HABER MERKEZİ
Uygarlıklarda bir sistemin gücü köklü toplumsal sorunlara getirdiği çözümle ölçülür. Neolitik çağ tarım devrimiyle insanlığın yüz binlerce yıllık vahşet koşullarındaki sorunlarına yanıt olmaya çalıştı. Gezgin avcı ve toplayıcı klanlar tarımsal-köy devrimiyle bu koşulları biraz yumuşatıp toplumsallaşma yeteneklerini geliştirerek çözüm aradılar. Şüphesiz insanlık adına anlamı çok gelişkin bir hamleydi. Binlerce yıllık bir yaşamla bu dönem insanın kollektif zihninde ve vicdanında derin izler bıraktı. İnsan toplumu biraz da bu dönemin oluşturduğudur. Bugünün toplumu bile bu topluma dayalıdır. Altından bu toplumu çekersek acaba geriye ne kalır sorusu oldukça düşündürücüdür.
Eğer halen kutsallık, tanrısallık, mucize, cennet gibi hülyalara sahipsek bu toplumun büyüleyiciliğinden kalma olduğunu hiç unutmamalıyız. Birçok tarihsel belirti bu toplumun temel sorununun güvenlik olduğunu ortaya koymaktadır. Tarımın yol açtığı zenginlik yerleşim yerlerini dıştan saldırılara açık hale getiriyordu. Saldırılar sadece vahşi hayvanlardan gelmiyordu. Diğer topluluklardan ve sivrilen güçlü ve kurnaz adamlardan geliyordu. Kent devrimi güvenlik ihtiyacına daha çok cevap veriyordu. Kalesi, surları ve yönetimi artan güvenlik anlamına geliyordu. Kentin, toplumun gelişiminde tarihin başlangıcı olarak yer alması önemini ortaya koymaktadır. Dıştan kaynaklı barbar saldırılarını sınırlandırsa da bu sefer içinde yol açtığı sınıf ve devlet olguları toplumsal sorunun özünü oluşturdu.
Toplumsal sorunların çözümünden daha çok yeni sorunlara yol açtı. Artık-ürüne dayalı sınıflaşma ve devlet yönetimi tekel olgusuyla tanıştırdı. Güçlü ve kurnaz adam kendini kollektif tekel olarak yeniledi. Toplum güvenliği, bağrından çıkan unsurlarca daha da büyüyen sorunlara dönüştü. Güvenlik aracı olarak kendini sunan devletin kendisi en temel güvensizlik aracı oldu. Uygarlık tarihi bir anlamda güvenlik aracı olarak devletin zıddına dönüşüm öyküsüdür. Gerçek diyalektik ilişki güvenlik-güvensizlik ikilemiyle politika-iktidar-devlet kurumlaşmasında kendini yansıtır. Bir madalyonun iki yüzü gibi bir tarafında kent-devlet-uygarlık yazıldığında diğer yüzünde demokrasi-eşitlik-özgürlük yazılır.
Ortadoğu’nun Zağros-Toros sıradağlarınca çevrilen Verimli Hilal’inde yaklaşık 10.000 yıl yaşanan ve son 5.000 yıllını merkezi uygarlık olarak sunabileceğimiz bu tarih, var olan insanlığın ana nehridir. Diğer uygarlıklar var olsalar bile sonuçta bu ana nehre katılmaktan kurtulamazlar. Ortadoğu’da 5.000 yıllık merkezi uygarlık tarihi, büyüyen ve çeşitlenen toplumsal sorunlara çözüm olma nedeniyle derinleşme ve genişlemenin anlatısıdır. Bu anlatım mitoloji, din, felsefe, sanat ve bilim olarak hep iç içe olmuştur. Savunmamın önceki bölümlerinde bu anlatım sergilenmeye çalışılmıştır.
En son temsilciliğine İslam adı altında soyunulan hegemonik güçler merkezi uygarlığın Ortadoğu coğrafyasından kayacağını hiç düşünmediler. Değişmez kader anlayışı bir iman meselesiydi. Sorunları ne kadar büyüse de binlerce yıl geçmişte olduğu gibi yine o topraklarda çözüm aranacaktı. Tanrıların, tanrı evlerinin, peygamberlerin, bilgelerin, tüm soylu kabile ve kabilelerin her tür mitoloji, din, felsefe ve sanat-bilimlerin can verdiği, can bulduğu kutsal mekanlardı. Zamanın da kutsallaştığı yerdi. Maddi kültürün, üretim, ticaret, para, pazar olarak ekonominin de ana vatanıydı. Miladi 1000 yılların başında Avrupa, İtalyan yarımadasında kıyı kentleri ilk defa tarih sahnesine çıkarken halen uygarlığın çok uzağındaydı. Ortadoğu kültürünün bir parçası olan Hristiyanlık tarafından fethi henüz yeni tamamlanmıştı. İlk kent devrimleri ilk adımlarını atıyorlardı. Doğu’lu hegemonlar tarafından işgale bile değmez addediliyordu. İşgalin masrafına değmeyecek kadar yoksulluk içindeydi. İtalyan kentleri 1.000’li yılların başlarından itibaren Ortadoğu üzerine giriştikleri seferler tam bir serüvendi. Ortadoğu’yu fethetmediler. Ama Avrupa için hayati anlamı olan kavram, kural, kuram ve kurumsal ifadeleri öncelikle taşıdılar.
Söz konusu olan entelektüel ticaretiydi. Ardından maddi ürün ticareti geliştirildi. 1250’lere kadar bu taşıma işi bütün hızıyla devam etti. Haçlı Seferleri bu taşımanın askeri yüzüydü sadece. Avrupa’nın bu tarihten sonraki öyküsü daha iyi bilinmektedir. Bir taslağını sunmaya çalıştık. Bu tarihler aynı zamanda Ortadoğu toplumlarının kısır döngüye girdiklerini gösterir. Sorulması gereken temel soru şudur: Avrupa kıyılarında ve içlerinde üretim, ticaret, zanaat, parasallaşma alanında devrimler yaşanırken Ortadoğu her bakımdan üstün olduğu benzer alanlarda neden duraklamıştı? Yani eski teknoloji ve fikirlerle Ortadoğu toplumları hegemonik güçler için yeterli düzeyde artık-değer üretebiliyorlardı. Ortadoğu kendine yeterli bir toplumu ifade ediyordu.
Avrupa toplumunda ise tersi bir durum söz konusuydu. Felsefenin dinden ayrışmaması da yeterli görülen iktidar tekniğiyle izah edilebilir. Din, sultanlar için yeterince bir meşruiyet sağlarken felsefi meşruiyete pek ihtiyaç duyulmaz. İktidar mekanizmaları bin yıllardan beri dinin kutsamalarında anlam bulmuşken felsefeyle kafaları karıştırmak hiçbir hegemon ve despotun işine yaramaz. Ortadoğu imancılığının bu yönünü de iyi kavramak gerekir. İmancılık bir iktidar meşrulaştırma aracı olarak çok etkilidir. Dolayısıyla felsefi ayrışmaya müsaade etmek, alan tanınmak yerleşik iktidar tekelleri için göze alınamayacak tehlikeli girişimlerdi. K. Marks’ın bilim adına felsefeyi tahtından indirmesine benzer bir şekilde İmamı Gazali de din adına felsefeyi mahkûm ederken karşılarında savaştıkları güçlere nasıl alet olduklarını kavrayamayacak kadar kendi düşünce ve inançlarının müçtehitleriydiler.
Avrupa toplumu hem maddi, hem manevi kültür devrimine kapılarını açtı. Bunun için dışarıdan ne gerekiyorsa almasını bildiği gibi kendi içinde işleyerek yeni sentezlere erişmeyi başarıyordu. Bazen ihtiyaç, en büyük devrimcidir. Avrupa’nın ihtiyacını duyduğu şeyler böylesi devrimci rol yüklüydüler. Devrimci-rol üstlenme temel toplumsal problemleri çözme anlamına gelir. Yaklaşık son 500 yıllık süre içinde dünya-sistem haline gelen Avrupa uygarlık aşamasının (resmen kapitalist modernite denilen yaşam tarzı) üç temel sacayağıyla hangi temel sorunlara çözüm olmaya çalıştığını kritik edelim.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.