıyız. Bunun savaşla geliştirilmesini ele almalıyız. Bu konularda olanakları nerden, nasıl ele aldık? Kime, nasıl verdik? Bütün bunlar ortadadır.
Bütün bu gerçekleri göz ardı edeceksin, “Ben başka türlü yoğurt yerim” diyeceksin; bazı provokatörler sıkça bunu söylüyorlardı; “Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır” derlerdi. Ama başkalarının yoğurdunu hem de kepçeyle sağa-sola dağıtarak yersen ve “Bu bir yoğurt yiyişidir” dersen, o zaman senin hırsız olduğun söylenir. Yoğurdu nereden aldın, bu kepçelerle kime dağıtıyorsun? Demek burada marifet; değil yoğurdu temin etmek veya yemek, yediğin kadar da başkasına vermektir. İçimizde yoğurdu yiyişini böyle değerlendirenler az değil.
Güçlü önder, güçlü komutan herkese hakkını veren insandır
Bunlarda ölçünün kaçtığını, hak-hukukun epey yitirildiğini, bir savaşçı her şeyini ortaya koyarken, sahte komutanın da onun imhasına neden olduğunu göz ardı edersek, biz çok adaletsiz bir kadroyuz ve böyle adaletsizliği işleyenler de iflah olmaz. Ve bizde kadro biraz böyledir, hak-hukuk yitirilmiştir. Her şeyini verenlerle hiçbir şeyini vermeyenler değişik yerlerdedir; her şeyini verenlerin genellikle altta ve hiçbir şeyi vermeyenlerin de üstte ve hak-hukuk sahipliğini iddia ettiklerini görüyorum. Bu bir kader değildir ve bunu kabullenmemeliyiz. Bu konuda sağlam ölçüler, bunun sözcüsü olmak, bunun gözeticisi olmak, sorumlu bir kadronun herhalde en temel özelliğidir. “Senin hakkın-hukukun, yerin-yurdun şuradadır, şurada saptırdın, şurada oynadın, adaleti çiğnedin. Çok ötesinde hesap vermeyi gerektirir” diyen yok, mücadeleyi böyle yürütenler yok. Varsa da lafta kalıyor.
Güçlü önder, güçlü otorite, güçlü komutan; yargılamaları ve hesapları böyle yapan insandır. Herkese hakkını veren, gözeten insandır, adildir. Maalesef ölçüler karıştırıldıkça karıştırılıyor. Sebepsiz yere onlarca yoldaşın canına kast edenler önder gibi geçiniyor. Hiç katkısı olmayanlar, göz açıklıktan ötürü konum işgal ediyor, hatta işleri karıştırıyorlar. Siz de sessiz kalabiliyorsunuz. Bütün bunlar adaletsizliktir. Sağlam önderlerin çıkmasına yol açmaz. Ve bu anlamda bence çok basit köylüler olarak kalıyorsunuz. İnsan fazla umutlu olamıyor. Bana getirilen sorunlar, yaklaşımlar fazla yürek açıcı ve güçlendirici değil, çok çeşitli alanlardan ve kişiliklerdendir. Siz önder olamazsınız, üstün bir kişilikle rol sahibi olamazsınız. Çalışmak demek; bildiğiniz gibi ulusal kurtuluş, yeni toplum, özgürlük, adına ne denirse denilsin, o durumlara ulaşmak demektir. Olmazsanız eskinin daha kötüsünü yaşamak demektir.
Ben zor bela bu düzeyi tutturdum. Benim neyim vardı. Tanıyorsunuz bizi biraz. Şuraya fırla, buraya koş, şöyle dil dök, şöyle kendini katık et, herkese göre bir şey ol, bir şeyler oluştur, yarat. Ama çoğunuz, kendi konumlarınızdan ne kadar ders çıkarabiliyorsunuz? Bu değerleri ne kadar koruyabiliyorsunuz? Bunun hesabını veremezseniz, biz size saygıyla bakamayız ki. Eski arkadaşlarımsınız, can yoldaşlarımsınız. Ama benim için de sadece bunlar yetmez! Benim için, saydığım ölçüler çok önemli; başarılı, adaletli, hakimiyete uygun, biraz da güç getiren, iş götüren militan gerekiyor.
Ben de kendimden sıkılmaya başlıyorum; “Bu kadar çaba ve çabaları fazla taktir etmeyenlerle senin ne işin var?” diyorum. Aslında ben çocukluktan beri akıllıydım, yola çıkarken tümüyle özgücüme de güvenmiştim. Çocukları bile katarken özgücümle katardım ve fazla yakınıma da güvenmezdim, kardeşim de olsa uzak dururdum.
Biz “yoldaşlık” diye bir kavram oluşturmak istedik, bu kavramın yüceliği, bu kavramın çok gerekliliği ortaya konulmaya çalışıldı. Bunun da başına getirilmedik bir şey bırakılmak istenmiyor. Aslında iyi bir bağ bu. Kürdistan’da en çok gerekli olan bir ilişki tarzı, “yoldaşlık” veya “particilik”. Buna partileşme ve uluslaşma, hatta sosyalleşme, kültürleşme, özgürleşme de diyebiliriz. Bütün bu anlamları içerir. Ama bununla nasıl oynanıyor. Herkes kendine göre nasıl yontuyor? Yapmayın!
Lafta değil, özde saygı gerekir. Gösterilmesi gereken saygıyı, yaratılan değerlere gösterdiğiniz oranda başarabilirsiniz, militanlaşabilirsiniz. Bu temelde hepinize bir kez daha başarı diliyorum.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan’ın 13 Ağustos 1993 tarihli çözümlemesi