HABER MERKEZİ
Yaşama karşı bu kadar ölümcül yaklaştığınızda, birilerinin kıyameti koparırcasına haykırması gerçeğini çözüyoruz. En ağır bilimsel sorunlardan daha ağır bir insan sorunuyla karşı karşıyayız. Sizleri çözmek, bilimlerin en ağır sorunlarını ve aşama ifade eden çözümlerinden cevap bulmak kadar önem kazanmış ve zorluklar içeriyor. Sizler de, bizler de öyle tuhaf bir duruma gelmişiz ki, bunlar in-cin savaşımı mıdır, şeytan mı, melek mi kazanacak; tıpkı dinlerde olduğu gibi hayli anlatıma geldi. Hangi bilim dalıyla çözmeye çalıştıysak, ne ararsan bulursun misali her şey ortaya çıkıyor. Tabii bir insan kendini bu kadar yere attıktan sonra, benden adam çıkmaz dedikten sonra, ya onu en kestirmeden mezara koymak gerekir, ya da onun üzerinde bayağı çalışmak gerekir. Bir yandan sizin bazı yanlarınızı öldürmeye çalışıyoruz; şüphesiz mutlaka öldürülmesi gereken yanlar az değil, ama acaba yaşama gelecek mi? Onun üzerinde de gerçekten çok duruyoruz.
Devrim bir icat işi değildir; ama kendi somutunuz da onu tamamen bir icat etme, bizden bunu sonuna kadar isteme durumunu dayatıyorsunuz. Halbuki devrimin objektif koşulları oluştuğunda, bu bir icat değil; gelişmenin doğal bir süreci olarak gerçekleşir. Biraz örgüt, biraz eylem, zafer demektir. Bir de ne getirir, neye karşı inat, direnme, onu tanımlamaya çalışıyoruz. En önemlisi de neye karşı direnmemiz gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz. Fakat burada müthiş bir siliklikle, anlayışsızlıkla, düz kişilikle; kolay kolay etkilenmeyen, etkilense bile dönüşmeyen, çok acımasız bir gerçeklikle veya gerçekliğimizle karşı karşıyayız. Biz çok kestirmeden sizleri devrim kişiliğine çekmek istedik, ama yutmadınız.
Kendi gerçekliğinizde ısrarınız neredeyse bir politika haline gelmiş, ondan keramet umuyorsunuz. Aslında siz de, alem de pek haksız değil, çünkü siz ne kadar kendinizi çoktan yitirmiş olarak kabul ediyorsanız, alem de bunu çoktan onaylamış. Ben bunun tersini kanıtlamaya çalışıyorum, zorluk buradan kaynaklanıyor. Diyorum ki, verilen kararlar müşterektir, iç ve dış kamuoyunun devletler başta olmak üzere tercihidir, beyhude uğraşma. Bu anlamda her ne kadar en iyi halk gibi görünüyorsanız da, uluslararası gerçekliğin şahsınızda kendini ele vermesi söz konusudur. O açıdan inat ederek büyüyor. Bizim dayattığımız devrimle buna karşı olanların, bu arada ezilenlerin inadı giderek büyüyor.
Siz oyunu da anlayamadınız. Anlasaydınız, oyun sizi gerçekliğe, özellikle de savaş gerçekliğine götürebilirdi. Bu tehlikeli bir olaydır. Oyunlar bile sizin savaşta rol aldığınız gibi oynanmaz. En trajik olanı da bu. Bütün sıkışıklığınızın temel nedenidir. Oyunlara gösterilecek temel değer, sınıf savaşımında gösterdiğinizle kıyaslanırsa daha fazladır. Görülüyor ki, durumlarınız vahimdir. Zaten tüm yaşama karşı da duruşunuz vahamet derecesinde hastalıklıdır. Ben bunun aksini iddia ediyorum. Farklı yaşanması ve gerekirse müthiş bir savaşla kazandırması gerektiren oluyor. Fark buradadır. Yoksa kırk yaşına gelip de sözüm ona bu kadar deneyim yaşayan bir çocuk bile olamıyor. Bu farkı yaşamayı kabul etmemek gerekir. Yoksa kırk yaşına gel, bu kadar ölümüne deneyim yaşa, hâlâ da “ben öğrenemiyorum, bir çocuk kadar bile ayaklarımın üzerinde yürüyemiyorum” de! Bu, yaşama bakış açınızdan kaynaklanıyor.
Yaşama çok sınırlı bir saygı oluşsaydı, onun savaşımını böyle karşılamazdınız, çok ilerlerdiniz. O açıdan bu yaşamı çözmek istiyoruz. Yaşam diye beklediğiniz ne, nasıl yaşıyorsunuz? Ben sizin gibi yaşamamak için çocukluk dönemimi nasıl geçirdiğimi anlattım. Çocuk öykülerim epey ilginç sanıyorum. Ben de şimdi geriye bakıp incelediğimde, farklı yaşamaya özenmenin çok önemli olduğunu görüyorum. Diğer çocuklar gibi olamam, olmak istemem veya olmak istesem de buna güç getiremem. Bu farkı yakalamak bir şans olmuş. Ben şu anda yaşıyorsam; aslında sorun şimdi de çok ciddi; acaba ben yaşıyor muyum? Benim yaşam ciddiyetime ne denilebilir veya ben ciddi miyim? Epey tartışmamız gerekiyor. Benim yaşayıp, yaşamadığımı sorgulamamız gerekiyor. Korkmayın, bu konuda ben baştan itibaren özgürlük tutumunu esas alıyorum.
Çoğunuzun çok kısa süreli bir mücadele pratiğinizde bile, ne kadar direkt ve dolaylı zora başvurduğunuzu, özellikle de saflarımızda hemen buna başvurduğunuzu göz önüne getirirseniz; bunun yanında bizim dönüştürme tarzımızın ne kadar uzağında kaldığınızı mukayese ederseniz, zayıf kişiliklerin sizde ne kadar gelişkin olduğu durumu daha iyi anlaşılır. Bu açıdan endişelenmeye gerek yok. O alıştığınız ve uyguladığınız kaba tarzı, bizde bulamayacaksınız. Bizim savaş tarzımız daha değişiktir, kaba zordan da daha etkilidir. Savaş sahnelerim ilginçtir.
Adına Önderlik sahası dediğiniz bu saha da budur. Gerçekten bu sahada oynamak mı istiyorsunuz, savaşmak mı istiyorsunuz? Buyurun diyorum size! Niye geldiniz? Yalnız buraya değil; bütünüyle PKK ortamına, onun savaş sahalarına niye indiniz? Buradaki savaşçılığın, yaşamın farkında mısınız? Biraz ciddiye alabilecek misiniz? Bu kadar ciddiyetten bahsediyorum; demek ki ciddiyete zorlayacak yeteneklerin halen çok zayıf. O kadar adım, ünüm duyulmasına rağmen, bu kadar gayri ciddi ele alınmamı ben de anlayamıyorum, fakat oyunu kolay bırakmayacağımı sanırım fark ediyorsunuz. Hangi anadan, babadan doğma olursanız olun, kolay bırakılmayacaksınız. Sizi biraz saygı ve ciddiyet kavramlarıyla tanıştıracağız. Kaçamayacaksınız; zaten tedbir alınmıştır, ele verirsiniz kendinizi. Çünkü incelemeyecekseniz, ikiyüzlülükle yaklaşacaksanız, onun da çözümlemesi geliştirilmiştir. Geriye bir yiğitlik yolu kalıyor, onu denemeye çalışmalısınız. Bir söz vardır, “ya bu deveyi güdersin, ya bu diyardan gidersin” diye; bu ülke içinde ya bir yaşam gücü olduğunu kanıtlayacaksın, ya da gideceksin diyeceğim ama, gidecek yeriniz de yok. Gideceğiniz yer olarak, toprağın altı bile size fazladır.
Oyun böyle! Bunlar oyunun kurallarıdır. İstediğiniz kadar karşımda “beni oynatamazsınız” deyin. Sanırım ben biraz etkileyebilecek durumdayım. Kandırıldınız mı geldiniz PKK’ye veya buraya? Bunda da zorlama yok, hoşunuza gidiyorsa, eski yere dönün. Ama asla şimdiye kadar oynadığınız gibi oynayacağınızı da sanmayın. Her zaman söylediğim gibi, düşman okullarından, düşman terbiyesinden anladığınızın çok azını bile bizim okulla, bizim etkileme durumumuza bağlayın. Onu da biz saygıdeğer buluyoruz.
Şunu çok iyi görüyorsunuz ki, yaptığınız hiçbir şey yanınıza kalmıyor. Yaşamda ve savaşta, oyunda ve gerçekliğinde de sergilediğiniz her şey sizi ele vermiştir. Israr ederseniz, boğduruncaya kadar, kendinizi daha da ele vereceksiniz. Gücünüz yoksa, o zaman “adam olduk, insan denilebilir bize” demeyeceksiniz, şuraya-buraya kaçmayacaksınız, elin ülkesine gidip kirletmeyeceksiniz.
Ben neden herkes “ben adam oluyorum” dediğinde, benim adam olacak halim yok dedim kendime? Şu anda adımız ulusal Önderlik olmuş; eğer bunu yakıştırdıysanız, daha adam bile olamamışız, nasıl çözeceksiniz? Adam siz iseniz, bunu bana nasıl kabul ettireceksiniz? Ben de sizin adam olmanıza saygılı olamıyorum, ciddiyet veremiyorum. Çünkü benim ölçülerim var. Adam olanın, doğduğu topraktan bu kadar kopması, insanlarını bu kadar kötü duruma düşürmesi, bu kadar çirkinleşmesi mümkün değil. Evet, adamlığınızla hiç izah edilemez veya adamlığınızın gerçeği budur. Ben ne yapayım, gerçek bu.
Herkes size hor bakıyor, herkes sizi silik buluyor. Bunu ben size yakıştıramıyorum. Tam tersine, benim yaptığım sizi biraz dünyaya tanıtmak, “bunlara da saygılı olunabilir” dedirtmektir. Biraz kendi aranızda da, insana yaraşır bir yaklaşımın sahibi kılmaktır. Demek ki bu adam olma meselesini bu kadar ucuza almasaydınız, biz de böyle üzerinizde durma gereği duymazdık. Şimdi bıraksak nereye gideceksiniz? Eski çağlarda olsaydı, yeryüzü toprakları genişti; lanetli kavim bir yerden diğer bir yere gidebilirdi, tıpkı Yahudiler gibi, dünyanın dört bir yanına savrulabilirdi. Ama şimdi öyle bir durum yok; dünyanın her bir tarafı tutulmuş. Gidenlerin durumu yürekler acısı!
O halde, ister Önderlik gerçeği diyelim, ister kendi gerçeğimiz diyelim, neden ciddiyetle değerlendirmek gerektiği açıktır. Hele özellikle de çok temel, gereğinin mutlak yerine getirilmesi gereken hususlarda, bu kadar uzak düşmeniz bize kıyameti kopartır. Düşman cephesinden de “ya olacak, ya olacak” deniliyordu, aslında tek kelimeyle katiyet ifade eden kelimeler daha çok kullanıldı. Bunlar bizim gerçeğimizden çıkarılmıştır. O diyor ki, “ya kölesin, ya kölesin; ya vatansızsın, ya vatansızsın; ya adam olamazsın, ya olamazsın”. Onların söyledikleri bizim üzerimizdeki idam fermanıdır. Kelimeler tamamen bunu dile getiriyor. Biz ise hayır diyorduk, bu kadar olmamalı; kıyamet de buradan kopuyor.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan