HABER MERKEZİ
Sıkça dile getirmeme rağmen aralarındaki ilişkinin varlıksal olduğunu yine de belirtmeliyim. 19. yüzyıl iki olgunun da zirve yaptığı dönemdir. Endüstriyalizm ne kadar ulus-devlet gerektirirse ulus-devlet de o denli sanayicilik gerektirir. Ulus-devlet on başlık altında sergilediğim toplumsal sorunların tümünü endüstriyalist toplum için de geçerli kılar. Marksizm’in endüstriyalizmi ve ulus-devleti sadece iç içe çözümlememesi değil bunu ilericilik adına pozitif bir olgu olarak belirtmesi Sovyet sosyalizminin neden yıkıldığını yüz elli yıl öncesinden açıklamaktadır.
Akademi dünyası, kent ve endüstriyalizminin fideliğinde yetiştiği hatta oluştuğu için bu yönlü hakikati kavramakta acizdir. Ulus-devletsiz ve endüstri dininin geçerli olmadığı bir dünyayı hayal bile edememektedir. Ekoloji mensupları, belirtilen sınıf kökenlerine rağmen, hakikati sınırlı da olsa görmeye başlamıştır. Ulus-devlet ve endüstriyalizmi iç içe geçmiş ortak bir ideolojik, ekonomik, askeri, saldırı kompleksi olarak değerlendirmek daha gerçekçidir. Bu gerçeklik karşısında dar anlamında sendikacılık ve particilik siyasetlerinin anlamsız kaldığı açıktır. Gerekli olan belirtildiği gibi toplum ve çevrenin öz savunmasıdır.
Ulus-devlet savaş rejimi olarak faşizm ve endüstriyalizm koşullarının ürünüdür. Kapitalizmin tarihinde azami karın elde edildiği sanayi çağında iç savaşın yoğunlaşması kaçınılmazdır. Azami kar ve sermaye, topluma karşı savaş yürütülmeden gerçekleştirilemez. Sanayi çağının ulus-devleti, bu azami kar kanunu gereği bir iç savaş rejimi olarak örgütlenmek zorundadır. Ulus-devlette iktidarın tüm toplumsal gözeneklere sızması, iç savaşın en genelleşmiş halini ifade eder ki faşizmin tanımı da bu çerçevededir. Aynı biçimde aşırı milliyetçiliğin, faşizmin ideoloji olması iç savaşın doğasıyla bağlantılıdır. Endüstriyalizm çağında savaşın küreselleşmesi, her iki dünya savaşında kendini iyice kanıtlamıştır. İç savaş dış savaşla tamamlanmaktadır. Tarihin en yoğun iç ve dış savaşlarının son iki yüzyıllık endüstriyalizm çağında yaşanması, milliyetçiliğin resmi din olarak işlev görmesi, faşizm ve endüstri sermayesi arasındaki ilişki ile izah edilebilir. Soykırım bu dönemdeki savaşların topyekûnlaşmasının (tüm toplumu kapsamasının) bir sonucudur. Endüstriyalizm çağının savaş biçimi olarak ulus-devlet faşizmine karşı temel toplum-sorun, ezilen, sınıf-halk-ulusun öz savunma cephesinin geliştirilmesidir.
Endüstriyalizm, kadın ve aile
Endüstri kapitalizmi çağında tarım-köy toplumundan sonra dağılan ikinci önemli toplumsal kurum aile ve kadındır. Batı sosyolojisinin ört bas ettiği önemli bir konu da aile ve kadındır. Neden ve nasıl yıkıma uğratıldığını açıklamaya yanaşmamaktadır. Bu gerçeklik ilk çağdaki kölelerin aile hakkının olmamasıyla bağlantılı olarak izah edilebilir. Artan işsizlik ve yoksulluk karşısında uygarlık toplumunda gelenekselleşen aile kurumunun maddi koşulları büyük oranda ortadan kalkar. Ailenin toplumsal anlamı kalmaz. Birey toplumdan kopartılırken bu konuda kadına düşen pay çok zalimane bir biçimde kendini sokağa ve hiç istemediği doğasına aykırı koşullar dayatan egemen erkeğe teslim olmadır.
Kadın köleliği reklamının yapıldığı gibi bu çağda özgürlük kazanmamıştır. Doğası metalaştırılmadık tek bir hücresinin bırakılamayacak denli derinleştirilmiş bir piyasa köleliğidir. Endüstriyalizm çağında yaşanan krizlerin en önemli bir unsuru, aile ve kadın üzerinde yaşanmaktadır. Sadece yoğun boşanmaları, sokak çocukları biçiminde değil toplumsal cinsiyetçiliğin sınır tanımaz iktidarcılığı ve sömürücülüğü bu krizin, çöküşün derinliğini yansıtmaktadır. Toplumun aile ve kadını sorunu; özgür yaşamın en temel unsurları olarak teorik ve pratik düzeyde büyük çabalara ihtiyaç göstermektedir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır