HABER MERKEZİ
Karl Marks’ın yaşadığı dönem ve mekan Almanya’nın birliği ve ulus-devleti için yoğun tartışmaların ideolojik ve politik akımların koşullanması altındadır. Olgular daha çok ideolojik, politik ve hukuk çerçevesinde anlamlandırılmaya çalışılır. K. Marks, bu ortamı ekonomik öncüllükle etkilemeyi esas alır. Ekonomiyi belirleyici kategori olarak anlatımında temellendirmeye çalışır. Kapitalizmi bilim haline getirmenin baş sorumlusudur. Bağlantılı olarak kapital sahiplerini burjuvazi, ücretli emekçileri proletarya, toplumu ise kapitalist metalaşmanın egemen olduğu kapitalist toplum kategorisiyle karşılamayı bu bilimin köşe taşları sayar. Böyle yapmakla bir taşla üç kuş vurduğunu sanır. İngiliz ekonomi-politiğinden ekonomiyi, Fransız toplum bilimden pozitivizmi, Almanya felsefesinden diyalektik kavramı alıp birleştirerek “bilimsel-sosyalizmin” sentezini başardığına güveni tamdır. O dönem her bilimde devrim yapılmıştır. Toplumun bilimsel devrimini de kendisi ve Engels’in yaptığından emindir. Toplumun Darwin’i sayılırlar.
Avrupa sosyal biliminin en önemli kanadı olarak doğar. Hegemonik sistem açısından bakıldığında bu bilimin yeni yükselen ve sisteme damgasını vuran sermaye tekelciliğinin ihtiyacından kaynaklandığını, sermayeyi bilimselleştirerek meşrulaştırılmasına iktidar şiddeti kadar, belki de daha fazla katkıda bulunduklarını anlamak zor değildir. İstedikleri kadar kapitali olumsuzlasınlar, bilim halinde sunmakla meşruiyeti için gerekli tarihsel adım atılmıştır. Çok acıdır ki K. Marks ve F. Engels onca karşı çıkışlarına rağmen Kapital’in kapitalizm, sermaye-kar tekelcilerini burjuvazi, ekonomik toplumu kapitalist toplum olarak ilan etmekle bu tarihsel adımın önde gelen sorumluları durumuna düşmekten kurtulamadılar. Tarihte iyi niyetlerin çoğunlukla tersine sonuç verdirmede kullanıldıklarını hiç unutmayalım.
K. Marks ve F. Engels bu işe girişirken en çok Hegel’in doruğa taşıdığı diyalektik felsefesinden yararlandıkları bilinmektedir. Temel hatayı diyalektik felsefeyi uyarlarken yaptıkları kanısındayım. Bunu da tez-antitez-sentez üçlüsünü kapital-ücretli emek-kar; burjuvazi-işçi sınıfı-kapitalist toplum başta olmak üzere bazı önemli üçlemeleri geliştirirken yaptılar. Hegel’deki diyalektik tez-antitez antitesi (varklıksallaşma) nın Marksistler (ve bu yöntemi kullanan pek çokları) tarafından tam kavrandığını sanmıyorum. Halen de önemini koruyan ve geliştirilmeyi bekleyen temel felsefi sorunu ve dolayısıyla hakikatini ifade etmektedir.
Özünde şunu anlatmak ister; her varlığın özünde birde zıttı vardır. Varlıksal özler zıtsız olamaz. Zıtsızlık tam hiçliktir. Tam hiçlik var olmamadır. Var olmama da var olmadığına göre tam hiçlik olamaz. O halde varlıklar zıtsız olamaz; tıpkı itimin çekimsiz olamaması gibi. Sorun daha çok zıtlaşmanın mahiyetini doğru kavramakta yatmaktadır. Başarılı bir diyalektisyen zıtlaşmayı doğru belirleyendir. Şu hususu çok önemle belirtmek gerekir. Bir varlıktan binlerce antitez çıkabilir. Bir diyalektikçi açısından burada yapılması gereken en önemli görev bu çoklu antitezlerden hangisinin diğerini İLK ELDE, birinci sırada etkilediğini, oluşturduğunu doğru tespit etmektir. K. Marks ve F. Engels birer diyalektikçi olarak Hegel’i ayakları üstüne doğrultmak isterken, kafasını koparttıklarını fark etmeyecek kadar kaba bir yanlışlık içine girmişlerdir. İki yüz yıldır aleyhine çok söylemleştirilmesine rağmen Hegel diyalektiğinin halen bir doruk anlatım olduğunu belirtmek durumundayım. K. Marks ve F. Engels’in üçlemeleri şüphesiz diyalektik yan taşırlar. Ama doğru diyalektik üçleme değerinde anlatım içermekten uzaktırlar.
Konumuz açısından en önemli içerim, öz belirleme hatası, burjuvazi-proleterya zıtlaşmasında yapılmıştır. Şüphesiz burjuvazi-proleterya zıtlaşması vardır. Fakat bu zıtlaşma sandıkları gibi oluşmamıştır, işlememektedir. Toplum veritesinde, antitesinde kapitalizmin yol açtığı çelişki, zıtlaşma kapitalist-proleterya değildir. Çelişki olsa bile asıl çelişki değildir. Daha da önemlisi kapitalizm sanıldığı kadar toplumsal veriteyi tek başına kapitalistleştirecek potansiyelde değildir. Kapitalistin kendi başına bu gücü yoktur. Ayrıca bir toplum hiçbir zaman kapitalist, İslam, Hıristiyan vs. gibi bir sıfatla niteliğini değiştirecek bir varlık değildir. Öz olarak, İkinci Doğa olarak toplum varlığını korur. Bazı sıfatların tarihin çeşitli dönemlerinde TEKİLLER olarak etkili olması o toplumun tümüyle o tekilce tekilleştiğini kanıtlamaz; bir siyah Lale’nin tek başına Lale toplumu olamayacağı gibi.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır