HABER MERKEZİ – 14 Temmuz Direnişçilerinin anısına bağlı kalabilmek çok büyük bir meseledir. Parti yoldaşlığı, dava arkadaşlığı, eğer kendi en temel direnişçilerinin gerçeğini bütün yönleriyle kavrayamıyorsa, o zaman kendilerine en büyük kötülüğü ediyor demektir.
Şunu çok açıkça söyleyebiliriz ki, partimiz içinde büyük direniş şehitlerimizin anısına layık olamama, onu kendi her türlü yetmezliğine perde yapma, onun üzerinde ucuz yaşamak isteme, onunla her türlü geriliğini bekleme, direniş şehitlerinin büyük bir çağrı anlamına gelen bu büyük gün kararlarını bir türlü kavrayamama, kavransa bile gereklerini yerine getirememe ve sanki bu normal kabul edilebilecek bir yaşammış gibi davranma, büyük direniş şehitlerinin özellikle yaşamlarını daraltma, giderek sanki anıları silinmiş gibi hafıza kaybı içine girme, şehitlerin anısıyla kendini güçlendirme şurada kalsın, onun mirasıyla geçinip gitme durumları vardır. Eğer işler böylesi bir noktaya, aşamaya gelmişse, bilmeliyiz ki o parti ve o yol arkadaşlığı en tehlikeli bir durumla karşı karşıya demektir.
Biz her zaman şunu söyledik; eğer görevlerimize biraz böyle bağlı kalabilmişsek ve eğer halen direnişten vazgeçmiyorsak, burada rol oynayan en temel husus; kesinlikle bütün direnişçilerin ve özellikle de direniş şehitlerinin anısına gösterdiğimiz bağlılıktır. Mümkün olduğu ölçüde kendimizde onu hissetmek ve ona helal getirmeden başarıyla yaşatılmasına güç getirebilmektir.
Yaptığımız bütün değerlendirmeler şunu gösteriyor; hâlihazırda partinin görevlerini, partinin savaşım silahlarını eline alanlar, direniş şehitlerinin anılarının emrettiği karşılığı vermekten çok uzaktırlar. En yaygınca yaşanan tehlike; direniş şehitlerinin anılarına göre kişiliğini hazırlama, ona göre silaha sarılma, ona göre görevlerin üzerine yürüme değil, biraz daha mirası kemirme, bu mirasın korunması uğruna sarf edilen çabaları kendi bireyciliğine yontma ve kendi sefil kişiliğini bununla ayakta tutmadır. En son şahadete erişeni de dahil, bütün direniş şehitlerinin anısına verilen bu karşılık, gerçek bir tehlikedir ve yaygındır.
Ben sürekli şunu vurguladım; her türlü yetmezliğin altında kendi değerlerine doğru yaklaşamama, bu gücü gösterememe vardır. Büyük namussuzluk, büyük soysuzluk, mirasyedicilik buradadır. Biz, bu noktada, gerekirse kavgayı daha da şiddetlendireceğiz. Bunu anlamak zorundasınız, düzen sizi ne hale getirmiş olursa olsun, yine de anlamak zorundasınız. Bireycilik hastalığı sizi ne kadar etkisi altına almış olursa olsun, en yüksek emek değeri olan devrimci mirasımızı, bu anlayış ve tutuma çiğnetmeyiz.
Sizin de kendinizi sorumlu hissedeceğiniz değerler var. Ben ısrarla, neden kendinizi çok güçlü ve yeterli eğitmek zorundasınız diyorum? Neden bütün görevlere asgari düzeyde başarıyla karşılık vermek durumundasınız? İşte o direniş şehitlerini ve bütün direnişçileri biraz daha fazla anlayabilmek ve biraz onlara saygılı olabilmek içindir. Siz yaşayanların bu konudaki en temel görevi, bu saygıyı gerçek bir devrimci pratik uygulama gücüne, başarı gücüne dönüştürerek karşılık verebilmek olabilir. Bunun yerine halen ağzınız açılırsa ve size fırsat verilirse, bu yüce değerleri ne hale getireceğiniz ve nasıl kullanacağınız ortadayken, doğru-dürüst kendine yönelmeme ve bildiğini okuma, sanıldığından daha fazla bu tür tehlikelerin temelidir ve her türlü sapmanın, savrulmanın özüdür.
Görebildiğimiz kadarıyla partimizde çok büyük direniş değerleri olmasına rağmen, belki de bir kişiyi bir defa, yüz bin defa güçlendirecek kahramanlık değerleri olmasına rağmen, onlarla bütünleşmemek hastalığı vardır. Tam tersine, onların mirası üzerinde ucuz yaşama hesapları yapılmaktadır. Bu büyük bir alçaklıktır, büyük bir sorumsuzluktur. Maalesef başta savaş cepheleri olmak üzere birçok alanda bu vardır. Halbuki ölümle burun buruna yaşanıyor ve buna rağmen bir çok alandakiler “bir gün bile yaşayacaksak paşa gibi yaşayalım” diyorlar. Kariyerizm mi olur, erkenden iktidar hastalığı mı olur, bir birimin üzerinde bir günlük ağalık mı olur, bir demli çay mı olur, bir ucuz ahbap-çavuşluk mu olur; “bunları yapalım da ne olursa olsun” diyorlar. Yani düşkünlük var. Yaşama gösterdiğiniz büyük saygısızlık, devrimci direnişçilerin anısına büyük saygısızlık, yetmezlik, gaflet buradadır. Büyüyememenizin en temel nedenlerinden birisi de budur.
Hemen her devrimin de başına geldiği gibi, yanı başınızda amansız bir katliamla birlikte, peş peşe büyük acılar yaşanırken, bazılarının sürekli bireyciliğini esas alması, onu daha da güçlendirmesi ve hiç emek harcamadan bunu yapmak istemesi en lanetli ve tehlikeli yaşamlardan birisidir ve bu tehlike sizin yakınınızdadır. Siyasi tecrübenin olmayışı, hatta kendi kişiliğinize saygınızın bile doğru değerlendirilemeyişi, çok tehlikeli iktidar anlayışı ve bireysel yaşam anlayışı ki, buna düzenin günlük etkileme gücünü de ekleyelim, yine çok sakat iktidarlaşma heveslerinizi de ekleyelim; bütün bunlar sizi, devrimci değerlerle büyük çelişkiyi yaşayan, kabul edilemez sınırları çoktan aşmış ve bir suç pratiğinin sahibi olarak her an kafasını bir duvara, taşa çarpıp yüz geri olacak bir konuma getirmektedir. Bu, çok kötü bir durumdur, en temel bir göreve bile layıkıyla karşılık verememedir.
Bu kadar büyük direniş değerlerinin anısına neler yapılamaz ki? Buna rağmen basit bir gerilla eylemini bile düzenleyememe, bir örgütlenmeyi geliştirememe, bir propaganda kampanyasına girişememe, bir örgüt toplantısına bile hakkını verememe ve hep kendi hastalıklarıyla ortalığı meşgul etme tutumu, en aşağılık tutumdur ve her türlü çıkar hesabını içerir. Bu durum, küçük-burjuvazinin, bizim topluluğun çok düşmüş, her şeye razı, eline ne geçerse ona yatmış kişiliğinin kendini dayatmasıdır. Yine kendi değerleri etrafında kendini terbiye edememe, bu değerlerin önüne her türlü bireyciliğini koyma, ya da bir intihardan öteye gitmeyen bir fedakarlık anlayışıdır bu. bir anlamda da, bu değerlerle dalga geçmektir.
Bu anlayışlar kişiyi hiçbir yere götürmez. Ne yapıp yapıp direniş şehitlerinin ve halihazırdaki tüm soylu direnişçilerin yaşamını, kendi yaşamınızdan öne almalısınız. Önce onların yaşamı, sonra bizim yaşamımız gelmelidir. Yoksa başka türlü çok aşağılık olursunuz.
Ben haykırıyorum; sizlerin şahsında bütün bu durumları yaşayanlara sesleniyorum: Siz ne sanıyorsunuz büyük direnişçiliği? Benim bile takatim yetmiyor onların anısını karşılamaya, çok zorlanarak sürdürmeye çalışıyorum. Görmüyor musunuz? Bir yandan teorik gelişme yaratmaya, diğer yandan pratik olanakları son takatimize kadar geliştirmeye çalışıyoruz. Peki siz ne yapıyorsunuz? Kendi eğitiminizi bile belirlenen bir süre içinde yapamıyorsunuz.
Yaratılan değerler var. Bu değerler büyük direniş şehitlerinin mirasıdır. Çünkü çok şehit verildi, çok büyük direnildi ve değerler de büyüyor. Anlaşılmayacak hiçbir yönü yok bunun. Fakat bütün bunlar size peşkeş çekilmek için değildir. Bunun içinde yeni bir insanlığı yaratmak vardır; bunun içinde bir halkın kesin bağımsızlığını sağlamak vardır; bunun içinde özgürlüğün ve emeğin karşılığını vermek vardır. Değerler bunun değerleridir. Devrimci teori, ondan kaynaklanan politika, her türlü kural ve yaşam gücü bunun içindir.
Tüm bunlara rağmen, halen yaygınca yaşanan, yetkilerle nasıl oynanır, bir alanın olanağı nasıl çarçur edilir, kendinizi nasıl kaybettiğiniz, olanakları nasıl kapıp götürdüğünüz gibi tutumlar oluyor. Açıkça söylüyorum; bunun bu büyük direniş değerleriyle ne alakası var? Bu saygısızlık niye bu kadar derinliğine işlenmek istendi? En sorumlu düzeyde, her gün savaş cepheleriyle tartışıyoruz; “değerlendiremedik, göremedik, kendimizi yaşadık, erken iktidar hevesine kapıldık veya bunu engelleyemedik” diyorlar. Peki bir devrimcinin ağzına alacağı sözler mi bunlar? Yine bu sözleri ağzından çıkarmayan tek bir kişi var mı? İşte gelişmeyen kişilik! İşte politikada, örgütlenmede ve askerlikte kendisiyle alay eden kişilik! Bilmem nasıl yaşatabiliriz veya siz nasıl yaşatacaksınız bu kişiliği?
Siz büyük değerleri ne sanıyorsunuz? Onların anısına bağlı kalmayı nasıl biliyorsunuz? Onların değerlerine nasıl göz-kulak oluyorsunuz? Bu sorulara doğru bir cevabınız olmalı. Bu kadar değer düşkünü, değer çarçurcusu, değer gafili olmamalısınız. Hatta bir çok yönüyle koyuverseniz bile, bu değerlerin yaşamsal diriliği ve egemen olması söz konusu olduğunda kıyamet koparmalısınız. Çünkü halkımızın varı-yoğu buradadır. Buna sahip çıkma gücünü biraz göstermelisiniz.
İnsan sizin yüzünüze bakıyor, bütünüyle gözünüzü aşağıya dikmişsiniz, “basitliğimi nasıl kurtarırım, nasıl düşerim, düşürürüm” diyorsunuz. Bu tutum değerleri nasıl yükseltir? Sizde “bu değerleri dağa-taşa nasıl nakşederim, nasıl büyük bir başarıya dönüştürürüm” hesabı var mı? Pratik bunun tersini gösteriyor. İşte örgüt biraz üzerine geldi mi “nasıl ağlar-sızlarım” diyor. Biraz iş istenildi mi, “nasıl bahaneler ararım” deniliyor. Ağırlıklı olarak sığındığınız durumlar bunlar oluyor.
Bakın bütün çalışanların değerlendirmelerine, raporlarına kusurlu ve yetmez! Peki kendini kurtaran birisi böyle mi olmalıydı? Vatanı kurtarmayı göze alan, bir imhayla karşı karşıya olan, halkın özgürlüğünü ve imhanın önlenmesini görev belleyen siz değil miydiniz? Öyle olmanız gerekmiyor muydu? Bakın pratiğinize, buna mı yol açtırıyor, yoksa kayıp mı ettiriyor? Bu soruyu kendinize hiç sormayacak mısınız?
Benim, direniş değerlerine birinci sırada bağlılığım vardır ve asla çiğnetmem. Fakat yalnız başıma benim bu değerleri çiğnetmemem yetmiyor. Tepeden tırnağa kadar bütün partililerin, savaşçıların aynı tutum içerisinde olması gerekiyor. Çok gençsiniz, başarı hanenizde fazla bir şey de yok. Bu durum karşısında “ben mutlaka bir başarı için yaşamak zorundayım, benim bu yaşamıma bazı başarılar sığdırılmak zorundadırFCyorsunuz ki, buna karşı benim büyük yönelimim vardır. Düşmanı bir tarafa bıraktık, bu anlayış ve tutuma karşı savaş geliştiriyoruz. Bu konuda kül yutmayacağımızı herkes bilmek zorundadır. Ben kalkıp da bu kadar büyük bir direnişin, başta şehitleri olmak üzere kanıtlanmış değerlerine saygısız yaklaşımı kabul edemem. En zafer kazanılacak alanlara oturmuş ama, doğru-dürüst bir örgütlenme yapamıyor; binlerin eğitim ve örgütleme imkanını yakalamış, ama doğru-dürüst bir toplantı bile geliştiremiyor; çok rahatlıkla ordu kurabilecek koşulları elde etmiş ama, varolanı bile dağıtıyor; biz bunu kabul edemeyiz!
Direniş değerlerine sağ yaklaşanlar, soysuz ve çıkarcı olanlar şunu demeye getiriyor; biz yolumuzu incelterek sürdürebiliriz. Fakat PKK tarihi de farklı bir şeyi ispatlıyor; bunu diyenler kötü kaybediyorlar, böyle yaşadığını sananlar en kötüyü yaşıyorlar. Bunu kesinlikle bir tutum olarak mahkum etmeliyiz ve hiç birimize yakıştırmamalıyız!
İşte böylesine büyük günlerin direnişçilerinin anısına verilecek tek karşılık bu olmalıdır. Biz, sizi bu kadar uyarmamalıyız. Bu büyük direniş şehitlerinin anısı zaten kendiliğinden büyük bir çağrıdır. Biraz insanlık borcu olduğunu söyleyen, biraz kendini bu değerlerin sahibiyim gören herkes, bu çağrıyı zaten iliklerine kadar hisseder. Bir düşünün, kimdiler bunlar, nasıl başladılar bu direnişe? Bunlar direnişin doruk noktalarıdır. Her doruktan diğer doruğa kadar da binlerce küçük doruk vardır. İyi düşünün, bu zincir halkası nasıl örülmüştür? Bunu bilmeyen, PKK tarihini bilir mi, bunu bilmeyen direnişin tarihini anlar mı? Bunu bilmeyen asker olabilir mi, bunu bilmeyen genel doğruyu bir savaşa yatırır mı?
Ben kolay yanılmam ve boş yere de konuşmam. Bir eksikliği görmeden asla abartmam da. Büyük değerler söz konusu edildiğinde söylenmesi gereken sözü söylememek ve gereken davranışı göstermemek, bizim kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür. Biz örgütün bazı olanaklarını sağlam tuttuk diye ve bazıları halen yaşama imkanını sürdürüyor diye bir çok alan sıradan bir yaşamın içinde olamaz, sıradan bir duygu ve düşünceye sahip olamaz, sıradan bir pratikle ve hele hele başarısızlığı apaçık belli olan bir pratikle yetinemez. Aksi halde, bütün varlık nedeninizi, devrimci olma gereklerinizi ayaklar altında çiğnemiş olursunuz.
Siz neyi ifade ediyorsunuz? Bireycilik, çıkarcılık yetki hastalığı, başkalarının emekleri üzerine, olanaklar üzerine göz dikmek, yoldaşına karşı saygılı olmamak, yoldaşını ve partiyi güçlendirmemek; bütün yaşamınızda sergilenen bunlar oluyor.
Bir de büyük direniş şehitlerinin anısına bakalım: Peki onlar neyi kanıtladılar? Hiç kendini düşünmeyeceksin, dava emrettiği zaman canını en amansız bir şekilde adayacaksın! 14 Temmuz direnişçilerinin vücutlarına bakın; bir deri bir kemik kalmadılar mı? “Gidelim rahat koşullarda yaşayalım, yetkiyle yaşayalım” demek nerede kalıyor? Bu mudur onların anısına bağlılık? Kendini sıkmayan, yormayan tutumlarınızla mı sahip çıkacaksınız bu değerlere? Vicdanınız kaldırıyor mu bunu? Ama kendi yaşamınıza, pratiğinize bir bakın, bir de doğruları görün; siz işte buradan kaybediyorsunuz. Ben bu değerler söz konusu olduğunda, kendini yeterli partileştirmemekten, ordulaştırmamaktan bahseden adamın en büyük şerefsiz olduğunu söylüyorum. Bunlar küçük değerler midir? Bu çağrılar rahatlıkla bir tarafa itilecek çağrılar mıydı? Bir kez daha canlandı Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin önderlik ettiği direnişin anıları! Hatta en son Ronahilerin kendilerini ateşe vermeleri var. Bir de kendinize bakın; bunlara ne kadar cevapsınız? Onlar bir PKK’li siz farklı PKK’li veya onlar böyle, siz başka türlü yaşarsanız, bu çelişkiyi rahat bir şekilde sineye oturtabilir miyiz? Onlar parti için böyle giderken, sizin bu tarzda yaşamınıza göz yumabilir miyiz? Direniş kalelerimizin, görev sahalarımızın böyle sıradan geçiştirilmesine onay verebilir miyiz? Sizin sıradan yaşamınıza “iyidir” diyebilir miyiz? Hayır, hayır, hayır!
Gerçekten esas olan, hiçbir harekete nasip olmadığı kadar büyük direnişçilerin anısının emrettiklerine bağlı kalmaktır. Bu bizim için büyük bir sorundur. Ne yapıp edip bütün halkımızı ve başta da partiyi ve orduyu bu direniş değerlerine göre canlandıracağız. Şimdi siz bunu yaptınız mı, yapıyor musunuz? Bu soruyu sormadan bu kutsal günleri, 14 Temmuz’u karşılayamazsınız. Çok ağır kayıplar, başarısızlık, sıradan bir görevin üzerine bile doğru yürümeme; gerçekten sizin kara yüzlü olmanız anlamına gelir. Direniş değerlerinin, direniş şehitlerinin karşısında bir hiç olduğunuz anlamına gelir. Neden böylesiniz, gafletten mi? Değerler birikimi olarak kendinizi yenileyememekten, kendinizi yeniden kazanamamaktan ötürü mü böylesiniz? Kendi basitliğinize “geleneksel yaşamdır, düzen etkileridir” diyorsunuz, “parti çizgisine ve onun her türlü zorlu pratiğine gerektiği kadar yer verememedir” diyorsunuz. Sonuçta böyle yüzü kara olma, ciddi bir sınav söz konusu olduğunda, lafazanlıktan öteye gidememe gerçeği var. Halen böyle bir çoğu suçlu durumdadır. Bunlar PKK adına böyle nasıl yaşıyorlar sormuyorlar mı kendilerine? Bu kadar sorumluluk vardı, ama ne yaptılar? En başta beynini çalıştırmamış. Taktik dışı kalmayan öğe mi kaldı? Doğru bir askeri yaşama gelen mi var? Bir de yaşadığınızı sanacaksınız, sanabilirsiniz de. Ama her zaman bir şamar gibi yüzünüze indirilecektir. “Siz büyük direniş yaşamı karşısında bir alçaksınız, bir hiçsiniz” denilecektir. Görevlerin altından başarıyla kalkılmadıkça, bu her zaman söylenecektir. Ben de dahil bu böyledir. Eğer başaramasaydım, benim ne yerin altında, ne yerin üstünde yerim olmayacaktı. Eğer biraz yaşıyorsam, halen bu direnişçilerin anısına biraz bağlı kalmayı ve onlara yaşamsal bir değer vermeyi becerdiğimdendir.
Zaten bütün çabalarım biraz bunun içindir ve beni biraz yaşatıyor da. Bu sizin için de çok yakıcıdır. Eğer gerçekten önemli direniş günlerine anlam verecekseniz, bu söylenenlerin ışığında kendi durumunuza yeniden anlam vermek zorundasınız. Böyle günler karşısında yeriniz neresidir, bugünü karşılama gücünüz nedir, bugünler nasıl karşılanır, veya bu tür günler bu anlamda size neyi yükler? Bunu sadece bilince çıkarmak değil, kesin bir görev anlayışına, çalışma tarzına, temposuna dönüştürebilmek gerekir. Tek çareniz budur. Bunun dışında affedileceğinizi sanmayın. Ne tarih, ne düşman, ne parti, ne şehitler, ne de yaşayan değerler sizi affetmez. Akıllı olmalısınız, lafazanlıkla hiçbir işin başarılamayacağını bilmelisiniz.
Görev adamı olacaksınız, parti çizgisi temelinde asker olacaksınız, gerillacı olacaksınız. Bunun bütün esaslarına kendinizi amansız verdiniz mi, yaşamınızın tek doğru yolunu benimsemiş olursunuz. Aksi halde, ölünüz bile işe yaramaz. Yani bu doğru yolda olmayan her şey boştur.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan /14 Temmuz 1994
Devam edecek…