HABER MERKEZİ
PKK’nin öncülük ettiği devrimci halk savaşı deneyiminin en önemli sonuçlarından biri demokratik ulus gerçeğine yol açmasıdır. Aslında demokratik ulus gerçeği PKK ideolojik yapılanmasında açık-seçik belirlenip programlanmamıştır. İdeolojisine hâkim olan ulus kavramı ulus-devletin reel sosyalist versiyonudur. Daha da önemlisi ulus deyince tek ve mutlak bir anlayış söz konusudur. O da Hegelist devlet ulusçuluğudur. Bu kavram ve gerçekliği dışında farklı bir ulus gerçekliği düşünülmemektedir. Şüphesiz bunda da Marksist bilimsel sosyalizm anlayışının Hegelist yorumu esas alınmaktadır. Marks ve Engels döneminde ulus denince akla gelen feodal çitlerin aşılması ve dil-kültür sınırları kapsamında merkezileşmiş devlet eliyle oluşturulan ulusal toplumdur. Böylelikle ulus-devlet tek ve mutlak gereklik olarak ele alınmaktadır. Hegel felsefesinin temel kategorisidir. Toplumsal gelişmenin ve devlet biçimlenmesinin en son durağıdır. Bunun, burjuvazi veya proletarya önderliğinde gerçekleştirilmesi kavramın tekçi ve mutlakçı özelliğini değiştirmemektedir. Ulus deyince akla gelen biricik olgu, devlet ulusudur. Marksizm’in kapitalist moderniteyi aşamaması ve onun tarafından asimile edilmesinin temelinde bu ulus-devlet anlayışı yatmaktadır. Temel toplumsal form olarak ulus-devlet kabul edilince (Almanya’nın 1871’de ulus-devlet halinde ilanı çok açık biçimde desteklenmektedir) geriye kalan proletaryanın bu sınırlara çekilmesi, kendi ulus-devletinin hizmetine girmesidir. Karşılığında bazı ekonomik-sosyal haklarla varlığını çekilir kılması ve sürdürmesidir. Reel sosyalizminin 150 yıl öncesinden kaderini belirleyen, bu kabul ediştir. Sovyet ve Çin deneyimleri başta olmak üzere sonuçta kapitalist modernite unsurlarının her ulus-devlet kapsamında zaferini ilan etmesi de kavram ve gerçekliğin kapitalizmle bağını kanıtlamıştır. Reel sosyalizmin içten kapitalizme dönüşümü bunun dışında başka türlü yorumlanamaz.
PKK’nin reel sosyalist yaklaşımları devrimci halk savaşı deneyiminde en çok ulus-devletçilik konusunda zorlandı. Karşısında savaştığı ulus-devletçi kontrgerilla gerçeği devrimci savaşımının anlamı ve amacı konusunda tereddütlere yol açtı. Daha da kötüsü gittikçe her iki tarafın yöntemleri birbirine benzemeye yol açtı. PKK’nin idealist sosyalizmi, ulus-devletçilik gerçeği karşısında gittikçe zorlandı. 1995’lerden itibaren gittikçe açığa çıkan bunalımının temelindeki gerçeklik de buydu. Ulus-devlet ne kadar sosyalist bir olgudur? Ne kadar gerçekleştirilebilir? Bu iki temel soruya verilecek yanıtlar ya bunalımdan tasfiye ile çıkılacak ya da değişik bir ulusal çözümle sonuçlanacaktı. Bu noktada ideolojik bunalımdan çıkışın kilit kavramı demokratik ulus kavramı oldu.
PKK’nin grup olarak çıkışında “ulusalcılar” olarak nitelendirilmesi yanlış değildi. Ulusal kurtuluşçular, ulusal kurtuluş ordusu nitelemeleri de aynı anlamı çağrıştırıyor ve temsil edilmek istenen gerçeği ifade ediyordu. İdeolojik dönem propagandacılığı esas olarak Kürt ulusal realitesiydi. Milliyetçilik olarak yorumlanmak istemeyişimizin temelinde sosyalist enternasyonale sıkı bağlılıktı. Fakat ulusal realiteden de kopamıyorduk. Dolayısıyla kavram ulusallıktan ulusalcılığa kayınca ulus-devletçilik hedefli milliyetçi, ulusalcı ideolojilerle benzeşme tehlikesini doğuruyordu. Yine de ideolojik aşamada bu ince ayrımı yapabilecek yetenekte değildi. 1984 hamlesinin ulusal boyutlara tırmanması devrimci ulusal savaş koşullarına yol açması kaçınılmaz olarak iktidar ve ulus-devlet kavramlarıyla daha yakından yüzleştirdi. Savaşı halk güçleriyle yürütüyorduk. Üst tabaka ile ister feodal, ister burjuva olsunlar aramızda bir sınır vardı. Ulusal boyuta tırmanmamız halk savaşı kavramını geçersiz kılmıyordu. Burjuva ulusalcılığı yerine halk ulusalcılığı gibi bir kavram yavaş yavaş gelişiyordu. Bu gelişme çerçevesinde Kürdistan bütünlüğüne baktığımızda;
Irak Kürdistan’ında 20. yüzyılın başlarından itibaren özellikle 1920’lerdeki parçalanmadan sonra üst tabakaya dayalı ilkel milliyetçilik diyebileceğimiz kıpırdanmalar hızlanmıştı. Hareketin aydın çerçeveyi aşması ve kitlesel karakteri milliyetçiliği hızlandıracaktı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra KDP ilanı, modern milliyetçilik doğrultusundaki önemli bir adımı ifade eder. Mahabad Cumhuriyeti, ilk milli deneyim olarak dikkat çeker. Irak Kürdistanı’nda 1961’de patlak veren gerilla savaşı, tüm Kürdistan genelinde milliyetçi duyguları uyandırdı, güçlendirdi. Yaşadığı yenilgiler ve iç çelişkiler nedeniyle bölünmeler federe nitelikte de olsa bir Kürt-ulusçu iktidarı, ulus-devletçiliği zorlanma pahasına da olsa zorladı. Emperyalizm ve Siyonizm destekli federe Kürt ulus-devletçiği en az Filistin’deki İsrail ulus-devletçiliği kadar önem taşıyan bir model olarak devrede tutuldu. Bu husus oldukça önemlidir. Türk ulus-devleti, daha doğrusu cumhuriyet devriminin devlet olarak şekillenmesi 1923’ten, 1925’ten sonra ulus-devlet niteliğinde kararlaştırılınca nasıl bir poroto-İsrail olarak düşünülüyorsa (bu konuda kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır) biraz gecikmeli de olsa 1945’ler sonrasında KDP önderliğinde de benzer bir Kürt proto-İsrail modeli kararlaştırılmış bulunmaktadır. Aradaki fark zaman farkı ve güçlerin farklı milli özellikleridir. Yani müstakbel ve güvenilir İsrail için birer proto-İsrail olarak Türk ve Kürt ulus-devletlerin inşasına ihtiyaç duyulmaktadır. CHP ile tahakkuk edilen poroto-İsrail Türk ulus-devleti, Kürtlerde KDP ile proto Kürt ulus-devletçiği olarak gerçekleştirilmektedir. Daha sonra kapsamlı ele almayı düşündüğüm bu konuya 1990’dan itibaren Birinci ve İkinci Körfez Savaşları bağlamında devreye giren Kürt Federe Bölgesi’ni doğru yorumlamak için dikkat çektim. 1990’da başlatılan Birinci Körfez Savaşı’nın temel amaçlarından biri de Kürt ulus-devletine giden yolda adım atmaktı. Eğer 1990 sonrası Ortadoğu’da Körfez Savaşı bağlamında başlatılan olguyu “Üçüncü Dünya Savaşı”nın önemli bir versiyonu olarak değerlendirirsek Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra yenik Osmanlı İmparatorluğu’ndan minimal proto-İsrail olarak bir Türk ulus-devleti, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gerçek İsrail Devleti ve “Üçüncü Dünya Savaşı” versiyonundan da İsrail Devleti’nin temel güvenlik aracı olarak proto İsrail Kürt ulus-devleti inşa edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla 1990 sonrası PKK’nin karşısında kapitalist modernite hegemonik güçleri başta olmak üzere (ABD ve AB güçleri, Japonya vd.) bölgedeki İsrail ve Türk ulus-devletince desteklenen Kürt ulus-devletçiği alternatif olarak dikilmek istenmiştir. 1990 sonrası PKK’ye yönelik NATO destekli Gladio savaşları bu gerçeği gayet açıkça doğrulamaktadır. PKK’nin devrimci halk savaşı alternatifinin Kürdistan çapında yol açtığı halk ulusalcılığı karşısında devlet-ulusçuluğu ile tedbir alınmakta, boşa çıkarılmaya ve tasfiye edilmeye çalışılmaktadır. Tüm yetmezliklerine ve yanlışlıklarına rağmen 1990’lardan sonraki devrimci halk savaşı deneyimi hem batı hegemonik güçlerin hem bölgesel güç olan Türk ve İsrail ulus-devletlerinin Birinci Dünya Savaşı sonrası Kürdistan politikalarını boşa çıkarmıştı. Hem kavram hem olgu olarak bu böyleydi. Demokratik ulus kavramı boyutlandıkça bu gerçeklik iyice açığa çıkıyordu. İkinci Körfez Savaşı’yla (2003-2010) açığa çıkma tamamen somutluk kazanan gerçeğe dönüştü. Bu süreçte kanıtlanan en temel husus PKK’nin Kürt ulus-devletini kuramayacağı, inşa edemeyeceği; ideolojik ve pratik olarak durumunun buna elvermeyeceği ama ideolojik yapılanmasında potansiyel halde bulunan halk ulusalcılığının da demokratik ulus alternatifi olarak gerçekleşmekten alıkonulamayacağıydı.
Demokratik ulus kavram olmaktan ibaret olmayıp gerçeklik olarak da somutlaşmaktadır. İdeolojik grup aşamasında hâkim ve ezilen ulus milliyetçiliklerine karşı yürüttüğü mücadele devrimci halk savaşı deneyimi temelinde yine her iki ulus-devletçiliğe karşı demokratik ulus mücadelesi olarak devam etmektedir. Hâkim ulus-devletler ancak çıplak zor güçleri ve paralı işbirlikçileriyle ayakta durmaya çalışırken Kürt ulus-devletçiği etrafındaki milliyetçilikler tüm iç ve dış destekçilerine rağmen demokratik ulus hareketi tarafından tecride uğramaktan kurtulamamaktadır. Kürdistan devriminde ilk defa ulus-devlet seçeneğiyle demokratik ulus seçeneği, birlikte rol oynamaya çalışmaktadır. Fransız, Rus ve diğer birçok modern devrimde iç içe yaşanan bu iki seçeneğin Kürdistan devriminde ayrışması; aralarında net ideolojik, politik ve eylemsel hat çizmesi, tarihsel öneme haiz bir gelişmedir. Şimdiye kadar tüm modern devrimlerde ya tümüyle üst tabakanın hâkimiyeti ya da tersine alt tabakanın üstünlüğü yalnız başına geçerliydi. Birlik halindeyken de ayrıyken de aralarında net sınırlar çizmiyorlardı. Kendi içlerinde birbirlerini tasfiye etmeyi temel mücadele yöntemi haline getirmişlerdi. Bu durum kapitalist moderniteyi güçlendirmekten öteye bir rol oynamadı. Hem iki sınıf hem iki ulus arasındaki yanlış bir mücadele anlayışı söz konusuydu. Kürdistan devrimci halk savaşı deneyiminde bu muğlak durum başta kendinden önceki örneklere benzese de yaşanan yoğun mücadeleler sonuçta ayrışmayı hızlandırıp netleştirdi. Bu süreçte reel sosyalizmdeki ulus-devletçilik aşılmakla kalmadı. Onu yerine sosyalizmin bağrındaki burjuva ulus-devletçiliği ideolojik olarak da aştıran, ulusal sorunu ulus-devleti kurma sorunu olmaktan çıkaran ve halkın bizzat kendisini eşit ve özgür bir ulus olarak yani demokratik ulus kategorisinde inşa eden bir modeli inşa etti. Demokratik ulus kategorisini hem sınıfsal hem ulusal sorunların çözümünde alternatif model haline getirdi. Demokratik ulusu, demokratik modernitenin en önemli unsuru (diğer unsurlar ekolojik endüstri ve kârı dıştalayan komünal ekonomidir) kıldı. Bilimsel sosyalizmin başına 150 yılı aşkındır bela kesilen Hegelci ulus-devletçiliği aşmakla bilimselliğe en yakın sosyalizmin yolunu açtı. Felsefi, bilimsel, ahlaki ve estetik sosyalizmin inşasında en önemli katkıyı sundu.
Teorik alandaki bu tarihsel katkıya karşılık pratik alanda Kürdistan somutunda Kürt toplumsal gerçekliğinde de demokratik ulus ve demokratik modernite oluşumları hız kazandı. Dört parçadaki Kürtler arasındaki sınırlar demokratik ulus oluşumuyla işlevsiz bırakıldı. Sınırlar ulus-devletler için her şey iken, demokratik ulus için hiçbir şey haline sokuldu. Demokratik ulusu halkın zihniyetinde en önemli bilinç devrimi olarak kurgularken, demokratik özerkliği de en önemli bedenleşme devrimi olarak her parçada inşa etti. Türkiye, İran, Irak ve Suriye ulus-devletlerinin kültürel soykırım mekanizmasının çarklarını önemli oranda boşa döndürürken bu parçalardaki Kürt halkının her bölümünü demokratik ulusun yaratıcı, inşa edici bir parçası haline getirdi. Kapitalist modernitenin son iki yüzyıllık hegemonyasından kaynaklı kültürel soykırımcılık ve ajan ulus-devletçilik komplosunu açığa çıkarmakla yetinmeyen devrimci halk savaşının; alternatif olarak demokratik ulusu her parçada, her dürüst Kürt insanının zihninde ve her Kürt topluluğun bedeninde gerçekleştirmesi büyük bir başarıdır. Bu temelde başta komşu halklar (Kürt, Arap, Fars) olmak üzere diğer azınlık halk kültürlerinin ve tasfiyeye uğramış halkların (Ermeni, Grek ve Süryaniler vd.) demokratik uluslar topluluğu olarak dostça kendi aralarında dayanışma gösterip demokratik modernite inşasındaki öncülük rolüyle de bu tarihsel başarının bölgesel ve küresel çapta gelişmesinin yolunu da ardına kadar açtı.
KÜRT SORUNU VE DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ kitabından alıntı yapılmıştır.