Mahsum Korkmaz Akademisi 3. Kongre kararı temelinde ilk kez Lübnan’da kuruldu. Akademinin duvarı üzerinde büyük harflerle şöyle yazılmıştı; ‘’Kürdistan Halk Kurtuluş Ordusu’nun temeli burada atıldı…’’ Aslında bu çarpıcı cümle her şeyi ifade ediyor.
HABER MERKEZİ
Mehmet Karasungur ve Agit’in kurduğu kamplarında eğitim gören gerillaların Kuzey Kürdistan’a yolculuğu başlamıştı. Şahin Kılavuz’un komutasındaki 8 kişilik gerilla grubu Behdinan’a geçmek isterken Hezil Çayında sele kapılarak şehit düştü. Alanı tanımamaktan kaynaklı bu talihsiz durum hareketi etkiledi. Tuzluçayır’dan PKK’ye katılan Şahin Kılavuz Siverek direnişinin başından sona kadar yer alır. “Ben M. Celal Bucak’ı vurmadan Siverek’ten çıkmam” der ve 12 Eylül darbesine kadar Siverek’te kalır. PKK Merkez Komitesi’nin talimatı üzerine Siverek’ten ayrılıp Güney Kürdistan’a geçer. 15 Ağustos Atılımı‘nda komuta düzeyinde rol oynayacak gerillayı geliştirmeye aday kadrolardan biriydi. Kılavuz’un bu erken şehadeti hareketi olumsuz etkilemişti.
Botan ve Behdinan alanına gerilla gruplarının dönüşü için pratik planlama ve hazırlıkların yapıldığı bir süreçte, 2 Mayıs 1983’te Mehmet Karasungur şehit düştü. Karasungur, Kuzey Kürdistan’da silahlı mücadelenin tüm pratik çalışmalarını hazırlayan, planlayan konumundaydı. Şehadetiyle, yürütülen çalışmalar bir süre duraksadı.
1983’ün bahar aylarında gerillalar üçer – dörder kişilik gruplarla Kuzey’e geçtiler. Mahsum Korkmaz, grubuyla Botan’a geçmiş; Garzan’a kadar uzun bir yolculuk yapmıştı. 1983’te hedeflenen gerilla eylemliliği etkili biçimde gelişmedi. 1984’ten itibaren somut planlama ve hedefler belirlendi. Uludere ve Çukurca’da etkili eylemler yapıldı. Ardından tarihi 15 Ağustos Atılımı ve HRK’nin kuruluşu için tüm hazırlıkları yapılmıştı.
Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, 84’ten sonra Kuzey Kürdistan’da gerilla hareketinin oturtulmasının sancılı ve zor geçtiğini söylüyor. ‘’Çünkü, tüm isyanları kanla bastırılmıştı; halkın inancı neredeyse yoktu. Bu yüzden halk silahlı mücadeleye çok kaygılı yaklaşıyordu’’ diyor. Karayılan ile söyleşimizin ikinci bölümünde PKK nasıl savaştı? Halkı nasıl ikna etti? Ve 90’larda kaçırılan zaferi konuştuk.
Kürdistan’da çok sayıda isyan oldu. Hepsi katliam ile bastırıldı. PKK, bu isyanları Kürt klasik savaşı olarak tanımlıyor. Nedir Kürt tarzı savaş?
Kürdistan’da yüzyıllar boyu yaşanan en temel yetersizlik; Kürt halkının stratejik bir önderliğe sahip olamamasıdır. Çünkü stratejik önderlik demek, o toplumun bir programa sahip, geleceğe bakış açısının olması demektir. Ama Kürdistan toplumunda yüz yıllarca boşluk yaşanmıştır. O yüzden hep gerileme içinde olmuştur; tarihin belli bir döneminden sonra hep cepten yemiştir. Kürdistan sürekli savaş sahası haline gelmiş bir ülke olmasından ötürü Kürtler savaşçı bir karaktere sahip olmuştur. İnsanları savaş meydanında çok yiğit ama düşmanı yenebilecek bir savaş tarzları olamamıştır. Stratejiye ve taktiğe dayanmayan; savaştan ziyade kavgacılık olarak tanımlayabileceğimiz bir tarz bu.
Savaş biliminde en önemli olgu düşmanı yanıltma, manevralarla düşmanı gaflete düşürüp darbe vurmaktır; taktikte çeşitliliği, zenginliği içerir. Ama Kürtlerin direnişleri daha çok ‘koç döğüşü’ ya da göğüs göğüse mevzi savaş tarzında olmuştur. Çoğu zaman kalelere girip direnme ya da bazı dağlarda mevzilenip sonuna kadar direnme gelişmiştir. Bu direnişler hiçbir zaman ulusal bir direnişe dönüşememiştir. Kürt isyanlarının hemen hepsi bölgeseldir, hiçbiri ulusal çapta örgütlenmiş bir isyana dönüşmemiştir. Savaş tarzının darlığı, geriliği, köylü isyancılığı yanında bir de direnişlerinin bölgesel kalması nedeniyle yenilmişlerdir. Bir de sömürgeci güçler de isyanların geliştiği bölgelerde işbirlikçi Kürt aşiret, mir çevrelerini örgütleyerek direnişleri bastırmışlardır.
Aslında ne kadar klasik Kürt savaşı olduğu da tartışma konusudur. Savaş bile denilemeyecek bir tarzdır; baskı karşısında sürdürebildiği kadar direnmektir. Aslında kavgacı demek daha doğrudur. Ama öbür yandan kişilik olarak en çok savaşkan insanlardır. En çok savaşkan insanlar ise savaş stratejisi ve taktiğinden mahrum kalmışlardır. Bu büyük bir çelişkidir. Kürtlerin bir ulusal, siyasal stratejisi gelişmediği gibi doğru bir savaş tarzının da gelişme imkanı ortaya çıkarılamamıştır.
* PKK’yi bu klasik savaştan ayıran ne idi? PKK ve gerillaları nasıl savaştı?
Öncelikle Önder Apo’nun Kürdistan’da bir stratejik önderlik olarak ortaya çıktı; tarih boyunca yaşanan öndersizlik boşluğunu doldurdu. Kürdistan halkı artık bir stratejik önderliğe, geleceğe dönük programa sahip oldu. Çağdaş bir düşünce sistemi ile toplumun geriliklerini, sömürgeci uygulamaların yarattığı çarpıklıkları değerlendirerek toplumun özünde var olan ve bu isyanlarda açığa çıkan direnişin özü alındı, ama savaş tarzı değil. Kürt isyancı, köylü savaş tarzına karşı bir mücadele yürütüldü; aslında Önder Apo’nun savaş sürecinin başlamasıyla birlikte en çok uğraştığı şey budur. Önder Apo nasıl ki çağdaş bir düşünceyi Kürdistan’a uyarladıysa, özgürlük mücadelesinin direniş taktiğini ve stratejisini de ortaya koydu. Bu stratejinin ana halkasını da uzun süreli halk savaşı, yani gerilla olacağını belirledi.
Gerilla vur-kaç taktiğidir. Yani görünmez olup, düşmanı vurup geri çekilme, kaçma tarzıdır. Klasik Kürt savaş tarzında bu yoktur. Bu sadece Kürdistan’da değil, Ortadoğu’da özelliklede Araplar’da da böyledir. Diyebiliriz ki, Ortadoğu’ya gerillayı taşıyan ilk güç PKK’dir. Doğru, Filistin’de gerillalaşma çabaları vardı ama Filistin’in coğrafyası ve toplumun koşulları buna el vermiyordu. Onun için Filistinliler adına fedailik dedi; Filistin’de fedailik daha çok gelişti. Gerilla tarzı Ortadoğu aslında yoktur. Önceleri İspanya’da Napolyon’un ordularına karşı geliştirilen daha sonra Çin’de Mao tarafından teorileştirilen bir savaş tarzıdır. Bu Ortadoğu’da pek bilinmeyen, olmayan bir savaş tarzıdır. Kürdistan da hiç bilinmeyen bir savaş biçimidir. O yüzden gerilla tarzını Kürdistan’da uygulamak çok kolay olmadı. Biz ilk kapsamlı savaş deneyimimiz olan Siverek’te, hemen ‘kozik’ denilen mevziye girdik, göğüs göğüse savaş tarzı hakim oldu. 84’ten sonra arazideki yarı gerilla, yarı klasik Kürt savaş tarzı kendisini dayattı. Mesela, gün boyu çatışmalar, mevzi tutmalar sabit savaş tarzıdır. Bu aslında Kürt toplumunun genetik yapısında olan bir şeydir. Dolayısıyla bizlerde de bunun etkileri ağır basıyordu.
Önderlik bu tarzı hiç bir zaman benimsemedi. ‘Bu tarzda zafer yok’ dedi; bu klasik Kürt savaş tarzına karşı bir ideolojik mücadele yürüttü. Önderliğin bu yoğun çabalarıyla Kürdistan’da gerilla hareketi belirli düzeyde gelişti. Bakın, ‘belirli düzeyde’ diyorum, tam olarak aslında gelişmedi. Eğer tam olarak gelişmiş olsaydı, bugün durum daha farklı olabilirdi. Gerilla hareketi kar topu gibi giderek büyüyen, kendisini koruyan ve büyümesiyle artık isyana dönüşen halk hareketine dönüşerek kurtuluşu sağlayan bir tarzdır. Biz burada hep duraksadık, hep yaşanan bu sınırlı gelişmelerle yetinme durumu oldu. Yine erken iktidar hastalığı bizlerde oluştu. Dolaysıyla hep çizgi dışılıklar kendisini dayattı. Ama bütün bunlara rağmen genel hatlarıyla gerilla Kürdistan’da oturdu. Kürt klasik savaş tarzından gerillaya geçiş sancılı olmuştur. Şunu diyebiliriz; gerillalaşmanın yaşandığı her yerde başarı da yaşanmıştır. Ama bunun dışındaki duraksama ve sapmalar tekrara ve kayıplara yol açtı.
* 84-89 arası gerilla hareketi, taktik ve hareket açısından bugünkü gerillaya göre oldukça statik, yine de Türk ordusuna karşı oldukça etkili olmasının yanı sıra bir halk hareketine dönüşmekte öncü role sahip oldu. Gerilla bu anlamda hem savaş hem de halklaşma açısından neyi ifade ediyordu?
İsyanlar ve gerçekleşen kırılmalar yüzünden Türk devletine karşı bir isyanın sürdürmesine ilişkin inanç zayıflığı söz konusuydu. İsyanlar olmuş ama kısa sürede tasfiyeyle ve katliamla sonuçlandığı biliniyor. Bu yüzden halk silahlı mücadeleye çok kaygılı yaklaşıyordu. Çünkü tarihsel örnekleri belleklerde silinmiş değildi. Hatta bu örnekler öyle derin izler bırakmıştı ki, insanlar hem yaşamış hem de hiç bahsetmeme, akla getirmeme tutumuna girmişlerdir. Çünkü bu bir kabustu ve insanlar hatırlamak istemiyorlardı.
Gerilla süreci başladığında 15 Ağustos’a dönük Türk devletinin de yaklaşımı; bu eski Kürt isyanları gibidir kısa sürede bastırırız, ezeriz biçimindeydi. Halbuki gerilla yeni bir şeydi; çok sonradan anladılar zaten. Halk ise destek sunuyordu, ama duygusallık ön plandaydı. Özellikle giden öncü birimlerin bıraktığı etkiler vardı üzerlerinde; falan kişinin arkadaşlarıysanız, o zaman başımızın üstünde yeriniz vardır diyerek yardım ediyorlardı. Başarıya dönük inanç konusunda zayıflık yaşanıyordu.
Halkı inandırmak zor olmadı mı?
İşte, ne zaman ki 1984’te başlayıp düşman karşısında durabilen, tasfiye edilemeyen, düşmanın yönelimlerini boşa çıkaran, kar topu gibi büyüyen bir gerilla gerçeği ortaya çıktıkça, umut oluşmaya başladı. Gerilla giderek bir özgürlük sembolü ve umudu oldu. Gerillanın yenilmez tutumu ile mücadeleyi başaracağı, halkı kurtuluşa götüreceği inancı pekişti. Elbette, bu kolay olmadı; 1984’ten 90 kadar ki süreç aslında gerillanın toplum tarafından benimsenmesi sürecidir. Bu süreç gerillanın ilk süreçleridir. Yanlış, kontravari, Hogırcılık gibi çizgilerin kendine uygulama zemini bulduğu bir dönemdir. Birçok hataya, yetersizliğe, yanlış yaklaşıma rağmen gerillanın bu 6 yıl içerisinde sergilediği pratik, kitlelerde büyük bir etki yarattı. Bu tarz bir mücadelenin zaferi yaratabileceği inancını geliştirdi; halk artık gerillada kurtuluşu görmeye başladı. Bu yüzden de Kürdistan’daki ilk serhildan hareketi gerilla cenazelerine sahip çıkmakla başlamıştır. Serhildanların hemen hemen tümü gerilla cenazelerine sahip çıkma biçiminde şekillenip gelişmişleridir.
Gerillanın 15 Ağustos 84’te başlattığı büyük tarihi hamle, 1989 sonuna geldiğimizde artık toplumda bir canlanmayı, dirilişi gerçekleştirdiği görülmüştür. 15 Ağustos Atılımı’na, ‘diriliş bayramı’ dememizin nedeni zaten budur. Bu hamle 6 yıllık bir mücadele ardından toplumda yeniden bir dirilişi gerçekleştirdi; artık savaşkan, direngen, geleceğe umutla bakan bir toplumsal yapının şekillendiği süreç başladı. 89 sonundan itibaren gelişen halk hareketinin başta Nusaybin, Cizre daha sonra Lice ve bütün Kürdistan’a yayılarak gelişen o serhildan hareketinin de bu diriliş devrimi sonucu ortaya çıktığı bilinen bir husustur.
Bu açıdan gerillanın halk nezdindeki anlamı umuttur.
* 90’lı yıllarda gerilla savaşı ve serhildanlara sıkışan devlet, kontrgerilla taktiklerini en vahşi şekilde uyguladı; Kürt köyleri yakıldı, Kürdistan insansızlaştırıldı. Bundan en fazla nasibini alan Botan oldu. Botan, gerilla için neyi ifade ediyor?
1990’a kadar gerilla daha çok Botan’dadır. Gerillanın yoğunluğu, sayısal varlığının yüzde seksenine yakını daha çok Botan’dadır. Botan, gerillanın Kürdistan’ın diğer eyaletlerine yayılmasında bir sıçrama tahtası rolü oynadı. Bütün eyaletlere savaşı öğrenmiş, komutalaşmış gücün aktarımı Botan’dan oldu. Tüm eyaletler 1991’le birlikte bu tarzla örgütlenme sürecine girdi. Zaten gerillanın tüm eyaletlerde yayılıp, gelişmesi ve oturtulmasının yılı 1991’dir. Bu da Botan’dan yayılarak, gelişen gerillanın yarattığı bir çalışma sonucudur. 1990’li yıllarda da yine Botan bir merkezdi; zaten 95’e kadar Ana Karargah yoktu. Doğal bir biçimde Botan bu işlevi görüyordu. Yani hem bir eyaletti hem de Ana Karargah rolü oynadı. Bu yüzden de düşmanın en çok yöneldiği, tümden insansızlaştırdığı bir eyalet oldu. Fakat düşmanın tüm yönelimlerine rağmen Botan’da gerillayı zayıflatamadı. Şimdi Besta’ya, Herekol’a, Kato’ya yöneliyor ama o dağların, taşların ve o insanların gerilla için her zaman yaşatan bir özelliğe sahip olmuştur. Şimdi de aynı şey pratikte görülmektedir. Düşmanın uyguladığı ağır ambargo, JİTEM’in en vahşi ve en hain biçimde silahsız ve savunmasız insanları arkadan kurşunlayarak tasfiye etmesi, kaçırtması taktiği ile kitleyi gerilla desteğinden uzaklaştırma çabası belki belli bir zorlanma yaratmıştır ama geri adım attıramamıştır. Botan gerillası ve yurtsever halkı büyük bir fedakarlık sergileyerek sürekli Botan’ı gerillanın bir merkezi olarak yaşatmışlardır.
90’lı yıllar aynı zamanda zafere en yakın olunduğu yıldır
90’lı yıllar için çok şey söylenebilir; sadece Botan için değil bütün eyaletler ve alanlar için… Nihayetinde bir tarihsel muhasebe yapılırsa 90’lı yıllar aslında zaferin kaçırıldığı yıllardır. Özellikle 91, 92 hatta 93 süreci için bunları ifade etmek mümkündür. O zamanın koşullarında ortaya çıkan sevdalanma, erken iktidar hastalığı gibi çizgiyle ters yaklaşımlar sonucu koşullar tam olarak doğru değerlendirilemedi. Bu nedenle de düşmanın fırsat yakalayıp uluslararası komployu Önderliğimize dayatmasının koşulları oluşmuştur. Oysa zamanında gereken hamlesel çıkış ve müdahale olmuş olsaydı, düşman bu tür olanakları yakalamayabilirdi.