HABER MERKEZİ – Çoğu kez yayın ve değerlendirmelerde dile getirilen Musul’da alıkonulan Türk devlet mensuplarının tarif edildiği biçimde seyretmediğidir. Bir kere DAİŞ elemanlarının Musul’a taşınmaları Türkîye ve Güney Kürdistan üzerinden geliştirildi. İkincisi; Türk konsolosluğu DAİŞ’ın Musul saldırısı esnasında ‘ben Musul valisiyim’ demesi ilişkiler açısından açıklayıcıdır. Peşmergeler guya konsolosu korumak için gittiklerinde, “siz işinize bakın” karşılığını vermiştir. Konsolos mensubu Türkiye’de iken birkaç kez “konuşursam” tehditlerini savurması durumu izah için yeterlidir.
DAİŞ’in Musul saldırısı esnasında bir peşmerge komutanı ile karşılaşan bir vatandaş, “Neden Musul’u Çetelere bıraktınız, gerillayı çağırsaydınız söylemine karşılık; olurmu? Eğer alana gerilla girseydi, kim onu oradan çıkarabilir.” biçiminde yanıt vermiştir. Musula olduğu gibi Kerkük te de aniden Peşmergenin çekilmesi, ‘düşman olan herkes girebilir, ama özgürlük hareketi asla’ gerçeğidir. Daha 1974‘te rahmetli Barzani şunları söylemişti; “Allah şahittir; savaşı sevmiyorum, çünkü savaş, bir sorunu halletmenin en kötü yoludur. Ancak Baas Partisi bize başka bir yol bırakmadı. Onların bize getirdiği önerinin, onların lehine Kerkük’ten ve başka bölgelerden ödün vermemizden başka bir anlamı yoktur. Bu ise imkansızdır. Bu uğurda her şeye hazırız; hepimizin öldürülmesine karar verilsede……Çünkü ben, Kürtlerin kabrime gelip tükürerek, niçin Kerkük’ü sattın? Demelerinden korkuyorum.” demişti. Koşullar ve en önemlisi Kürdistan toplumunda olan bilinç, uyanış ve eskisi gibi her isteyenin eskisi gibi sinsi, gizli politikaları yürütmenin kolay olamayacağı, eğer istenseydi tüm Kürdistan’lılardan gerekli olan desteği göreceği dikkate alındığında, en hafifinden bu nasıl Kürtlük, nasıl yurtseverliktir! denilir. Çağın direnişi Efrin savaşında Birahim Xelil de görevlî olan özel kuvvetler taburu yönetim ve erlerinden bizzat katılanların olduğu bilinmeyen bir sır değildir. Ve öyle de olmuştu.
Geçtiğimiz günlerde Neçirvan Barzani katıldığı bir programda, Türk devletinin Rojava Kürdistan’ına saldırısının sebebi PKK’dir demiş. Derdi Türkiye halk bankasında olan 84 milyon doları almak ise bilemem. Biliniyor ki Güney Kürdistan referandumu esnasında Amerika v.b den yardım talebinde bulunduklarında, paralarının nerelerde olduğunu iyi bildiklerinden dolayı olacak ki “ sizin paranız var” diyerek karşılıksız bırakmalarından da anlaşılmaktadır.
Aslında son yıllarda Kürtler nezdinde ipliği pazara çıkmış olmanın da yarattığı bir öfke olduğunu belirtmek, haksızlık olmaz. Dahası Türk devletinin ‘Sunacağınız destek ile birkaç yıla kalmadan PKK’yi marjinalleştireceğiz’ sözlerinden sonra genelde özgürlük hareketine Türk devleti ve bir bütün olarak NATO güçlerine dayanarak yaptığı saldırılarına rağmen gidişatın öyle sanıldığı gibi kolay olmayacağı anlaşılmışa benziyor. Güney Kürdistan’a yönelik topyekun saldılarına eşlik eden güney yönetimi, Rêber APO’nun ilkeli duruşu, direnişi, gerillanın efsanevi yürüyüşü, temelinde özgür Kürd olmak üzere Güney Kürdistan halkının onurlu tavrı yeminli ikilere önemli bir ders verdiğini belirtmek mümkün. Daha önce Rojava gerçeği söz konusu olduğunda bir keresinde Mesut Barzani bir TV konuşmasında, “Rojava devriminin geleceği yoktur” biçiminde bir söz sarf etmişti. Doğal olarak bu nerede ve bunun ile ilgili planların ayrıntısından habersiz böyle bir değerlendirme, kahinlere ait bir değerlendirme değilse, özel bilgilere dayandığını belirtmek daha gerçekçi olacaktır. Özel güvenlik toplantıları, NATO toplantıları, ikili ilişkiler veya geliştirilen diplomasinin(!) başka bir biçimde dışa vurumu olması sonucu olacağıdır.
Rojava devrimi, Güney Kürdistan’ın demokratik, özgürlükçü paradigma anlamında egemen sistemin Kürtlere giydirmek istediği elbisenin tersine, demokratik modernite eksenli kadın öncülüğünde bir gerçeğe dönüşen demokratik ulus yapılanmasının işbirlikçi Kürt milliyetçiliğinin kaygılandığı, ulus-devlet sistemine Kürdistan’da bir gerçeğe ulaşması sahiplerini olduğu kadar kendilerini kapsayan telaş, kaygı, korkunun verdiği öfkenin sonucudur. Dahası kendileri, DAİŞ’ı, Türk devleti başta olmak üzere geliştirilen tüm imha-tasfiye çabalarına özgürlük hareketi, halklar ve insanlılığın özgür yaşamdaki kararlılık, öfkelerini daha büyütmüştür. Güneye yönelik imha- tasfiye planlarının boşa çıkması bir yana, buna Rojava devriminin bu son saldırı ile evrensel-dünyevi bir karakter kazanması hegemonik sistem merkezlerini olduğu gibi Hewler’i de çok kızdırmış olacağını belirtmek çok yerinde olacaktır. Bazen Güney yönetiminden kimilerinin işgal karşıtı yaptığı açıklamaları olsa da, söz konusu gerçek niyeti kurtarmaya yetmemektedir.
Sistem adına ve ipliği pazara çıkmış ve artık Türkiye’yi yönetemez duruma düşen Erdoğan/Bahçeli gerçeğinin yeminli düşmanlıkları anlaşılırdır. Kapitalist modernite sisteminin verdiği görevleri yerine getirmeye çalışıyorlar. Bu anlaşılır bir husustur. Ancak Kürtlük, Kürdistan adına hareket eden Güney yönetiminin ulusala birlik karşıtı tutumu, tarifi gerektiren bir husustur. Toplumsal geleneğimizde, eğer birini beğenmez, yaşadığı gerçekliğe katılmazsan da zararsız durma bir tercih olarak yeğlenir. Veya toplumda birçok insan doğruyu görmesine rağmen mücadele-direşin zorluklarına katlanmadığı için bir seyirci kalmayı bile kendisi için onur bilmektedir. Dikkat edilirse, işbirlikçi Kürt temsilciliği Kürdistan adına hareket ediyor ve bensiz Kürdistan benim için bir hiçtir demesine rağmen, yeminli düşmanlara uygun bir duruşun sergilenmesi daha da geniş bir gerçekliğin ifadesidir.
Özgürlük hareketine her dönem değişik planlamalar dahilinde düşman ile birlikte saldırdıkları biliniyor. En geniş ve hegemonik sistemin tam sonuç alacağım dediği uluslararası komplodaki rolleri bilinmektedir. Şu anda da uluslararası komplonun yenilendiği bir dönemde benzer ortaklıkları vardır. Rêber Apo üzerinde uygulanan mutlak tecritin kendilerinin de temel talebi olduğu bir gerçek. ‘Eğer İmralı kapıları açık olursa, Abdullah Öcalan konuştuğu müddetçe biz siyaset yapamayız’ diyen de bu elitlerdi. Şu anda da onların temel istemleri, bu denli bir tecridin en uç düzeyde seyretmesidir.
Değişik emperyal güçlerin merkezinde kendilerine göre çoktandır özgürlük hareketinin geleceğine dair okudukları duaya, çoktan amin dediklerini bilmek ve onun heyecanı ve verilen gladiocu görevi yerine getirme sevinci ile kendilerine farklı bir alan oluşturmak istedikleri, günlük yaşam, hareketlilik ve sevinçlerinden de anlaşılmaktadır. Eğer öyle olmasaydı, bu denli insanlığın varlık dinamiği ve geleceğin bir tek umudu hakkında bu denli akılsızlık edilmezdi. Zamanında Rahmetli Barzani, ailenin ve kendisinin varisi İdris’i göstermişti. Yani benden sonra aile amiri İdris’tir demişti. Rêber Apo da İdris için “benim iyi bir dostumdu” demişti. Bu nedenle insanın aklından eğer rahmetli sağ olsaydı bu oğluna ne derdi” merak edilmiyor değildir. Adetlere göre bir mirası devralmış olabilir veya ‘işlerimizi en iyi bu yürütebilir’ seçimi de olabilir. ‘Serok’ diye dilendirilmeleri de bunun bir sonucu olabilir. Emekliye ayırdıkları sayın Mesut ile paylaşımlarının ayrıntısı henüz bir sır olarak durmaktadır. Egemen sistemin temel olarak ele aldığı, görüşme ve karşılamalarında, olan tüm trafiklerde böylesine bir senaryo- tiyatronun oyunculuğuna kollar sıvanmış durumdadır. Güney Kürdistan yönetiminin emperyal güçlerin temel politikalarının bir yerel uygulayıcı olduğunu bütün icraatlarında okumak mümkündür. Ve bunun doğruluğu da anlaşılır bir gerçekliği ifade etmektedir. Hegemonik sisteme uygun ve onun tüm tecrübeleri ile eğitilmiş yapıdır sözkonusu olan. Ve her dönem gelişen, büyüyen özgürlük mücadelesine karşı farklı bir versiyonla hareket etmeleri, genel planlamaların bir parçası halinde seyretmektedir. Egemen sistem ve onun yerel versiyonu durumundaki Türk devlet yapılanması ve onun günümüzdeki temsilcileri Recep Bahçelinin yaşadığı gerçek, günlük inlemeleri dikkate alınırsa, onların ipi ile kuyuya inenlerin halini sormaya gerek olmadığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır.
Dahası; Özgür insan gerçeğine dayanan ve bunun toplumsal-ulusal düzeyde demokratik modernitenin tüm verilerinin geliştirildiği, örnek kabilinde küçük bir toprak parçasında bir umuda dönüştürüldüğü bir tarihi süreç yaşanmaktadır. İnsani, toplumsal verilerin yaşam bulduğu Mezopotamya topraklarının tarihine yaraşır bir biçimde, güncellenerek bu kez de insanlığın geleceğini demokratik modernite biçiminde örüldüğü doğrulanmıştır. Bu nedenle hegemonik sistemin 3. dünya savaşının merkezine Rêber APO ve özgürlük hareketini hedeflemeleri anlaşılır bir husustur. Önemli bir nedeni de yeni paradigma ve onun bir yaşam düzeyinde gerçeğe ulaşması, kapitalist modernitenin tüm sırlarının açığa çıkarılması, şapkanın düşüp, kelin görünmesi, insanlığa sunulan büyük nimetlerden olduğudur. Özgürlük, demokrasi mücadelesinde başarının aralanması olarak da tanımlanabilir. Gerisi ve devamı olarak tanımlanabilecek olan, bundan sonrasının da gereklerine uygun bir biçimde dava sahiplerinin yerli yerinde sorumlulukların yerine getirilmesi ile tarif edilebilir.
Bitirirken, özgür birey, toplum gerçeğinin yaratıcılarına, her anı birer serkeftine dönüştüren insanlık abideleri olan devrim şehitlerine olan saygılarımla !
Mihdiyê Mihdi
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi