HABER MERKEZİ – “D. Eyaletine gittiler. R. arkadaş giderken, güçlü bir militan ve komutan olarak geleceğim o zaman siz bile beni tanıyamayacaksınız” dedi. Ayrıca “sana çok selam söylediler”.
Hêvi arkadaş bu cevabı aldığında üzülsün mü, sevinsin mi ne yapacağını şaşırarak, “şimdi otuz tane Berivan, otuz tane Sozdar, otuz tane R. arkadaşlar var” diye düşündü. Yeni tanıştığı arkadaşları ile ateşin etrafına oturup, sohbetlerini dinledi.
Bir sevdadır uzanır
Ülkem Kürdistan’a
Adı heval, adı yoldaş
Bir fırtınadır kopar
Ülkemin dağlarında
Adı öfke, adı intikam
Ve sevda dolu fırtınalar kopar
Güneş ülkesinde
Adı özgürlük, adı Kürdistan
Bir insanın yapacağı en güzel şey yaşadığı anın değerini bilerek yaşamasıdır. Hêvi arkadaş bunu yapamadığı için üzülüyor. İki yıldan fazladır zindanda. Bütün bunları düşünürken, bazen ilk katıldığı zamanlardaki haline gülüyor. Bazen acaba arkadaşlar ne yapıyorlar diye düşünüyor, bazen de dalıp gidiyor…
Şimdi gerilla dağ, ülke, savaş, halk, yoldaş, direniş, her şey daha anlamlı geliyor Hêvi arkadaşa. Gözlerini gerillada dünyaya açmış, ama ilk anda, güçlü yaşam ışınlarından gözleri kamaşmış ve çevresinde gelişen olaylara anlam yükleyememişti. Yüklemesi de zordu, tanımıyordu çünkü. Gençliğin verdiği havai duygularla on altı yaşında tanımıştı insanlığı dünyanın orta yerine nakşedenleri. Yüreğindeki titreşimler bilinci ile yeni yeni temasa geçtiğinden, şimdi anlam veriyor yaşadıklarına. “Neydim, ve kimdim ben?” diye soruyor kendisine artık cevapsız kalmıyor soruları.
Zindanda taş duvarların, demir parmaklıkların buz gibi gölgeleri arasında bile, her şeye rağmen yaşama sevdalı olanların arasında, o da yaşama sevdalı herkes gibi, hem de uğruna ölecek kadar. Hêvi arkadaş da zindandaki arkadaşları gibi, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin mirasının takipçisi olmaya çalışıyordu. Bu da ancak direnişle, militan kişiliğe ulaşmakla mümkündü.
Büyük açlık grevi haberi yayılıyor dört bir yana. 14 Temmuz 1982 ve 14 Temmuz 1995, Amed zindanından, on binlere uzandı tarih. Vahşetin, ihanetin cirit attığı bir mekandı, duuurrrrrr! Dedi dört can. Durdu zaman, durdu mekan, durmadı cellat. salladı kırbacını, bir, iki, üç, beş, on… Salladıkça yoruldu, yoruldu cellat. Yorulmadı dört toy delikanlı, yenebilir miydi hiç deli kırbaçlar, insan olmanın erdemliliklerini? Yenemedi, yenemezdi.
Evet yenilmemişti direniş. Hêvi arkadaş altmış üç arkadaşı ile beraber alkışladı haberi. Büyük açlık grevi başlayacaktı. Alkışlar arasında kimi sevinçten ağlıyor, kimi gülüyordu. Ölüm orucuna girmeyi bile önerenler var. Çok genç bir ziyaretçi, ölüm orucuna girmeye karar veriyor, ama üçüncü gününde mide kanaması geçirip hastaneye kaldırılıyor. Öfkeleniyor ve “heval bir dahaki sefere başaracağım” diyor. Cezaevinde on bin tutsak dışarıda analar ve Avrupa’dan, Rusya’dan dünyanın her yanındaki Kürdistanlının ayağa kalkışına bir kez daha tanık oluyor, bütün dünya. İlk Yozgat zindanında, Fesih Beyazçiçek yoldaş onurlandırdı direnişi. Ardından Almanya’dan Gülnaz Bağıstani, İstanbul’dan küçücük yüreği ile Aşıti, Amasya zindanından Remzi Altıntaş yoldaş ve Adana’da kendini yakan Latife Kaya ana anlamına anlam, yüceliğine yücelik kattılar 14 Temmuz’un. İki tanesi ömrünün baharında gencecik iki delikanlı. Diğeri ülkesinden koparılıp Almanya’ya göçertilen, Saddam faşizmine tanık olan, yüreği yaralı bir Kürt kadını. Bir diğeri daha göremeden annesinin şefkat dolu yüzünü, masmavi gökyüzünü, yemyeşil ormanları düşmanın çirkin yüzü ile anne karnında tanışan bir bebek. Bir diğeri yetmiş yaşında saçları ak, elleri zayıf ve nasırlı, gözleri kederli ve derine inmiş. Ya yüreği? Yüreği ateş yüklü, volkan misali bir ana. Ülkesinden koparıldığından beri dinmedi bu ateş. Adana’da tutuşturdu yorgun bedenini. Anlattı ateş ülkesini, yaşadığı diyarı ve o diyardaki yiğit evlatlarını. Ve ateşe dönerek, “götür beni o diyara” diye fısıldadı ve son sözü, “Biji Serok APO, Biji Kürdistan, Biji PKK” oldu.
Ama şimdi daha da intikam dolu.
İşte bütün bunlar direnişin 14 Temmuz’undan zaferin 14 Temmuz’una taşıdı direniş ruhunu. Zindanda bitireceğini söylerken düşman, ille de özgür vatan diyordu prangalı mahkumlar. Dağdaki gerilla, zindandaki direniş gerillalarına ikinci 15 Ağustos’la gönderdi kutlama mesajını. Mesaj alındı, halaylar çekildi, anlamı üzerine konuşulup tartışıldı. Hêvi arkadaşta zindandaki bütün arkadaşları gibi daha fazla yakın hissediyordu kendisini gerillaya ve halka. Zindan duvarları bile engelleyememişti, ruhtaki, bilinçteki bütünleşmeyi ve özgürlüğü. Ve böylesi zafer atılımlarında tarifsiz mutluluklarla beraber bir burukluk yaşanır. Şehit düşen yoldaşlarının bu atılımları görmemeleri, ince bir sızı olur yüreklerinde. SKP’nin yemin törenini televizyon haberlerinde (çok kısacık bir görüntü de olsa) izlerken, MED TV’nin yayın hayatına başladığını duyarken, Sri Lankalı Tamil Kaplanları’nın Meksikalı Zapataların Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesini desteklerini ve sıcak selamlarını alırken, şehitler ordusu hatırlanır, sımsıcak anılarıyla. Zindanda bu anılara bağlı kalmak, şehitlerin bıraktığı mirasın takipçisi olmak, söz bunun için, intikam yeminleri bunun için. Böyle başladı, on sekizlerin öyküsü ve daha binlerce hikaye, destan. Peki ne oldu bu on sekiz kişiye? Ne mi oldu? Başta Şiyar olmak üzere, üç kişi; içlerindeki korkularla, savaşamayacak kadar küçüldüler ve korkuları onları yendi. Onların yürekleri yoldaşlığın sıcaklığını hissedemeyecek kadar taşlaşmıştı. Ve taşlanan yürekleri bin yılların yükünü kaldırmaya, insan olmaya yetmedi. Onlar milyonlarca Kürt halkının ve insanlığın, haklı davasına ihanet eden ve halkın vicdanında yargılanan, sorgulanan ve mahkum edilen birer suçlu oldular. İhanete özgürlük istenemez gerçeği ile ihanet batağında gün be gün dirhem dirhem ölüyorlar.
Hêvi arkadaş zindanda ve yeni insana özgür insana ulaşmanın amansız savaşına zindan mevzisinde devam ediyor.
Beş kişi halen Kürdistan’ın özgürlük kokan dağlarında. Bazen bir yol yürüyüşünde ve yahut ateşin etrafında koyu bir sohbette. Bazen, bir karakol baskınında ve yahut tepe nöbetinde kurşun yağmuru altında veya eğitimde. Onlar milyonlarca Kürt halkının acısını dindirmek için amansız bir kavganın içinde. Onlar özgürlüğün havarileri, Hz. İsa’nın on iki havarisi kadar kutsal. Onların hayalleri, Spartaküs’ün “güneş ülkesi” hayali kadar yüce. Ve onlar da şekil bulan yeni ve özgür insan, Afrodit’i kıskandıracak kadar güzel.
Berivan, Sozdar, Cotkar, Sefkan, Hawar, Hacı, Dijwar ve Özgür yoldaşlar direnerek, savaşarak halkın insanlığın gönlünde taht kurarak ölümsüzleştiler. İsimleri yeni doğan bebelere verildi, onlar gibi yiğit, onlar gibi kahraman olmaları için. Onlar en kutsal değerleri olan ülkeleri, yoldaşları ve halkı için onurlu yaşamın yılmaz takipçileri oldular. Ve geride kalanlara miraslarının takipçisi olma görevi bıraktılar. Onların ve binlerce şehidin ismi altın harflerle, direniş tarihine yazıldı. Böyle başladı on sekizlerin hikayesi. Çok yaşandı on sekiz gibi olaylar ve daha çok yaşanacak. Bütün bunlar yazılmayı bekleyen canlı tarihimiz. Belki az, belki yetersiz, ama mutlaka yazılması ve geleceğe taşınması gereken tarihimiz, değerlerimizdir. Yaşanan binlerce şahadet ve kahramanlıklar birer roman, birer destan olmayı bekliyor. Biz de karınca kararınca mücadele tarihimizin kısa bir kesintisini kaleme almaya çalıştık. Tüm devrim şehitlerimizin anısına değerli okuyucularımıza sunduk.
Adı, soyadı: Ercan KAYA
Kod adı: Hawar
Doğum yeri ve tarihi: Varto/ Muş, 1976
Mücadeleye katılış tarihi:1 Mayıs 1992
Şahadet tarihi ve yeri: 1994, Erzurum Eyaleti
Adı, soyadı: …
Kod adı: Özgür
Doğum yeri ve tarihi: Varto/ Muş
Mücadeleye katılış tarihi:1 Mayıs 1992
Şahadet tarihi ve yeri: 1993, Bingöl
Adı, soyadı: Doğan ASLAN
Kod adı: Sefkan
Doğum yeri ve tarihi: Varto/ Muş, …
Mücadeleye katılış tarihi:1 Mayıs 1992
Şahadet tarihi ve yeri: Ekim 1992, Çevirme köyü-Tekman/ Erzurum
Adı, soyadı: …
Kod adı: Dijwar
Doğum yeri ve tarihi: Varto/ Muş, …
Mücadeleye katılış tarihi:1 Mayıs 1992
Şahadet tarihi ve yeri: 1995
Adı, soyadı: …
Kod adı: Hacı
Doğum yeri ve tarihi: Varto/ Muş, …
Mücadeleye katılış tarihi:1 Mayıs 1992
Şahadet tarihi ve yeri: Haziran 1995, Varto
Mücadele Arkadaşları