HABER MERKEZİ
Halka ve kendi öz gücüne dayanmayan, bir şekilde başka güçlere bel bağlayan yaklaşımların her zaman sonuçları fecaat olmaktadır. Kürdistan tarihinde sıklıkla görülen egemen sınıfların kendi öz güçleri yerine başkalarına dayanan yaklaşımları Kürt halkına hep kaybettirmiştir. Başkalarıyla ilişkiler olabilir ve belki de olması gereklidir. Dünya o kadar küçülüp köy haline gelmiş iken, herkes ile ilişkilenmek güç alıp vermek en doğal olandır. Ancak ilişkilenmek başka bir şeydir, başkalarına sonuna kadar dayanarak çözüm aramak başka bir şeydir.
Yine peşinen belirtelim ki, sorun birileriyle ilişkilenirken işbirlikçi olup olmama istemiyle yakından uzakta alakası yoktur. Tarihte ortaya çıkan birçok işbirlikçi tutum işbirlikçi olunmak istendiği için açığa çıkmamıştır. Tam tersine birçok kişi ve çevre bağımsız olduğunu düşünerek zamanla farkına bile varmadan başkasının, başkalarının işbirlikçisi oluvermiştir. Hatta birçok çevre işbirlikçi tutum içine girmesine rağmen uzun bir süre bunun farkına bile varmamıştır. Varamamıştır. Bunun için diyoruz ki dile getirilenler kimi zaman niyetlerin dışında, bireylerin ya da o çevrelerin karakteri, sınıfı eğilimi gereği yaşadıklarıyla ortaya çıkabilmiştir.
Devrimler Halkların eseridir sözü tüm ustaların sıklıkla ifade ettikleri bir tespittir. Ancak eğer bu tespitler söz düzeyinde kalması durumunda istenmese bile başkalarına muhtaç olma hep yaşanan bir gerçeklik olarak kaçınılmaz olarak halka dayanmayanların karşısına dikilir. Hem de sonuçları çok ağır olarak.
Afrin’de çok fazla Rusya’ya dayanan yaklaşım bu kez bir şekilde ABD’ye dayanılarak yapılmak istenmiştir. ABD’nin dünyanın en pragmatist gücü olduğu herkesin malumudur. ABD’de kadar Rusya’nın daha pragmatist politikalar takip ettiği herkes ifade etmekte ve bilmektedir. Bilmeye bilinse de pratik politikalara gelindiğinde birçok kez bu gerçekler unutulmakta sonuçlar farklı olunca da ”İhanete uğradık” sözleri ağızlar da düşmemektedir.
Gizli kapılar ardından neyin tartışıldığını bilmiyoruz, ancak basında takip edebildiğimiz kadarıyla ABD’nin birçok siyasi, askeri, istihbari yetkilisi sürekli YPG ile taktik bir ilişki içerisinde olduklarını ifade ettiler. Hatta birçok kez TC’nin bir NATO ülkesi olduğunu bunun için aynı blok içerisinde Stratejik Müttefikler olduklarını da hep dile getirdiler. Bunun için diyoruz ki, ABD hiçbir zaman Rojava için TC’ye karşı savaşacağını dile getirmemiştir. En fazla TC’yi Rojava’ya saldırmaması için uğraşacaklarını belirtmişlerdir ki bu sözlerini de ayan beyan yarım ağızla basına yansıtmışlardır.
Kaldı ki hepimiz biliyoruz ki ABD Türkiye’yi Suriye’ye sokarak Cerablus’u almasını sağlamıştır. Benzer bir şekilde Afrin’e saldırmasını isteyen güç yine ABD olmuştur. Kendilerince bunu yaparak NATO’yu Suriye’de etkili kılarken, Özgürlük Hareketini zayıflatarak Rojava’yı kendi çizgilerine getirmek istemişlerdir. Hatırlıyoruz, ”bizler Fırat’ın batısıyla sorumluyuz” sözleri TC’ye Afrin’e girebilirsiniz davetiydi. Her ne hikmet ise Rusya İdlib’e saldırdığında ilk refleks gösteren ülke ABD olmuştur. İlk refleks gösteren siyasetçi Trump olmuştur. Gerçekten de Afrin Fırat’ın doğusunda ve sadece İdlib mi Fırat’ın batısına düşüyordu? Bunun böyle olmadığını hep birlikte Afrin’de gördük.
Unutulmamalı ki, ABD, Rusya ve bölgenin Ulus Devletleri paradigmasal olarak iktidarcı ve devletçi paradigmayı temsil ediyorlar. Bu bağlamda tümüne bizler Kapitalist Modernist güçler diyoruz ki, ontolojik olarak birbirlerine yakın ve aynı paradigmayı temsil ediyorlar. Aradaki farkları çıkarlarıdır. Her kapitalistin kendi çıkarını düşündüğü gibi bu güçler de aynı çizgide seyreden güçler de olsa, kendi maddi çıkarlarını düşünmektedirler. Aralarındaki çelişkilerin kimin pastadan ne kadar alacağı çelişkisidir. Bu çelişkilerini karşılarına Demokratik Moderniteyi temsil eden bir güç çıktığında hemen bırakabilir ve birlikte üzerine çullanabilirler. Kerkük’te böyle oldu, Cizre-Nüsaybin’de böyle oldu, Afrin’de böyle oldu şimdi de Serêkani ve Girê Spi’de böyle olmaktadır.
Bunun için diyoruz ki bu güçlerin amaçları, başta da ABD’nin; amaçları geçmişten beri, nasıl ki zamanında ”PKK evet, Apo’ya hayır” deyip Önder Apo’yu zayıflatmak için partiyi zayıflatıp yapabilirler ise parçalayarak partiye ve Önderliğe saldırmışlarsa, şimdi de benzer bir şekilde ”PKK’ye hayır, parça örgütlerine evet” diyerek aynı çizgi uygulanmak istenmektedir. Çünkü bu güçlere göre PKK’nin dışında Apocu olunamaz. Halbuki biliyoruz ki bugün dünyanın çok bir yerinde Apocu çizgiyi benimseyen binlerce yüzbinlerce demokrat, sosyalist, anarşist ve feminist vardır. Bunlar PKK’li değildir ancak bunlar Apocudur. Bu hegemon güçler her Apocu’yu PKK’li olarak ele aldıkları içindir ki, kendi çizgilerine çekmek için her türlü oyun ve hileye başvurmaktadırlar. Bunun da Rojava’da en iyi yolu Rojava devrimci örgütlerini ve silahlı güçlerini sıkıştırarak, saldırılarla baskılayarak özgürlük çizgisinde taviz veren hale getirmektir. ABD ve Rusya bunu geçmişte DAİŞ ve benzer örgütlerin eliyle yaparken şimdilerde ağırlıklı olarak TC’yi ve kısmen de olsa Suriye sopa olarak Rojava devrimci güçlerini saldırarak tavizler kopartarak devrimci duruşlardan geriye çekmeyi hedeflemektedirler.
Sözü uzatmadan belirtelim ki, diplomasi alanına giren-Kürtlerin-hangi güçleri ve hangi örgütleri olursa olsun-umudunu çok fazla dış güçlere bağlamaya başlamaktadır. Örneğin Rojhılat’ın birçok gücü adeta Kürdistan Devrimi için tüm umutları hep dış güçlerdir. Öyle ki ne zaman İran’a bir saldırı olacakta bundan yararlanmaya çalışacaklarının planını yaptıkları için sağlıklı bir mücadele stratejisi ve taktiği açığa çıkmadığı gibi, devrimi gerçekleştirecek olan halka yaklaşılmıyor, halk örgütlenmiyor, halkın da öz savunma gücü örgütlendirilemiyor. Ne de olsa ABD ve belki de bazı başka güçler İran’a saldırarak İran’ı zayıf kılacak, üstelik bir de kendilerine silah ve para vererek, kendileri de harekete geçerek İran’ı devirecekler! Plan bu olduğu için milim bile hareket yoktur.
Peki kim diyor ki, İran’ı saldırdıklarında ve İran’ı sarstıklarında ortaya çıkacak devrim fırsatını sana bırakacaklar? El alem aptal mıdır ki açığa çıkardığı fırsatları sana bıraksın ya da koklatsın? Bilelim ki fırsat verseler bile, sadece ve sadece tümden işbirlikçi, tırşıkçı başkasının silahşoru ve tetikçisi olunursa, buna yol verirler ki, o da belki…!
Kaldı ki biliyoruz ki Kürt halkının sosyolojisi ve ruhsal şekillenişi dış güçlere endekslenmeye çok açıktır. Bizim gibi hem uzun süre aşiret formu ile yaşamış yine sürekli işgal ve istilaya uğraşmış halkların gözleri başka etkili güçleri arar. Bir nevi başkalarında medet uman, başkalarının kendilerini savunacağını bekler. Kaldı ki Kürt egemenleri hep böyle olmuşlardır. Önderliğimiz bu ruhsal durumu kırabilmek için korkunç halkımızın iradeleşmesine yüklenmiştir. İradi kılarak kendisi olması için inanılmaz düzeyde çalışmalar yürüterek halkı güçlendirmeye çalışmıştır. Yine bu sosyoloji saldırılar yaşandığında dağlara kaçarak kendisini var etmiştir. Ancak bilelim ki bu da kendisiyle birlikte vatan, toprak, ülke mefhumda ciddi zayıflıkları kendisiyle birlikte getirmiştir. İster büyük ister ufak saldırılarda halkımızın hemen yerini yurdunu terk etmesi bundandır. Güçlü de medet umması bundandır. Bunun için önderliğimizin yaptığı gibi tek yol halkımızı daha fazla iradi kılmaktır. İradesi kırılamaz hale getirebilmektir.
Biliyoruz, devrimler halkın eseridir derler. Bu gerçekliği bilerek halkımızı son ferdine kadar örgütleyerek birer savaşçı haline getirmek temel görevimiz olmalıdır. Halkımızın her ferdini Öz Savunma gücümüzün birer savaşçısı haline getirilmesi demek, esasta Savaşan Halk Gerçekliği demektir. Devasa askeri güçleri bulunan güçlere karşı sadece bilinen askeri güçlerle karşı durulamaz. Görkemli direnilir ancak zaferi getirecek olan halkın duruşu ve direnişidir. Ancak bizler kuzey başta olmak üzere Afrin ve şimdi de Rojava tecrübelerinden ders çıkartarak görkemli bir öz savunma çalışmasını açığa çıkartmalıyız. Öz Savunma bu bağlamda sadece askeri güçlerin çalışması olamaz. Öz savunma alanı askeri güçlere bırakılamaz. Kürdistan’da birçok devrimci güç buna bir yere kadar Özgürlük Hareketi de dahildir, halka sadece yardımcı gözüyle bakıldı.
Halkımızı bir nevi Arenalarda, ”Yaşasın Gladyatörlerimiz” diyerek en fazla alkış tutan bir hale getirebildik. Halbuki olması gereken halkımızı Gladyatörlerle birlikte Arena’da aslanlara karşı taşıyla sopasıyla duracak hale getirebilmemizdir. Halkımızı bu düzeyde örgütleyerek öz savunma gücü haline getirdiğimiz andan itibaren dünyanın tüm güçleri üzerimize gelseler bile bir milim sonuç alamayacakları gibi direniş güçlerimiz de bir milim geri atmazlar. Bunları bilerek her parçada, her parçanın her bölgesinde, her bölgenin alt alanlarında hatta her ailemizi, ev ev Öz Savunma anlayışı temelinde örgütleme görevi önümüzde durmaktadır.
Böyle yaparsak başkalarında medet umman durumda halkımızı çıkartabilir ve de halk ve partiler olarak yürüttüğümüz diplomatik faaliyet ve ilişkilerde elimizi güçlendiririz.
Bu gerçekliği bilerek yeniden halka dönme zamanı…
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi