HABER MERKEZİ
Ulus-Devletçiklerin Her Şeyle Çelişkisi: Ünlü bir söz vardır: Kapitalizmin insanlığa en büyük kazığı, inşa ettiği ulus-devletlerdir. Ortadoğu halkları ulusları için bu değerlendirme olanca çıplaklığıyla doğrudur. Hemen hemen her odağında günlük savaşlarıyla an be an doğrulanmaktadır. Kendi aralarında ve içte kendi halklarıyla savaş halinde olmayan ulus-devlet yoktur. Büyük Arap ulusunu ve kültürünü tüketen İsrail’den çok yirmi iki ulus-devletçiğin iktidar hesaplarıdır. Çılgın ve akıl almaz masraflarıdır. Halkları yerlerde sürünürken kendileri Nemrut ve Firavunları gölgede bırakan her tür ihtişamları (üstelik hiçbir anlamı olmayan göstermelik şovları) sergilemekten çekinmemektedirler. Onlara bu gücü veren yeni seküler tanrı ulus-devletçikleridir. Eski tanrılarına bağlılığı sahte ve sözdedir. Arap ulus-devletçiliği İngiltere imparatorluğunun Hindistan yolunu denetim altında tutma, petrol kaynaklarına sahip olma ve Osmanlı imparatorluğunu kontrol etme hesaplarına dayalı olarak geliştirildi. Gerçek bu olduğu halde millici geçinmeleri modernitenin iktidar tekniği gereğidir. Dünya kapitalist hegemonyacılığının temel ajan kurumlarıdır. Arap ulus-devletçiklerinde bu gerçeklik oldukça açıktır. Acem ulus-devlet oluşumunda aynı oyunları görmek daha ibret vericidir. Pers uygarlığından beri iktidar sanatında kazandıkları ustalığı modernite döneminde işbirlikçilik temelinde daha da geliştirmişlerdir. Denilebilir ki uygarlık aldatmacalarıyla modernite aldatmacalarını (Şia milliyetçiliği) iç içe kullanmalarında Çinlilerle yarışacak güçtedir. Çinliler en vahşi kapitalizmi “komünizm” diye cilalarken İran modernistleri kapitalizm imalatı ulus-devlet putunu büyük ruhçuluk olarak “İslam Cumhuriyeti” adıyla sunmaktan utanmayacak denli pişkindirler. Güncel somutluluğuyla küresel sistemin zayıf karnı durumunda olup Iraklaşma olasılığı yüksektir. Bölgenin diğer ulus-devletleri gibi kurumsal faşizmi temsil etmesine rağmen ABD-AB hegemonyacılığının zaaflarını kullanarak ömrünü uzatmaktadır. Fakat diğerleri gibi krizin pençesinde olup Irakvari kaotik duruma yol açabilecek potansiyeli fazlasıyla taşımaktadır.
Türkî ulus-devletler AB-ABD himayesine ilaveten Rusya’nın hegemonyası içinde varlık kazanmışlardır. Çekişme konusudurlar. Çok millici geçinmelerine rağmen hegemonyasız ayakta durmaları zordur. Bölgesel krizden fazlasıyla pay alıp kaotik potansiyele sahiptirler. Afganistan-Irak ekseninde olanlar bölgesel ulus-devletlerin olası akıbetlerini açıkça yansıtmaktadır.
Ortadoğu’da iktidar ve devlet gerçekliği ağır toplumsal sorunlara çözüm geliştirmekten çok kaynağında yer almaları nedeniyle bölgesel krizlerin sıkça savaşlarla sonuçlanmasına yol açmaktadır. Savaşlar krizi daha da büyütmekte ve kaotik durumları yaygınlaştırmaktadır.
c- Güncel olarak modernitenin endüstricilik ve kapitalizm ayağı asıl tahribatını geleneksel tarımı ve köy toplumunu çözmekte ve yıkmakta göstermektedir. Ulus-devlet ayağı bölgeyi topyekûn bir zindana kana ve gözyaşına boğarken endüstriyalizm ve kapitalizm; üstten işbirlikçi tekelciliğin en talancı yöntemleriyle binlerce yıllık birikimlerin ürünü toplumsal değerleri kar etmiyor diye bir çırpıda elinin tersiyle bir tarafa itmekte, ıskartaya çıkartmakta ve böylelikle çürütmektedir. Tarım ve köy toplumunun yıkılışı basit bir ekonomik sorun değildir. 10.000 yıllık bir toplumsal kültürün imhasıdır. Sorun tarım yerine daha çok kar getiren sanayi ekonomisinin önem kazanması da değildir. Toplumsal varlığın kendisidir. Toplum, günümüz yapısal kriz ortamında başta tarım alanları olmak üzere bilinçli olarak işsiz bırakılarak, genetik bitkiler öne çıkartılarak darbelenmektedir. Genetik bitkiler sadece doğal bitkileri kırmıyor sonu bilinmez hastalıklara ortam hazırlıyor. Sanayi kapitalizmi en az ulus-devlet tekelciliği kadar topluma saldıran bir tekel konumundadır. Ekonomiyle ilgisi yanlış anlaşılmaktadır. Bilinçli çarpıtılmaktadır. Endüstriyalizm Avrupa hegemonyacılığında tarihsel rol oynamıştır. Fakat dünyanın çevre alanlarındaki asıl rolü bu hegemonyayı yerleştirmektir. Hem de yerel sanayileri daha verimli üretim teknikleri adı altında yıkarak bu rolünü oynamaktadır.
Ekonomik değil anti-ekonomiktir. Tarihte hep zengin kalmış Ortadoğu toplumları modernitenin son 200 yıllık saldırıları altında en fakir dönemlerini yaşamışlardır. Tarımın ve tarım toplumunun yıkılışı bir ekonomik verimlilik gereği değil, sınıfsal tahakkümün burjuvazi adına sağlanması için gerçekleştirilmektedir. Siyasi ve iktidarla ilgili bir olaydır. Endüstriyalizm hegemonik metropoller için azami kar sağlayabilir. Fakat bunun karşılığı kırsal alanların çölleşmesi, köylerin boşaltılmasıdır. Dolayısıyla sosyal ve ekonomik bunalımın derinleştirilmesidir. Ortadoğu coğrafyasında ve ekonomik yaşamında endüstriyalizm, belki de iktidar-devlet savaşlarından daha tehlikeli sonuçlar doğuran bir ideolojik politik saldırı tekniğidir. İklim değişikliği, göl, sulak alan ve nehir kurutmalarının esas sorumlu gücü olup bu hızla devam ederse yaşanacak bir dünya bırakmayacaktır. Ortadoğu’da 15.000 yıllık bir kültür birikimiyle inşa edilmiş toplum, yaşam için endüstriyalizmin teşkil ettiği tehdit, savaşlar yoluyla yaşanan soykırımlar kadar tehlikelidir. Tekrar belirtmeliyim ki endüstriyalizm sanıldığının aksine ekonomiye ve topluma saldıran en temel araçtır. Gerçek sanayinin de yıkım gücüdür. Kapitalizmin azamî kar hırsıyla yürütülen endüstriyel kalkınmacılık ülkeleri refaha, zenginliğe değil, yıkıma ve yoksulluğa götürür. Krizden öteye harabeye çevirir. Sadece Afganistan için yürütülen haşhaş endüstrisiyle, Irak için yürütülen petrol endüstrilerinin bu alanları içine düşürdüğü harabiye, gerçeği apaçık kılmaktadır. Harap olan sadece ülkeler değildir. Tarihsel toplumdur. Kültürdür.