HABER MERKEZİ
Her tarihsel dönüşümü sağlayan toplumlarda gerçekleştiğini gözlemlediğimiz ideolojik hegemonyanın (mitoloji, din, felsefe ve bilim olarak) bir benzerini Avrupa uygarlık aşamasında da görmekteyiz. Uygarlığın maddi dönüşümünü olduğu gibi değil, manevi (dar anlamda kültürel-ideolojik) olarak nasıl yansıtılıyorsa öyle görmekteyiz. Tüm önemli çağlar boyunca yansıtılan bu gerçeklik Avrupa çağı için de geçerlidir. Sadece düşün gücümüzle değil yaşam gücümüzde de bu gerçeklik sanıldığından çok daha geçerlidir. Çağların kendine has böyle bir geçerliği vardır. Aşılmaz değillerdir. Ama gerçek bir diyalektik aşama sağlanmadan da bu gerçeklikten kurtulunamaz. Çok zıddında olduğumuzu sansak bile bu böyledir.
Avrupa mitolojisi veya bilimi adına söylenen hakikatlere bu açıdan bakıldığında Avrupa uygarlık aşaması daha doğru çözümlenebilecektir. Sanayi çıkışının tarihsel temelinde belirleyici olarak İslam’ın ideolojik-pratik saldırısı karşısında Hristiyanlık ve kısmen Museviliğin Ortadoğu’dan giderek yoğunlaşan sürgünü yatmaktadır. İslam’dan az önce gerek Hristiyanlık gerek Musevilik Ortadoğu’nun Roma sonrası (Batı Roma) hegemonik ideolojileri olarak gelişmekteydiler. Çin’den İspanya yarımadasına kadar etkinlik kazanmaktaydılar. Avrupa’nın 10. yüzyıl sonrası kent yükselişleri Ortadoğu’da söz konusuydu. Bunda eski Helen kültüründen de yararlanarak ortaçağ uygarlığının yeni hamlesi gelişiyordu. Özellikle Grek, Ermeni ve Asuri kavimlerde belirgin bir uygarlık yükselişi vardı. Bir ön-rönesans gündemdeydi. Manicilik de en güçlü dönemini yaşıyordu. Putataparlık hızla çözülmeyi yaşıyordu. Bu gelişmeler karşısında Batı Roma yıkılırken, Doğu Roma ancak Hristiyanlığı resmi ideoloji olarak benimsemekle tarihte yerini buldu.
Ortadoğu’da İslam ne kadar yükseldiyse Avrupa’da da ıristiyanlık o denli yükseldi. Ortadoğu Hristiyanlığı gücünü yitirdikçe Avrupa Hristiyanlığı güçlenmeyi bir varlık sorunu haline getirdi. Haçlı Seferleri (M.S. 11. ve 15. yüzyıllar) durumu tersine çevirmek için yeterli olmadı. Temel etken merkezi uygarlığın Ortadoğu’daki hegemonik yapısıyla bağlantılıdır. Üretim, ticaret, para konularında öncü konum korunduğu gibi bilim, sanat ve siyaset-askerlik konularında da hegemonik güç varlığını sürdürüyordu. Haçlı Seferleri’nin en önemli sonucu Avrupa’nın bu dönem boyunca geliştirdiği, yaşadığı uygarlık seviyesiyle Doğu’yla ve İslam’la baş edemeyeceğinin anlaşılmasıydı.
Şüphesiz kapitalizmin tarihinden bahsetmiyorum. Ciltler dolusu anlatım gerektirdiği, yeterince işlendiği de bilinmektedir. Vurgulanması gereken husus temel stratejik bağlantısını açıklığa kavuşturmaktır. Uygarlık tarihi stratejisiz anlaşılamaz. Ne olayların sıralanması ne kapsamlı analizler uygarlık tarihini kavramaya yetmez. Uygarlığın temel unsurlarında (üretim, ticaret, politik, askeri, ideolojik) stratejik faktörler açıklığa kavuşturulmadıkça gelişim ve dönüşüm süreçleri yetkince anlaşılamaz. Her uygarlık süreci temsil ettiği temel unsurları üzerindeki iç ve dış rekabetçi, hegemonyacı stratejileri yaşar. Karşı stratejilerle hep iç içe yaşar. Sonucu bu stratejiler arasındaki mücadele belirler. Avrupa uygarlığındaki kapitalist hamle stratejik güçlerinin kendi içlerinde ve dışa karşı yürütülen mücadelelerin bir seçimi olarak gerçekleşmiştir.
Kapitalizm seçeneğini ne Hegel’in “akılsal yürüyüşü”nün bir sonucu, ne de K. Marks’ın aydınlanmacı ilerleme ideolojisinin zorunlu sonucu olarak değerlendirmek mümkündür. Kapitalizm ilgili bölümlerde de göstermeye çalıştığımız gibi Sümerlerden beri varlığı bilinen bir sistemdir. Toplumların hep en uğursuz ve yaşanmaması gereken ahlaksız bir olgu olarak belleklerinde yaşattıkları, iradeleriyle sürekli savaştıkları toplum bozucu bir unsurdu. Zaman zaman toplumsal yüzeye yansıdıkça sert yanıtlarla karşılaşıp hep dip noktalarında sinsice ve gizlice varlığını sürdürmeye çalışmıştır.
Hiçbir sömürme yöntemi ve aracı kapitalizm kadar toplumları bozucu, dağıtıcı, sürekli kriz ve kaosta tutucu özellikte olmamıştır. Kendileri de hep baskıcı ve sömürücü oldukları halde diğer tüm uygarlık güçleri bu yapısından ötürü kapitalizmi sınırlamayı, dibe sürmeyi toplumun sürekliliği açısından zorunlu görmüşlerdir. İleri bir uygarlık aşaması olmak şurada kalsın, hep toplumların lanetini üzerine çekmiş, ahlaki ve politik toplumun kanser hastalığı olarak anlam bulmuştur. Günümüz toplumundaki ve çevresindeki kriz, yıkım, kırım gerçekliği toplumsal gerçekliğin vicdanı olarak ahlaki yaklaşımın yanılmazlığını kanıtlamaktadır. Kapitalizm onu en yetkin kullanan güçlere bol zaferler sağlar. Ama bunu hep toplumları kriz içinde tutarak, ahlaki ve politik duruşunu işlevsiz kılarak, sürekli iç ve dış savaşlar içinde tutarak, yıkım ve kırımı yaşatarak gerçekleştirir. Sonuçta güç ve zenginlik az ellerde toplanmıştır. Bu eller zafer kazanmıştır. Karşılığında ise yıkılan bir toplum, sürdürülemez bir çevre bırakmıştır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.