HABER MERKEZİ
Ortadoğu’da toplumsal sorunların çözümsüzlüğünde; modernitenin tezgahında dokunan orta-sınıf, bürokrasi ve kentin rolü önemle değerlendirilmek durumundadır. Kapitalizm, ulus-devlet ve endüstriyalizm bağlamında yeniden inşa edilen orta sınıf, bürokrasi ve kent üçlüsü kendini çekim ve çözüm merkezi olarak sunmakta ustadır. Kapitalist modernitenin yayılım ortamının ürünleri oldukları halde kendi kökenlerini bağımsız ve orijinal göstermeye özen gösterirler. Geleneksel toplum üzerinde hegemonik güç olarak konumlanmayı öncelikleri sayarlar. Moderniteyle ilişkileri işbirlikçilik, ajanlık temelinde olduğu halde kendilerini modernitenin inşa güçleri olarak kabul ettirmek için her türlü çılgınlığı yaparlar. Kurumsal faşizmin sosyal, kurumsal ve mekansal temeli olarak tanımlamak mümkündür. Kapitalist hegemonyacılığın doğrudan işgal ve sömürgeciliği gerçekleşemediğinden kendileri yerli maskeli işgalci ve sömürgeci güç konumundadır. Toplumun iç işgalciliğinin ve sömürgeciliğini yürütürler. Buna rağmen en keskin milliyetçi, devletçi hatta toplumcu geçinmeleri bir ironi olarak karşımıza çıkar. Derinliğine düşündüğümde bu kesimleri (Ortaçağlardaki kralın prensliklerinin güncelleşmiş bir varyasyonu olarak) kapitalist merkezin şubeleri olarak değerlendirmek durumunda kalıyorum.
Özcesi konumları moderniteden kopyalama tarzında olduğundan çözümün değil, sorunun temel kaynaklarındandır. Modernitenin çözümsüzlüğü kendini en açık orta sınıf köksüzlüğünde, bürokrasinin tıkanmışlığında, kentin kentsizleşmesinde yansıtır. Sistemin yapısal krizini bu üçlü olgu da tüm maskeleme çabalarına rağmen çıplak olarak okumak mümkündür.
Filozof Nietzsche, kapitalist modernitenin insanlık ve çevre üzerindeki tahribatının anlamını derinliğine kavrayan ender kişiliklerdendir. Modernitenin süzgecinden geçmiş insanı toplum ve birey olarak iğdiş olmuş, karılaşmış, dekadan, posa metaforlarıyla değerlendirmeye çalışır. Eğretileme olarak, doğruya yakın bir görüş olarak katılırım. Daha büyük zulmünün hayvanlar üzerinde yaşandığını, bir atın başını kucaklayıp ağlamasıyla anlatmak ister. Ormanları bir sığınak, yaşamın korunacağı mekan olarak görür. Sık sık ziyaret eder. Üst insan kavramı yanlış değerlendirilmiştir. Uygarlık boyunca gerçekleştirilen tüm köle tiplerini bir düşüş olarak görür ki, K. Marks’ın çok ilerisinde, insancıl bir yaklaşımdır. İşçileşmenin övünülecek, üzerine politika inşa edilecek bir varlık olamayacağını çok gerçekçi olarak değerlendirmiştir. Tarih bu görüşü doğrulamıştır. Üst insanı faşist bir yaklaşımın ön habercisi gibi görmek çok ucuz bir propagandadır. Onu her tür köleleşmeye, çevre yıkımına, kişiliksizleştirmeye karşı bir kavram olarak yorumlamak daha doğrudur.
Güncel gelişmeler, küresel kriz, finansal boyut, işsizlik, sanal yöntemlerle tarihin en büyük soygun sistemleri (Yılda 600 trilyon dolarlık talan) arasındaki ilişkileri açığa çıkarmıştır. Avrupa merkezli modernite azami küreselleşmeyi yaşarken aynı döngü içinde yapısal krizinin ve sürdürülemezliğinin de farkına varmıştır. Zirve üstüne zirve yapıyorlar. BM, İMF-Dünya Bankası, NATO, AB ve kopyalarının sistem için yetersizliği iyice açığa çıkmıştır. Merkez bankaları, 7’ler, 8’ler, 20’lerin paket üzerine paket açıklamaları, bilançolar, işsizlik, borçluluk rakamları, üretim kapasitelerinin düşüşü, gıda sorunlarının gündeme köklü girişi vb. birçok gösterge toplumsal tahakküm alanındaki ekonomik tekelciliğin kriz bağlantısını yansıtmaktadır.
Afganistan-Pakistan, İran-Irak, İsrail-Filistin örnekleri sadece Ortadoğu için değil, küresel çapta ulus-devletin çözümsüzlüğünü, kriz ve kaotik durum üzerindeki etkilerini, yol açtıkları yıkım, döktükleri kan ve akıttıkları gözyaşlarıyla açığa çıkarmaktadır. İnsan toplumları için sadece en zalim yönetim araçları değil, çözümsüzlük kaynakları olduklarını kanıtlamaktadır. Bölgenin kültürel dokusunu parçalayarak tarih boyunca uğranılan en büyük felaketi simgelemektedir.
Avrupa’nın kendisi için bile alarm zillerinin çalınması anlamına gelen kapitalizm ve endüstriyalizm, reformlarla ancak sürdürülebilirken, Ortadoğu toplumunda yaşanan tarihsel sorunları sınır tanımayan çatışma ve savaşlara taşırması kaçınılmazdır. Ortadoğu toplumunda kapitalizmi ve endüstriyalizmi derinleştirmek toplumun kendisine ve çevresine karşı savaşı yoğunlaştırmak anlamına gelir. Hangi kılıflar altında sunulursa sunulsun hep üçlü sacayağı biçiminde stratejik bir savaş aracı olan modernitenin güncel somut hali bu yargıyı doğrulamaktadır.
İdeolojik hegemonya, oryantalizm gerçekleri çarpıtmaktadır. Ortadoğu’nun son iki yüz yılı, Batı modernitesi tarafından fethedilmektir. Ulus-devletçikler, montaj sanayiler, kamusal ekonomi sahtekarlıkları asıl gerçeği gizleyemez. Fethin emrinden bir için çıkma cesareti gösteren Saddam Hüseyin’in başına gelenler ancak Fransa Kralı 16. Louis ile karşılaştırılabilir. Nasıl ki kralın başı koparıldıktan sonra Avrupa ateş içine düştüyse, ulus-devlet kralı Saddam’ın idamı da Ortadoğu’nun zaten eksik olmayan sıcak savaş gerçeğinin daha da alevlenmesi, bölgeye yayılması ve süreklilik kazanması anlamına gelecektir. Gelmiştir.
ABD-AB hegemonyası ve Ortadoğu
Oryantalist paradigmayı parçaladığımızda göreceğiz ki “soğuk savaşın” sonu Ortadoğu için sıcak savaşın üst evreye sıçraması demektir. 1991 Körfez Savaşının soğuk savaşın bitiminden bir yıl sonrasına denk gelmesi bu görüşü doğrulamaktadır. “Uzun süre” açısından baktığımızda Ortadoğu için bu modernite savaşı Napolyon’un 1800’lerin başından itibaren Mısır’a adım atmasıyla başlamış, ulus-devletçikler yaratma, kapitalist acenteler oluşturma ve petrol başta olmak üzere jeoekonomik kaynakların endüstriyalizm talanıyla zirveye çıkarılmıştır. Modernitenin kalın çizgisel anlatımı budur. Gerisi ayrıntı ve bol döngülü kısa hikayelerdir. Bölge için sıkça kriz ve kaos kavramlarını kullanmaktan çekiniyorum. Yaşanan gerçeklik sıcak savaş ise, bunu kriz ve kaosa indirgemek yanıltıcı olacaktır. Şüphesiz günümüz savaşları ne ilk ve ortaçağların ne de modernitenin iki dünya savaşına kadar yaşattığı savaş biçimlerine benzer. Özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşlarıyla birlikte savaşlar kitleselleşti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise toplumsallaştı. Modernitenin üçayaklı canavar yürüyüşünü savaşların iç ve dış ayrımlarıyla, toplum dışında verilme döneminin sona erdiğini, yeni döneminin toplumun içinde birleşik yürütülmesi anlamına geldiğini kavramak yeni özünün gereğidir. Genelde tüm Ortadoğu toplumunda özelde en açığa çıkmış haliyle Filistin-İsrail, Afganistan-Pakistan ve İran-Irak savaş gerçeğini bu kapsamda çözümlemek büyük önem taşır. Havsalaya sığmayan olaylar, süreçler bu kapsamdaki çözümlemelerle daha iyi anlaşılır kılınacaktır.
ABD-AB hegemonyasında yürütülen yeni Ortadoğu savaşları nasıl sonuçlanabilir? Daha da yaygınlaşıp yoğunlaşacak mı? Bölgeyi terk edebilirler mi? Ederlerse ve etmezlerse neleri beklemek olasıdır? Açık ki bu temel sorulara net, kesin cevaplar verilemez. Ama farklı bir tarihsel aşamayla karşı karşıya olduğumuz kesindir. Savunmamda bu aşamaya kadar ki toplumsal doğa, uygarlık, modernite ve Ortadoğu denilen jeokültüre ilişkin bir çözümleme taslağını sundum. Bundan sonraki bölüm kriz ve savaştan çıkış için olası çözüm modeli üzerinde yoğunlaşmak olacaktır.