HABER MERKEZİ- Aykan Sever’in Kaleminden
“Uluslararası basında Suriye’de Esad rejiminin düşmesi sonrası kim kazandı kim kaybetti tabloları sıkça çıkarılıyor. 3. Dünya Savaşı’nın bu cephesinde kimlerin kaybettiği açık olsa da galiplerin durumu özellikle uzun vadede belirsizliğini koruyor. Kuşkusuz Batılı aktörler büyük bir avantaj sağladı ancak Savaş’ın orta evrelerinde olmamız ve savaşın kendine has dinamikleri pekala önümüzdeki süreçte insanlığı büyük bir yıkımla karşı karşıya bırakabilecek potansiyele sahip ve bu durumda geri dönülmez biçimde herkes kaybeder. Yani bugün sevinenlerin yarın üzülmeyeceklerinin bir garantisi yok. Asıl kazanana gelince bunun kapitalist-köleci zihniyet ve onun ürünü olan Savaş olduğu açık, zira artık dünya genelinde BARIŞ için mücadelenin unutulduğu, herhangi bir insani kaygı duymaksızın silahlara, güce, ölüme tapıldığı bir dönemdeyiz. Yeni DAİŞ HTŞ’yi göklere çıkaranlar ve Kürtler soykırım saldırılarının hedefindeyken kutlama yapanlar bunun en bariz örneğidir.
Biz yine de sadece şu an için geçerli olmak kaydıyla bu kaybedenler-kazananlar meselesine kısaca bakalım. Kaybedenlerin ilki kuşkusuz Arap milliyetçiliğine dayanan köhnemiş baskıcı Esad rejimi oldu. İkinci sırada ise stratejik bir yenilgi yaşayan İran var. İsrail-TC ittifakı 7 Ekim Hamas saldırısını bölgenin 11 Eylül’üne dönüştürerek İran ve bağlaşıklarını önemli ölçüde gerilettiler. Bundan sonra muhtemelen İran’ın Irak’taki etkisini de kırmaya çalışacaklar. Rusya taktik bir yenilgi yaşadı, muhtemelen Suriye’deki askeri üslerini de kaybedecek. Ancak son süreçte İsrail-ABD ve Rusya arasında Ukrayna’daki savaşı da kapsayan gizli bir anlaşma olduğu yaygın bir iddia. Rusya’nın ciddi bir çatışmaya girmeksizin Suriye’de çokça geri adım atması ve Suriye’nin güneyinde Dera’daki iki tesisini ve Tel el-Hara Dağı’ndaki bir gözetleme kulesini İsrail’e devretmesi de kanıt olarak ileri sürülüyor. ABD’nin Rusya ile böyle bir anlaşma yapma ihtiyacını duymasının bir diğer nedeninin ise Putin’i Çin’den uzaklaştırmak olduğu iddia ediliyor. Bir diğer kaybeden ise elbette Çin. Pekin’in bölgede askeri gücü yok ancak dayanakları olan İran ve Rusya kaybeden tarafta. En önemli kayıp ise Filistin halkının geleceğinin belirsizleşerek İsrail’in inisiyatifine terk edilmesi oldu.
Siyasal planda ise yeni-Üç Dünyacılık diye tabir ettiğimiz anti-kapitalizmden yoksun boş bir gösterene dönüşmüş “anti-emperyalizm” etrafında kendini ifade eden post-modern milliyetçilik yenildi. Yeri geldiğinde bu eksende yer alanların Erdoğan’la da kucaklaştığını hatırlayacak olursak bırakın Esad’ı savunmayı, örneğin Latin milliyetçisi liderler durumu anlayıp doğru düzgün bir açıklama bile yapamadılar.
Kazananların ilk sırasında ise ABD, İngiltere gibi geri planda duran emperyal güçlerin yanı sıra ırkçı-işgalci iki diktatörlük, İsrail ve TC yer alıyor. Netanyahu yönetimi kısmen muradına erdi. ABD’yi İran’a karşı açıktan bir savaşa şimdilik dahil edemese de İran’ı önemli ölçüde geriletti. Golan bölgesinde Suriye içlerine ilerleyerek su gibi önemli kaynaklara sahip yeni topraklar gasp etti. 50 km. kadar Suriye’nin içlerine girecek tarzda tampon bölge adı altında işgal alanı oluşturacağı iddia ediliyor. Batı basını TC’yi kazananlar arasında saydı. Bunun için en önemli gerekçeleri rejimin HTŞ’yi kontrol ettiğini var saymaları. HTŞ’yi terör listesinden çıkarmaya hazırlanan ABD-İngiltere ikilisi bu çetenin uzun zamandır asıl destekleyenleri. TC daha yan aktör. Ancak bu, kimseye HTŞ’nin kontrolü garantisi vermez. Ayrıca HTŞ bütünlüğünü koruyabilecek mi, bu da belirsiz. Çünkü Colani’nin “terör listesi”nden çıkabilmek için HTŞ’yi tasfiye etmesi kaçınılmaz, zaten çok parçalı bir yapısı olan grup böyle bir manevrayı ne kadar kaldırabilir, ülkeyi ne kadar bir arada tutabilir bu bir muamma. Batılı aktörlerin TC’nin sırtını sıvazlamasındaki en büyük neden kuşkusuz İran’ın zayıflaması ve rejimi bölgede kendi kontrollerini sağlayacak yegane güç olarak görmeleri. Olası göçmen akışı/geri gönderilmeleri türünden faktörler de elbette rol oynuyor. Batı basınında şimdiden Trump’a Orta Doğu politikalarında TC’yi merkeze al, onunla hareket et öğütleri başladı. Bu artarak devam edecektir.
TC ise bu süreçte Rojava’daki işgal alanlarını genişletmeye çalışıyor. Kürt halkını çok yönlü soykırım saldırılarıyla yıpratarak teslim almanın yolunu arıyor. Ancak Kürt halkı ve müttefiklerinin politik zekası ve öz güce dayanan direnç kapasitesi bu vahşeti durduracak, alt edecek düzeydedir…”
Kaynak: Yeni Özgür Politika