HABER MERKEZİ
Modernitenin saldırı mantığının günümüzdeki somut gelişmelere yansımasına tekraren de olsa yakından bakmak çok daha öğretici olacaktır. Bunun için tarih ve şimdi arasındaki ilişkiye yeniden bakmak kolaylık sağlayacaktır. Şüphesiz tarih eşittir şimdi demek kaba bir totoloji olacaktır. Fakat şimdinin çok büyük oranda geçmişin, tarihin etkisinde oluştuğunu görememek daha büyük körlüklere yol açacaktır. Bu bağı en çarpıcı olarak Arap-Yahudi ilişkisinde gözlemlediğimiz gibi, Türk-Kürt, Türk-Ermeni, Türk-Rum, Türk-Yahudi ilişkisinde de izleyebiliriz. Tüm bu ikilemlerde yaşanan güncel gelişmeler tarihten kopuk ele alınamaz. Toplum-tarih ilişkisi özgüllüğü içinde en hayati yöntem sorunudur. Tarihi; toplumsallığın tüm ilişki ve çelişkileri içinde inşa edici unsur rolünde görmek, temel mantık konusu olarak anlam bulmalıdır. Kısacası şimdi, güncel tarihsiz anlaşılamaz. Çok daha önemli olan ise şimdideki yeni olanı (tarihin payı yüzde 99 olsa da) görmeden güncel somut olanı doğru değerlendirmek, çözümlemek mümkün değildir. Çok şey söylenebilir. Ama boş şeyler olarak.
Modernitenin Ortadoğu’daki güncel ağırlığının arkasındaki tarihi, Akaların Troya’ya (MÖ 1.200) son saldırılarından başlatmak uygun bir başlangıç olabilir. İskender ile başlayan (MÖ 330) Helenizm süreci de önemli bir fetih aşamasıdır. Haçlı saldırıları (1096-1389) daha yakın bir saldırı tarihidir. Buna mukabil Doğu’dan Batı’ya da kapsamlı saldırılar düzenlenmiştir. Karşılıklı etkilenmeleri çok yönlü olmuştur. Kapitalist modernitenin saldırısında ideolojik hegemonyanın rolünü görmemek büyük eksiklik olacaktır. Oryantalizm olmadan modernitenin fiziki hakimiyeti tek başına anlaşılamaz. Son 200 yıllık hegemonik mücadele ise günceli en yakından belirleyen gerçekliktir. Güncel olan ise değirmen taşı gibi dönerek hep yeni olan bir şeyler üretmek, inşa etmek derdindedir.
Bu temel perspektif içinde baktığımızda güncele ilişkin söylenebilecek ilk husus genelde toplumsal soruna, özelde kriz ve kaostan çıkışa ilişkin ne geleneksel ne modern hakim güçlerin sunabilecekleri bir çözümlerinin olmadığıdır. Kendileri sorun ve kriz kaynağı olan güçler elbette çözüm gücü olamazlar. İster dincilik, ister milliyetçilik adına olsun geleneksel tarihe sığınılarak çözüm olunamıyor. Çünkü bu güçlerin tarihi de çözümsüzlük tarihidir. Hangi eski görkemli uygarlık yeniden canlanabilir? İslamiyet, Osmanlılar diriltilebilinse bile her halde ABD’nin sıkı koruması ve hekimliğinde, mucizevî gücü ile sağlanabilecektir ki bu da başka bir İslam ve Osmanlı olacaktır.
Modern güçlerin sunabilecekleri çözümler de yoktur. Kendileri en sorunlu ve sık krizli bir sistemin inşacıları iken nasıl çözüm olabilecekler. Güncel, finansal kriz küresel ve yapısal boyutuyla çıkış bulamazken Ortadoğu gibi temelleri yüzyıllar ötesine uzanan ve modernitenin daha da içinden çıkılmaz hale getirdiği sorun ve krizlerine hangi çözümü sunabilecektir?
İdeolojik iktidar ve devlet tekelciliğinin güncellenmesini ve somut görünümlerini ifade etmeye çalışalım;
Arap-Yahudi çelişkisini tarihte uygarlık sistemi, güncel ve yakın tarihte ise modernitenin kendisi ürettiği için çözümlenemez. İslam ve Yahudilik iktidar ve devlet bağlamından kurtulmadıkça asla barıştırılamazlar. Çünkü iktidar ve devlet gücü olmakta ısrar ettikleri müddetçe tarihte olduğu gibi günümüzde de varlıklarını ancak birbirini yok etmede bulmaktadırlar. İktidar tarihleri öyle inşa ediliyor. Modernite bu süreci daha da yoğunlaştırarak ve katılaştırarak sürdürdü. Üçlü sacayağı altında birileri ezildikçe adına çözüm denilir. Yani modernitenin diliyle çözüm, üçlü kızgın sacayakları altında (kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizmin) ezilmekle mümkündür. 500 yıllık tarihi bu tarz çözümlerin sayısız örnekleriyle doludur. İktidarlı-devletli uygarlık çözümlerinin gerçek kanlı yüzünü hiçbir örnek Arap-Yahudi sorunu kadar sergileyemez. Daha da feci olanı Yahudilerin inşasında büyük rol oynadıkları kapitalist modernitenin güçlerince “biricikliği-tekilliği” olan soykırımı yaşamış olmalarıdır. Gerçekten önceden planlanan bu soykırım kadar modernitenin nihai çözümünün-çözümsüzlüğünün ne olduğunu açığa vuracak çok az örnek vardır.
Türk-Kürt-Ermeni-Asuri-Rum-Yahudi çelişkisi: Bu çelişkiler kategorisi esas olarak kapitalist modernite kaynaklıdır. Eski uygarlıklara kadar kökleri uzansa da modernetinin üç mahşer atlısının -kapitalizm, ulus-devlet, endüstriyalizm- bölgeye yayılmasıyla Anadolu ve Mezopotamya, tarihinde tanık olmadığı sayısız etnik ve milliyet kırımlarına sahne oldu. Bir anlamda merkezi uygarlık sisteminin temel inşa gücü olan bu halklar ve kültürler modernitenin son 200 yıllık tarihiyle aşırı düşmanlıklara ve karşılıklı kırımlara uğratıldılar. Binlerce yıllık kültürel birikimler tasfiye olurken bazı halklar bölgeden sürüldüler, imha edildiler. Görünüşte birbiriyle savaşan tüm bu halklar özünde tekelci kapitalizmin iktidar ve sömürüsünün kurbanlarıydı. Ne acı ki birbirlerini imha ederken neye, kime hizmet ettiklerinin bile derinliğine farkında değildiler. Tek başına bu çelişki kapsamında gerçekleşen kırımlar bile modernitenin tarihteki tüm uygarlık sistemlerinin en kanlısı olduğunu ispatlamaya yeterlidir. Ortadoğu genelinde uzun zamanlar “halklar bahçesi” olan yerler bugün sessiz bir “halklar mezarlığına” dönüşmüştür. Eğer halklar ve kültürleri adına vicdana gelip bir şeyler söylenecekse, gerçek aydın sorumluluğunun gerekleri yerine getirilecekse öncelikle bu kültürler ve halklar mezarlığının gerçek sorumlularının aydınlatılması ve hesabının sorulması gerekecektir.
Şia-Sünni Çelişkisi: Her ne kadar İslam uygarlığının (iktidarcı İslam) daha ilk çıkışına dek kökenleri uzansa da günümüzdeki çatışmaları modernite ile bağlantılıdır. Özellikle son dönem İran-Irak çatışmalarının ancak modernitenin ulus-devlet formunda ve emperyalizmle bağlantısı içinde doğru bir anlatısı yapılabilir. Kaldı ki gerek İslam-Musevilik, gerek İslam-Hristiyan hatta Hristiyan-Yahudilik çelişki ve çatışmaları da proto modernite bağlamında rahatlıkla çözümlenebilir. Dinlerin kapitalist modernite öncesi çatışma nedenleri ve formları pozitivist görünüm altında olduğu gibi moderniteye yansımıştır. Özellikle Ortadoğu kökenli tek tanrılı üç dini ön-milliyetçilik olarak değerlendirmek gerekir. Modernite milliyetçilikleriyle farkları teolojik maske takmış olmalarıdır. Tüm araştırmalar modernite döneminin pozitivist anlatılarının kökeninde temelde dinsel formlarının mevcudiyetini kanıtlamaktadır. Çokça idea edildiği gibi sekülerizmle (dünyevilik) uhrevilik (ahiretçilik, dinsellik) arasında özde bir fark olmayıp ancak biçimde bazı farklar yaratılıp abartılmıştır. Sonuçta hem iktidar ve devlet dini haline gelmiş anlatılarla, hem modernitenin ulus-devlet söylemi haline gelmiş anlatılar aynı tekelci çıkarlara hizmet etmektedirler. Tarihte olduğu gibi günümüzde de Avrupa ve Ortadoğu’daki mezhep savaşları uygarlık ve modernite kaynaklı olup hızından kaybetmeden aynı çıkarlar temelinde devam ettirilmektedir. Radikal İslamcılık, Yahudicilik, Hıristiyanlık akımlarıyla her türlü milliyetçilik modernitenin üç mahşer atlısının hizmetinde birleşmişlerdir.
Ortadoğu halklarının zengin kültürünü binlerce yıldır kemiren uygarlık bezirganları ve kanlı çehreleri bugün kapitalist modernitenin hizmetinde elde kalan son birikimleri de acımasızca, hesapsızca, kan ve gözyaşları içinde tüketmekte bölgeyi harabeye, çevreyi çöle, dağları ıssızlığa çevirmektedir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır