HABER MERKEZİ
Hiç şüphesiz Kürdistan’da devrimci roman taslağını geliştirirken, başka ulusların deneyimlerinden de yararlanmak önem taşır. Özellikle temel devrimleri yapmış olan bir Fransız roman gerçeğinde Victor Hugo, Balzac vb. büyük romancılar, yine Rus roman gerçeği ve hatta İslam devriminin doğuş dönemindeki bazı çıkışlar vardır. Fransız devrimiyle Fransız romanının bağlantısı kurulur. Yine Rus devriminin Tolstoy, Dostoyevski, Çernişevski, Gorki vb. ile ilişkisi nedir; bunlar devrimin hangi aşamasında ve ne tür ürünlerle devrime katkıda bulunmuşlardır? İslam devriminin bazı temel özellikleri nelerdir; özellikle daha sonra nasıl gericileşmiş, tutuculuğa dönüşmüş ve temel bazı kişilik özelliklerini nasıl ortaya çıkarmıştır? Nasıl bir aile, nasıl bir kadın-erkek tipi ortaya çıkarılmıştır?
Ortadoğu toplum gerçeğinde bunlar göz önüne getirilebilir. Tabii ki Kürdistan romanı kendi somut gerçeğinin de biraz benzersiz olduğunu göz önüne getirmek durumundadır. Kürt toplumsal özellikleri, yaşadığı tarihten ötürü diğer toplumlara çok az benzer. Dolayısıyla orijinalliğini çok iyi göz önüne getirmek gerekir. Yani Kürdistan romanı, biraz daha özgün bir roman olmak durumundadır, taklit fazla geliştiremez. Türk romancılığının da taklit edilmesi geliştirici olmaz.
Bunu devrimci mücadelemiz oldukça çarpıcı bir biçimde ortaya koymuştur. Dikkatli bir sanat faaliyeti, gelişen devrimimizin sanata da büyük soluk aldırdığını, sanatla da devrimin çok geliştirilebileceğini kestirir. Böyle bir çalışmayla güç yetirebilir, güçlü ürünler ortaya çıkarabilir. Mücadelemizin yoğun yaşadığı bu aşamaya, “nasıl yaşamalı” sorusuna böyle bir romanla cevap yetiştirmek de küçümsenemez bir katkıdır. İmkanlarımız el verseydi, ideolojik-siyasi-askeri görevler yanında, böylesi bir edebi göreve de katkımızı sunabilirdik. Zaten fırsat buldukça bunu yapmaya çalışıyoruz. Nitekim bu çabalar, sözkonusu katkıyı ifade ediyor.
Bu konuda iddialı olan militanların; sanatın, özellikle edebiyatın, romanın bizde neyi karşılamakla yükümlü olduğunu göz önüne getirerek, bu arada “nasıl yaşamalı” sorusuna en doğru cevabı vererek katkı sunabileceklerini unutmamaları gerekiyor.
Her halkın tarihinde buna benzer bazı atılımlar vardır. Beyliklerin şaşaalı dönemlerinde, Kürt edebiyatında bazı gelişmeler olmuştur. Kürt tarihinin bilinen dağ kökeninin, kaynağa gelişimizin belli olmayan dönemlerinde nasıl ifade edildiğini bazı destanlarda görmek mümkündür. Demirci Kawa gibi isyan eden tipler ve Memê Alan gibi bazı edebi anlatımlar var. Bunlar toplumsal gelişmenin önemli doruklarından güç alınarak geliştirilmişlerdir. Doğu lehçesine göre bir anlatımla veya yöntemle günümüze kadar etkili olmuşlardır. Bir Ehmedê Xanî’nin Mem û Zin’i bile bu anlamda, özellikle kralların otoritelerinin halklar için daha iyi bir ulusal ve toplumsal çerçeveyi çizdiği dönemdeki ihtiyacın da ifadesidir. Beylerin bölüp parçalama tarzları ve sürekli birbirleriyle çatışmalarını, ulusal birliği gerçekleştirmemelerini, feodal sülalenin içindeki görünümüne kadar anlatmaya çalışıyor. Burada anlatılan, aslında birliğe gelmeyen, halkın birliğini ulusal düzeye taşırmayan katı feodal beylik gerçekliğidir. Bol bol fitne-fesat var, uşaklık var; onu dile getirmeye çalışıyor. Fakat köklü bir devrimsel süreç yaşayamadığı için daha güçlü bir anlatımla tamamlayamıyor, geliştiremiyor.
Nitekim Kürdistan ciddi bir devrim yaşayamadığı için tarihte güçlü roman örneklerine rastlayamıyoruz; ne 18., ne 19., ne de 20. yüzyılda.Yazılanlar, kemalizmin imha siyaseti temelinde ortaya çıkan Türk romanlarıdır. Bu konuda bir Yaşar Kemal bile aslında Türkleşmiş Kürt gerçeğinden esinlenerek yola çıkan ve bunu edebiyatla sürdüren gerçeğin ismidir. Böyle bir romancılığa sahiptir. Buna benzer birçok romancı vardır. Bütün cumhuriyet tarihi boyunca isyanları ezen ve daha sonra Türkiye ile birleştiren, buna ilericilik biçiminde tanım yapan romancılardır bunlar. Bir yerde kemalist ahlak, tahribat ve imha edebiyat yoluyla meşru gösterilmiştir. Bu temelde oluşan bir düzen; ilerici ve yaşanması gereken bir güzellik denilerek dayatılmıştır. Tabii bunlar edebiyatla aşılanan, reddedilmesi gereken şeylerdir. Bu romanların perspektifi, Kürdistan gerçekliğine acımamak, bunun ne olduğunu anlamamaktır. Her şeyi inkar etmektir, hem de hızla! Tekrar o eski olumsuzlukları deşmemektir. Kürtleri gerici ve vahşi olarak yansıtmaktır.
İşte, ister Türk, isterse Kürt kökenli olsun, şimdiye kadar Kürdistan’a ilişkin iyi romancılık, sanatçılık, edebiyatçılık bu temelde bir işleve sahiptir. Tabii bu romancılık son derece tahribat yaratmıştır. Özellikle kişilik şekillenmesini çarpık geliştirmiştir. Özgür, gerçekçi düşünmeyi engellemiştir. Türkleşmeyi, metropole taşınmayı, kendi ülkesini ve halkını hor görmeyi, ondan kolayca vazgeçmeyi beraberinde getirmiştir. Bu, metropole, Avrupa’ya muazzam bir akış, kendinden kaçış sürecidir. Aynı zamanda ruhundan ve beyninden kaçış sürecidir de. Hatta bu süreç, lanetlemeye kadar ilerlemiştir. Çok azı gerçekliğine sahip çıkabilmiştir. Her şey çok ucuz elden çıkarılmıştır. Adını ağzına alanlar da ya ajanlaştırılmışlar, ya da işbirlikçiliğin bazı çıkarlar temelinde edindiği misyonlar olarak ortaya çıkmışlardır. Burada edebiyat, yurtseverliğin, toplumsal özgürlüğün yanından bile geçmeyen bir kavrama dönüştürülmüştür.
Tabii bunu devrimci hareketin çıkışına kadar daha trajikleşmiş ve derinleşmiş olarak görüyoruz. Özellikle her isyanın başarısızlığı, böyle bir sonuca gitmede rol oynamıştır. İsyan sonrası, yani beyaz terör dönemi Kürt halk gerçekliğini aslında isyan döneminden daha tehlikeli ve bitişin eşiği diyebileceğimiz bir noktaya kadar getirmiştir.
HALKLAR ÖNDERİ ABDULLAH ÖCALAN