HABER MERKEZİ
Kapitalizm bir etken olarak toplumsal antiteden sadece proleter oluşturmaz. Toplumsal varlıktan proleter tiplemeyi çeker. Fakat bu çekişte bile proleterle birlikte bu proleteri çektiği topluma karşı çoğunlukla ittifak halindedir. Marksistlerin feodal topluma karşı proletaryanın burjuvaziyle geçici ittifak dedikleri olay, olgu budur. Fakat hatalarının temelini oluşturan bir anlatımdır. Kapitalizm asıl olarak toplumdan ücret denilen bir taviz karşılığında proletarya adı altında bir ajan derlemekte, oluşturmaktadır. Eski topluma karşı ittifak değil, ihanet yapılmaktadır. Kaldı ki toplum gibi evrenin en harika bir esnek zeka doğasına karşı bir istismarcı, tıpkı bir kadını kullanır gibi efendice bir kullanıcılık yapılmaktadır.
Binlerce yıllık efendiler (Rabler, krallar, zorbalar) mirasını da kullanarak kar adı altında sistemli ve sürekli olarak toplumun tümünden, varlıksal olarak değer aşındırmaktadır. Sadece kar olarak değer değil, o toplumun tüm maddi ve manevi kültürel değerleri istismar edilmektedir. Bu durumda kapitalizm toplumu en çok ve sistemlice, sürekli olarak karşısına alan, sömüren TEKELCİ DOKU’nun kendisi olmaktadır. Bu anlamda toplumla ilgilidir. Üzerinde etkilidir. Ama hakim sistemini kurarak; eski ticari, parasal ve iktidar sahiplerini kendi önderliğinde eriterek, işçi ve zanaatkarları yedekleri haline getirerek, entelektüellerden ideolojik hegemonya inşa ederek bu etkiyi, istismarı gerçekleştirmektedir. Toplumun antitesini, varlıksallaşmasını bilimsel ifadeye kavuşturmak istiyorsak “kapitalist toplum” olarak adlandırılan dokunun bu özde ve biçimlerde geliştiğini anlamak doğru belirlenimlerin gereğidir. Sürecin bu karakteristik yapısını görmeden, işleyişinin bu niteliğini kavramadan toplum adına “BİLİMCİLİK” yapmak kaba POZİTİVİZM’den öteye gitmez.
Kapitalizmin toplum üzerindeki işleyişini doğru belirlemeden kaba pozitivist nesnellemelere girişmek bilim adına bilime, toplumbilim adına topluma karşı büyük bir yanlış içine girilmiş demektir. Söz konusu olan toplum olunca sonuçlarının vahametini kestirmek herhalde üzerinde daha çok düşünülmesini gerektirir. Konuya ilişkin bu kısa çözümlemeden kapitalizmle ilgili çelişkinin çok tali bir düzeyde oluşan kapitalist-proleter çelişkisi değil, bu çelişkinin de kapsamında olduğu kapitalizm-toplum; kapitalistler-toplumcular arasında oluştuğu gayet açıktır. Zeki Marksistlerden Roza Luxemburg “saf kapitalist toplum” asla gerçekleşemez deyip K. Marks’ı temel bir noktadan eleştirirken aslında belirtilmek istenen bu dokusal süreci anlatmaktır. İlla bilimsel sosyalizmden (sosyal bilim demek daha doğru olur) bahsetmek istiyorsak bu temelde radikal bir bilim reformu ve devriminin gereğini kavramak başta gelen görevdir.
Dar anlamda kapitalizm-ekonomik toplum çelişkisinden bahsetmek mümkündür. Tedbirli olunursa ciddi yanlışlıklara yol açmadan bazı önemli ve doğru sonuçlara götürebilir. Önceki bölümlerde B. Fraudel’in ekonomiyi pazarla özdeşleştirdiğini, sermayeyi bu pazar üzerinden uzun mesafe fiyat farkından yararlanarak karı gerçekleştirdiği, dolayısıyla Pazar karşıtı bir konumundan bahsettiğini önemle belirtmiştim. Bu anlatımın yetersiz olduğunu, kapitalizmin özünde sadece anti-Pazar değil (eğer Pazar ekonomiyle özdeş kılınıyorsa) anti-ekonomi olarak değerlendirilmeyle tamamlanmasının gereğini vurgulamıştım. Kapitalist sistem hegemonyasının anti-toplumculuğu; yol açtığı sömürgecilik ve emperyalizm savaşlarıyla ürettiği ulus-devlet faşizmiyle, endüstriyalizm temelinde yol açtığı çevre yıkımıyla, sürekli kriz yapısıyla, toplumsal uç kutupları derinleştirmesiyle inkar kabul etmez biçimde tanımlamak mümkündür. Anti-toplumsal olanın fazlasıyla anti-ekonomik olacağı açıktır. Çünkü kapitalizm “azami kar kanunu” nu ekonomik toplum alanında gerçekleştirir. Sistem olarak kapitalizmin anti-ekonomiciliği tüm tarihi boyunca deneyimledikleriyle her alanda doğrulanmıştır. Tarihsel bir doku olarak kapitalizm tali bir çelişki biçiminde kölesi olan proleter üzerinde değil, maddi ve manevi kültür birikimi olarak toplum ve ekonomik toplum üzerinde anlamlandırılırsa gerçekten sadece “KAPİTAL” değil “KAPİTALİZMİN TARİHİ” de doğru yazılabilecektir.
Proleter de dahil köleden özgürlük kumaşı dokuyan ideolojik ve politik hareketlerin anlayamadıkları husus, güç ve sömürü tekellerinin köleyi bir eki, uzantısı olarak varsıllaştırdıklarıdır. (Antite, varlık haline getirme) Köleyi varsıllaştırırken toplumsal dokuları olarak dokurlar. Kendilerini kemirecek bir unsur olarak tekel dokularına eklemezler. Tarihte bu anlamda kazanan köle sınıfı yoktur. Spartaküs bile kazansaydı, Roma için yeni bir köleci hanedan kurmaktan öteye gidemezdi. Lenin gibi çok iddialı bir anti-kapitalist bile sağlığında NEP (yeni ekonomi politikası) ile kapitalizmi uygulamak zorunda kaldı. Günümüz krizinde doğrulanan bir gerçeklik kapitalist sanayinin yaşaması için (diğer kapitalizm türleri de dahil) işçi sınıfı denen grupların gönüllü bir çaba içine girmekten (ücretlerini düşürme dahil) çekinmedikleridir. Kaybeden ise genel olarak ekonomik toplumla birlikte tüm toplumsal değerler olmaktadır. Kapitalist bireyselleşme, bu gerçeği daha çok doğrular. Anti-toplumcu temelde bireyler yığınına dönüşen tüm toplumsal alanlardan en üst uçta bir avuç oligarşik tekelci grup dışında toplum olmaktan çıkmış bir durum yaşanır. Diğer ezici çoğunluk işsizler yığını olarak kendini ücret kölesi olarak satmaktan bile mahrum bırakılmıştır. Ücret kölesi olanlar ise ücret düşüşlerini nispi olarak yaşamaktan bile kurtulamazlar. Gerçek tablonun böyle oluştuğu açıktır. Dar sınıf hareketlerinin bu gelişimde rolleri yadsınamaz. Reel Sosyalizm, sendikacılık hareketleri bu konuda kanıtlanmış pratiklerin sahipleridir. Özcesi köle değerlendirmemizi gözden geçirmek, baş çelişki öğesi olarak değil, genel toplum çelişkisinin tali bir unsuru rolünde görmek daha doğru sonuçlara götürecektir. Köle diyalektiği yeniden değerlendirilmeyi bekleyen en temel toplumcu görevdir. Toplumsal diyalektik toplumsal hakikat için temel bilim değerindedir. Ama doğru uygulanması tüm önemini koruduğu gibi öncelikle yetkin çözümlemelere ihtiyaç göstermektedir.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır