HABER MERKEZİ- Analiz Numan Amed’in Kaleminden
HALK SAVAŞI- DEVLET SAVAŞI
“Tarihi belirlemelerden en çok etkilendiğim ve geleceğin ayak seslerini en güzel tasvir eden Hegel’in “Minerva’nın Baykuşu alacakaranlıkta uçar” tabiri olmaktadır. Uykuda olan veya kalkmanın arifesinde olan tarihin demir gibi yasalarının büyük bir olay ile ben geliyorum demesidir. Bunu hisseden ve görenlere aydın diyoruz. Savaş kavramları özenle seçilip bir retoriğe dönüştürülmüşlerdir. Bunları çok güzel ifade eden savaşçılar vardır. Ortadoğu’da söylenenleri pek bilmiyoruz. Bildiklerimiz de Avrupa tarihçi ve sanatçıları tarafından yazılan çizilenler oluyor. Tarihi kutsal şehir Kudüs kapısında bir Avrupa şövalyesiyle savaş şartları ve ateşkes görüşmesi yapan Selahattin Eyyubi’nin konuşmaları bunlardan bazılarıdır. Kudüs için bu savaş ve dehşetin anlamı nedir diyen şövalyeye Selahettin şöyle cevap verir: “hiç… her şey.” Savaş aletleriyle bu retoriği ifade eden daha değişik sözler de vardır. “Ben eski ve yeni savaş taktiklerini kendisinde birleştiren savaşçıya aittim.” Bu sözler bir kılıcın üzerinde yazılmıştır. İngiltere ve İskoçya yaylalarında Krallık Ordusu ile İskoç halkının karşı karşıya geldiği bir muharebe de ünlü İskoç direnişçi tarihin en güzel konuşmasını yapar.
Savaşın bu retorikle ilgisini çok iyi bilen Clausewitz, bu övgüyü komutan için ifade eder. Onun için: “komutan bütün yolların onda birleştiği dikili bir taş anıt gibidir.” Bütün Roma ve Avrupa bulvarlarında dikili olan anıtlar bunu ifade eder. Şam’daki Selahattin heykelinin kılıcı Kudüs’e dönüktür. Bu heykelin ününde fotoğraf çekmeyenimiz yok gibidir. Napolyon Bonapartte, tarihi Mısır seferini yaparken Arapların çıplak kelimeleriyle ifade ettiği Ebu el-Hôl, “Dehşetin Babası” Sfenksi’sinin karşısında resmini yaptırmıştı. Askeri literatürde psikolojik üstünlüğün simgeler babında böyle ilginç bir ifadesi vardır. Tarihte şehir kapılarına yaptırılan devasa heykellerin simgesel anlamı güç gösterisidir. Retorik sadece konuşma ve hitabet ile sınırlı değildir. Tarihi Roma ordularının retorik ve askeri heykellerin yapımını sanat düzeyine çıkartması bununla bağlantılıdır.
Kartaca komutanı Hannibal’ın “ya yeni bir yol bulacağız ya yeni bir yol yapacağız” ile Romalı komutanın “geldim, gördüm, yendim” cümleleri bütün harp akademilerinde subayların ezbere bildiği retoriklerdir. Retorik ve kahramanlık kavramları aynı şey değildir. Yukarıda ifade ettiğim her söz ve deyimin arka bahçesinde ideolojik bir gerçeklik yatmaktadır. Sun Tzu’un çok açık ifade ettiği biçimiyle “ölüm memurları” olan bu şahıslar Devlet askerleridir. İskoç direnişçi ve Selahattin dışındaki diğer örnekler askeri okullarda subayın psikolojik yapısını güçlendirmek için tekrar tekrar gündeme getirilen şeyler olmaktadır. Clausewitz’e göre: “modernleşmemiş toplumlardan büyük komutan çıkmaz.” Clausewitz, uygarlık ve uygarlaşmak için doğru söylemektedir. Ölümün matematiğini yapmak, savaşı satranç tahtasının üstündeki hamleler gibi oyuna benzetmek hatta bu oyunu sanat gibi kavramsallaştırmak ölüm memurlarına has bir şeydir. Kahramanlık, fedailik, özverilik, cesaret gibi kavramlar halk savaşlarına aittir. Bu kavramlar genellikle aşiret direnişlerinin özellikleridir. Clausewitz, bu direnişleri savaştan saymaz. Savaşın üç bileşeni dediği şeylerden ikisi devlet ve ordudur. Üçüncü unsur olarak ifade ettiği halk da tartışmalıktır. Hangi halktan bahsettiği belirsizdir. Büyük bir ihtimalle soylu veya üst sınıftan bahsetmektedir. Clausewitz’i okuduğumuzda şöyle bir tablo çıkar: “Savaş belirgin eğilimleri olan üç yanlı şaşırtıcı bir olaydır: Bir yanda doğasının özünü teşkil eden şiddet, doğal ve kör bir iç güdü sayılması gereken kin ve nefret: öte yanda savaşı bağımsız bir ruhsal etkinlik haline getiren olasılık hesapları ve rastlantılar, son olarak da savaşı tamamen akla bağlayan politik araç niteliği. Bu üç yandan birincisi daha çok halkı, (üst tabaka) ikincisi daha çok komutanı ve ordusunu, üçüncüsü ise daha çok hükümeti ilgilendirir.”
Esas üçlemedeki eğilimlerin her biri, ikincil üçlemedeki eğilimlerle bir araya gelerek, ihtiras-halk, şans ve olasılık hesapları-komutan ile akıl-hükümet ikilikleri şeklinde üçlemenin tamamını oluşturmaktadırlar. Akıl- hükümet; politika demektir. Burada savaşı çıkartan halk, sonlandıran hükümet gibi bir sonuç çıkar. Bu formüllerin tam tersi doğrudur. Ancak söz konusu uygarlık savaş akademileri olduğu için kast edilen halk üst sınıftır. Bu teori, Roma kapılarına dayanan Kartacalı Hannibal’i Kartaca sorunu olarak ifade eden Roma senatosu için geçerli olabilir. Bu senato da tümüyle hükümet değil, üst sınıfın ta kendisidir. Biz, bu yorumları yapısal sosyolojinin savaş ayağı olarak ele alıp Merkezi uygarlığın savaş yaklaşımı biçiminde yorumluyoruz. Bu ikilem tıpkı Devlet özgürlük ikilemi gibi; savaş ve hegemonya ikilemi biçiminde demokratik uygarlığın savaşçıları tarafından da bazen birbirine karıştırılır. Ülkesi için özveride bulunma, halkının acılarını, başına gelenlerin bedelini, intikam duygusunu fitil fitil düşmanın burnundan getirmenin yarattığı erdemli duygu ile bu Uygarlık savaşı arasında fersah fersah mesafe vardır.
Subaylık halka gözdağı, centilmen, kendini halktan üstün tutma, bu duygunun yarattığı psikolojinin kahramanlık hikayeleriyle mayalanması ve üstün ırk tutkusuyla pekiştirilmesi genel uygarlık askerlerinin kimliğidir. Bu bir edebiyattır. Bu edebiyata rağmen uyarlık subayı olan Clausewtz köylü cesaretini bazen bundan üstün tutar. Savaşın belirleyeni olmasa da kör cesaret sürtünme olayını ana karaya çıkartır. Sürtünme savaşta belirsizlik demektir. İngiliz Savaş Sanatı teorisyeni John Keegan, bütün savaşların kazanılmasında düzensiz birlik, kabile savaşçılarının ek birlik olarak düzenli orduya dahil edilmesiyle kazanıldığını söyler. Haklıdır. Aşiret ve kabile bireyi doğal olarak savaşçıdır. Roma, Sasani, Rus- Fransa savaşı ve hatta ikinci dünya savaşında Rus ordusundaki partizan ve Kazakların oynadığı rol oldukça önemlidir. Bunlar uygarlık ordularının demokratik uygarlıkla kesiştiği ince çizgide cereyan eden olaylardır. Bir de tam karşısında olan demokratik uygarlık savaşı vardır. Savaş kavramını ödünç alarak kullanıyorum. Clausewtz’in formüle ettiği şey yapısal olarak kurgulanmış savaştır. Savaş kavramı bu yapısal durum için geçerlidir. Politika savaşın koçbaşı ile mümkün olmaktadır. Kalenin kapısını açmak için koçbaşı şarttır. Kürtçe dilinin derinliklerinden gelen savaş kavramı için kullanılan “har” ve bu “har”ın Arapça’ya harp olarak geçmesi tahrik edilmeyle ilgilidir. Yani bıçağın kemiğe dayanmasından sonra devreye giren bir kavram olmaktadır. Tarihleriyle uyumlu bir kelimedir har. Har kavramının hormon olarak uygarlık biliminde popüler olması da işin ironisi olmaktadır. Har ve hormon aynı köktendir. Zap diyarında savaşmaya gelmiş birçok özel askerin hormon kullandığı basına yansımıştır. Biri doğal diğeri yapay.
Savaştan sayılmayan şey tarih değildir. Tarih olmayan şey uygar değildir. Uygar olmayan şeyin yok olması mubahtır. Bildik hikaye burada da karşımıza çıkmaktadır. Clausewitz, aşireti politik bir form saymaz. Mücadelesini de savaş kapsamına almaz. Ona göre bu bir savaş değil, kavgadır. Clausewitz’i olumlamayla adım atarsak demokratik uygarlık bileşeni olan aşiretin savaşı politik bir araç olarak tercih etmediği sonucu çıkar. Koruma, direniş, öz savunma, meşru savunma gibi olguları ahlaki sayan aşiret; işgal ve soykırıma karşıdır. İşgal ve soykırımın politika sayıldığı binlerce örnek vardır tarihte. Merkezi uygarlığın savaşı bir soykırımdır. Tarihin ilk şafak vaktinde cereyan eden ve okuduğumda kanatlanıp gurur duyduğum Guti atalarımızın Sümer seferi, tarihin devlete karşı olan ilk seferi olarak kayıtlara geçmiştir. Kaynak Fredy Perlman’ın Leviathana Karşı Kitabı olmaktadır. Gordon Childe’ye göre: “Gutiler düşmanlarının kutsal yerlerine dokunmadılar. Eğitim sistemleri ve hocalarını savaşın dışında tutular. Savaş komutanları ile krallarının ev ve yaşam yerlerinde taş üstünde taş bırakmadılar.” Bunları savaşamaz duruma getirene kadar savaştılar.
Acaba Clausewitz bu tarihi olay hakkında ne derdi? Gutiler bir aşiret konfederasyonuydu. Savaşı nerde başlatıp nerede bitirecekleri konusunda hayli bilinçli olmaları ilginç değil midir? Bu savaş örneği demokratik uygarlığın savaş için sevk ve idare veya akademileri için iyi bir tarihi dönümdür. Meşru savunmanın kayda geçmiş ilk örneğidir. Gutiler için KUR tapınağının talan edilmesi bardağı taşan son damladır. Tarihteki ilk savaş rölyefi Naramsin’in Guti halkının kafalarına basarak yapılan rölyeftir. Tarihin gelmiş geçmiş en gaddar ve ilk talan gücü Akadlar’dır. Sargon, Akkad İmparatorluğu’nun kurucusudur. Torunu Naramsin Anadolu’da kurulu 17 kent devletine karşı savaşmış ve bu mücadelesi ‘şartamhari’ metinlerinde Akadca anlatılmıştır. Akadca ‘şar’ ‘şarrum’ ‘kral’ anlamına gelir, ‘tamhari’ ise ‘mücadele’ anlamındadır. Şarhamtari ise ‘mücade eden kral’ anlamında Naramsin’in Anadolu kentleri ile mücadelesini anlatır. Bahsi geçen bu saldırılar kuzey Kürdistan’a dönüktür. Bu zaman kesitinde alanda yaşayan halk Hurrilerdir. Etimolojik açıdan bakıldığında şar denilen kelime bu gün şer ve şêr olarak Kürtçe dilinde hala yaşamaktadır. Peki tamhari kelimesine ne demeli? Tanrıları fırtına olan Hurrilerin fırtına sinomileri olan tavan ve har ile ilgisi açık değil midir? Har kelimesi harb kelimesinin de kökenidir.
Acaba demokratik uygarlığın savaş ile ilgili şarkı, halay, hikaye ve kahramanlıkları çıkartılsa geriye ne kalır. Mücadeleyi bir halay ve şarkıya çevirmiş halkların kültürü karşısında bando takımları, sahte marşlar ve şişirilmiş heykelleri dışında merkezi uygarlığın neyi vardır. Tarihten günümüze doğru modern çağda bir diş doktoru olan Che Guevara, bir hoca olan Mao ve Giap, artistler gibi olan PKK gerillalarının ihtişamı nerede, domino plastikleri gibi yan yana duran askerlerin ihtişamı nerede. Kültürden ruha, estetikten savaş teorisine kadar karşıt olan bu iki gerçeği ayırt etmek gerekir. İncelenirse ciddi bir strateji ve taktiklerle dolu bir tarihin olduğu görülecektir. Buna ilişkin hüzünlü bir hikaye vardır. Zamanın Filistin Kurtuluş Ordusunun başı Yaser Arafat, gerilla taktikleri ve teorisini edinmek için Mao’nun yanına gittiği söylenir. Mao Yaser Arafat’a der ki “işi yanlış yerde arıyorsun. Size yakın olan ve sizin tarihin bir parçası sayılan Fas’ı inceleyin. Gerçek gerilla savaşı ordadır, ben oradan esinlendim” der. Geçen yazımızda değerlendirdiğimiz Rif savaşına komutanlık eden komutanın incelenmesini ister Mao. Rif savaşı veya Annual Muharebesi İspanya’da Annual felâketi olarak anılır. Savaş zaferi bir ülkeyi işgal edip toprağına katmak olarak anlaşılıyorsa belki aşiretlerin böyle çok yaygın zaferleri yoktur. Ama ayakta kalması, yaşaması ve topraklarını savunması en büyük zaferdir. Bu anlamda Aşiretlerin kazandıkları yüzlerce savaş vardır. Ne demek yoktur. Her uygarlık komutanının geçmediği, yenildiği savaş aşiretin zaferidir. Aşiret yaşayabilmişse kazandığı zaferler sayesindedir. En uzun yaşayan toplumsal formdur. Peki, kurtlar sofrasında nasıl yaşayabilmiştir?
Yazımızın başında ifade ettiğimiz “Minevra’nın Baykuşu alacakaranlıkta uçar” tabiri Hegel’in uygarlık sahnesine çıkartmak istediği Alman devine ilişkindir. Dünyayı sarsan Birinci ve İkinci dünya savaşları Hegel’in bu öngörüsü ile ilgili olmaktadır. Napolyon’un tekrarlanmasıdır. Merkezi Uygarlıkta cereyan eden bu yakın tarih Hegel’in bu veciz tabiriyle tarihe geçerken, Demokratik Uygarlığın binlerce direniş örneği PKK şahsında beden kazanmaktadır. Hegel’in Minevra baykuşunu ödünç almamıza gerek bırakmayan tarihi göstergeler artık gözükmektedir. Bu görülen şeyler tarihin hiçbir savaşına benzemeyecektir. Hindistan’dan Fas’a ve tüm Afrika ülkelerine çağımızın savaş doktrininin belirlediği Mutlak otorite- mutlak özgürlük ikileminde cereyan edecektir. Ve bunun sloganı da Jin Jiyan Azadi olacaktır.
Kürtçe’deki azadi kelimesinin etimolojik kökeni yeniden doğuş demektir. Yani Rönesans anlamına gelir. Kadın komutanlar öncülüğünde, ifade etiğim coğrafya da mutlak özgürlük kadın ekseninde gelişecektir. En son Belucistan özgürlük savaşçılarının Pakistan’a karşı yaptığı eylemin komutanı bir kadındı. İsminin ilginçliği bu yazımın içeriğiyle örtüşmektedir. İsmi Zilan Kürt olan bu kadın gerillanın varlığı ile bir milyar kadının olduğu Hindistan’daki Jin Jiyan Azadi çerçevesindeki başkaldırı artçı depremler olmaktadır. PAJK, bütün dünya kadınlarını birleştirecektir. YJA STAR bir bilgenin öngörüsü ile ortaya çıktı. Tanrıça Ordusu anlamına gelir. Bu bir edebiyat değildir. Minevra da bir tanrıçaydı. STAR korucu ordu anlamına da gelir. Yüzlerce kadının tarumar ettiği İran’ın yanında bir Hindistan’ı düşündüğümüzde bir Milyar kadının ne yapabileceğini gözünüzde canlandırın. Tarih durur. İşte halkların savaşı bu minvalde gelişmektedir. Devletin savaşı ile halkın savaşı 21 yüzyılda böyle cereyan edecektir. Zilan Kürt yoldaşı minnet ve sevgi ile anıyoruz.”