HABER MERKEZİ – Kürt kültürel varlığı da yanı başındaki İslami çıkıştan şiddetle etkilendi. Daha çok da saltanat İslamının yıkıcılığıyla karşılaştı. Emevi hanedanlık ve sultanlık rejimi, İskenderin fetih ve tahrip tarzına çok benzer bir biçimde giriştiği kanlı geçen fetih savaşlarıyla Kürt topraklarını kısa sürede sultası altına aldı. Özellikle Zalim Haccac gibi komutanlar, eli kılıç tutan tüm Kürtleri katledip, kadınlarına ve çocuklarına toptan el koydular. Kürtlerin karşılaştığı bu tip istilaların tarihte bilebildiğimiz ilk örneği, Gılgameş Destanına konu olan bugünkü Irakın (Irak adı ilk kent devleti Uruktan kaynaklansa gerek) kuzeyinde ve doğusundaki ormanlık ve dağlık sahaya Gılgameşin işbirlikçisi Enkiduyla birlikte gerçekleştirdiği ve kan döktüğü (Öldürülen canavar Humbaba, aslında kabile şefi konumundaki bir figür olarak anlaşılmalı) seferdir.
Kürtlerin saltanat İslamına karşı tavrı derinden bir ikileme yol açan tarzda olmuştur. Geleneksel aşiret hiyerarşisi, bağlı olduğu İran-Sasani İmparatorluğunun yenilip çözülüşüyle birlikte, yeni efendilerine sadakat göstermekte gecikmedi. İktidar denilince hep işgalci efendiye uşaklığı aklına getiren Kürt işbirlikçi zümresi süreç içerisinde Emevi Hanedanlığıyla önce bütünleşti, giderek gönüllü asimilasyonla Araplaştı. Binlerce yıl işbirliği ettiği ve etnik açıdan akraba olduğu İran imparatorluk kültürü içinde dil ve kültür varlıklarını önemli oranda koruyan bu kesimin hızla Araplaşmayı seçmesi, sınıfsal oluşum tarzıyla yakından bağlantılıdır. Araplaşma öncesi Kürt hiyerarşik önderleri kabile kültürüyle hâlâ yakın bağ içindeydiler, aynı kabile ve aşiretin mensuplarıydı. Dolayısıyla sınıflaşma zayıftı. Çıkarları sınıflaşmadan ziyade, kabile ve aşiret içinde hiyerarşinin üst tabakası olarak kalmalarını daha yararlı ve gerekli kılıyordu. Aşiret kültürel bağlarını yitirip yalnız birey veya aile olarak yabancı hâkim hanedanlık kültürü içinde erimeleri çıkarlarına uygun değildi. Böyle bir durumda her şeylerini yitirebilirlerdi.
Önlerinde bunu kanıtlayan çok sayıda tarihsel örnek vardı. Kürt kabile ve aşiret gerçekliği kendi kültürüne çok katı bir biçimde bağlı olup, dış güçlerle bütünleşmeyi ve asimilasyonu olanaksız veya istisnai kılıyordu. Bunun yanı sıra, tarihsel olarak sınıflaşmanın maddi koşullarının fazla gelişmemiş olması (kent ve devlet kültürüyle az karşılaşmış olmaları) ve en önemlisi, dıştan kaynaklı işgalci, fetihçi ve sömürgen istilalara karşı sürekli mücadele içinde olmaları bunda önemli rol oynamıştı.
Arap Emevi Hanedanlığından kaynaklanan işgal döneminde hem tarihsel hem de toplumsal bakımdan bir farklılaşma yaşanıyordu. İslami sultayla birlikte Arap kabile üst tabakası kendi kabilesinin alt tabakasından koparak hızla yeni bir egemen sınıf haline geliyordu. Derin bir sınıflaşma söz konusuydu. Emeviler döneminde çok güçlü bir İslam-Arap aristokrasisi oluşmuştu. Ortadoğu kültüründe ilk defa geleneksel köle-efendi ilişkisini aşan ve Avrupada daha sonra gelişecek olan serf-senyör ilişkisine benzeyen yeni türden bir bey-maraba (mevali) ilişkisi oluştu. Fethettikleri tüm kültürlerin üst tabakaları, bu tarihsel-toplumsal yeni sınıflaşmayı kendi çıkarlarına son derece uygun bularak, işbirlikçi temelde de olsa hızla aristokratlaştılar.
Kürt kabile ve aşiret üst tabakası da bu hızlı bütünleşme ve asimilasyondan payını aldı. Eski Zerdüşti geleneği sürdürmeleri, kendileri için yarardan çok zarar getiriyordu. Bu kültürde ısrar, varlıklarını yitirme anlamına geliyordu. Kısa bir darp döneminden sonra, tarihte egemen sınıfların yatkın oldukları çıkar temelli yabancı dil ve kültür içinde erimeyi hızla benimsemeleri, varlıklarını sürdürmelerinin bir gereğiydi. M.S. 7. ve 10. yüzyılları arasında Arap aristokratik dil ve kültürü içinde eriyip bütünleşen çok güçlü bir işbirlikçi Kürt üst tabakası oluştu. Bu kesimler şeklen Kürt sayılsalar da, dil ve kültürce resmi Arapçanın birer bendesi durumundaydılar. Bu yeni dil ve kültürle yaşamayı seçkinlik işareti sayıp gurur duyuyorlardı. Kendi dil ve kültürlerini en erken terk edenler bu kesimlerdi. Halen Kürdistanda bunlardan kalma güçlü kalıntılar vardır.
İktidara oynayan işbirlikçi Kürt aristokrasisi, mezhep olarak Sünni geleneğe bağlıdır. Sünnilik anlam olarak kabile hiyerarşisinin üst tabaka geleneğinin yüzeysel İslamileşmesini ifade eder. Sünni İslam, egemen ve iktidarcı olan İslamdır. Güçlü bir sınıf temeli vardır. Ortaçağın Kürt beyliklerinin ekseriyetle Sünniliği benimsemeleri çıkarları gereğidir; İslam hakikatiyle ilişkisi bakımından bir anlam ifade etmez. Denilebilir ki, Sünnilik İslamın çıplak iktidar ve rantıyla ilgilenen zümrelerinin maskeli inanç biçimidir. Söz konusu zümreler bu maske altında dinin toplumsal vicdan ve ahlâkla uyuşmayan, hatta ahlâka ve vicdana zıtlık oluşturan birçok uygulama içine girerler.
Ortaçağdaki beyliklerinden günümüzdeki bireysel ve ailesel kalıntılarına kadar, Kürt işbirlikçilerinin ezici çoğunluğunun Kürt kültürel varlığı karşısındaki inkârcılığı, saygısızlığı ve onu gelişmekten alıkoymaları sınıfsal karakterleri, ideolojik ve iktidarcı yapılanmaları ile bağlantılıdır. Bir sınıfsal varlığın ideolojik ve yapısal olarak oluşum tarzı, toplumun bütünsel kültürel varlığı üzerinde derin etkiler bırakır. İslamın Arap, Fars ve Türk egemen sınıf oluşumundaki tarzı, bu kesimlerin kendi toplumlarıyla ilişkilerini de belirlemiştir. İşbirlikçilikleri sınırlı olduğu ve iktidarın inisiyatifli güçlerini teşkil ettikleri oranda, toplumsal kültürlerini de olumlu ve olumsuz yönleriyle etkilemişlerdir. Daha az asimilasyonist olmalarına karşılık, alt tabakalarına karşı daha şiddetli bir baskı ve sömürü geliştirmişlerdir. Daha çok işbirlikçi olan Kürt egemenleri asimilasyona daha yatkın olmalarına karşılık, Kürt toplumsal varlığı üzerinde daha zayıf bir egemenlik tesis etmişlerdir. Egemenliklerindeki zayıflık ve asimilasyona yatkın özellikleri, toplumsal dil ve kültür karşısında inkârcı davranmalarına ve yararsız olmalarına yol açmıştır. Günümüze doğru bu eğilimleri, asimilasyondan öteye kültürel soykırıma varan bir işbirlikçiliğe kadar tırmanış göstermiştir. Kendi öz toplumlarını kemirerek beslenen yaratıklara dönüşmüşlerdir.
İslami devrime karşı ikinci eğilimi demokratik yaklaşım temsil eder. Kürtle İslamı bütünlük içinde karşılamamışlardır. Dağ Kürtleriyle ova Kürtlerinin yaklaşımları farklı olduğu gibi, alt ve üst tabakanın yaklaşımları da farklı gelişmiştir.
Zerdeştilerin durumu daha değişiktir. Bunlar daha çok kabilesel değil, dinsel boyutta direnmişlerdir. Dinsel varlığı kabilesel varlığa üstün tutmuşlardır. Birkaç farklı mezhep halinde günümüze kadar yansıyabilmişlerdir. Sünni Kürtlere göre Kürtlüğün daha saf değerlerini temsil ederler. Tarihte birçok kırım yaşamalarına rağmen, inançlarında ısrar etmişlerdir. Geleneksel Kürt kültürünün zengin bir kaynağı olmalarına rağmen, kitap birikimlerinin yakılması ve özgür yaşamlarının sürekli baskılanması, bu zengin kaynağın fakirleşmesine ve âdeta kurumasına yol açmıştır.
Ova kesimindeki Kürtlerde asimilasyona karşı direnen bir eğilim olarak tasavvufi tarikatları gözlemlemekteyiz. Tasavvuf, devlet-sulta İslamı dışındaki boyutlarıyla, toplumsal vicdan ve ahlaki yönleriyle daha derinliğine kavranmış İslamı (Bâtıni İslam) ifade eder. Genel anlamıyla devletle bütünleşmeyen, iktidardan hoşnut olmayan, dini bireysel vicdan, duyuş ve bilinçle yaşamak isteyen toplumcu İslamı ifade eder. İslamı iktidarcı-devletçi ve toplumcu olarak iki temel kategoriye bölmek, tarihsel toplum gerçeğine uygundur. Toplumcu İslam ancak tasavvufi olarak yaşanabilir ki, yaygın halkçı tarikatlar halindeki örgütlenmesi de bu gerçeği gösterir. Toplumcu İslam demokrasiyle bağlantılıdır. Hızla iktidarlaşan İslama karşı (Buna anti-İslam demek de mümkündür) toplumcu İslami örgütlenme olan tasavvuf, halk dayanışmasının bir biçimi ve sığınağıdır. İslami toplum iktidarcı resmi İslamla değil, tasavvufi tarikatlarla yaşanabilir.
Kürt toplumunda tasavvufi akımların derin ve yoğun biçimde yaşanması, özünde Kürtlerin iktidarla aralarının iyi olmamasıyla bağlantılıdır. Çok sayıda tasavvufi tarikatın kurucularının Kürt kökenli olmaları, toplumsal gerçeklikleriyle ilgilidir. Tarikatlar halkın bir nevi öz savunma örgütleridir. İşçi sınıfı sendikalarının kapitalist iktidara karşı oynadığı rolü, ortaçağda Ortadoğu toplumlarında benzer biçimde tasavvufi tarikatlar oynamıştır. Hem inanç ve düşünce, hem de ekonomik örgütler ve savunma örgütleri rolünü oynamışlardır. Toplumsal İslam en az devlet İslamı kadar etkili olmuştur. Dinin toplumsal alanla sınırlandırılması ve bireylerin özgür tercihine bırakılması çıkış özelliklerine daha uygundur.
Kürtlerin İslamiyet döneminde gerek güçlü beylikler gerekse tasavvufi tarikatlar etrafında halklaşma ve milliyetleşme yolunda tümüyle geri kalmadıklarını da belirtmek gerekir. Üst tabakanın milliyetleşmesiyle alt tabakanın halklaşması arasında farklılaşma olmakla birlikte bunu abartmamak gerekir.
Kürt kabile ve aşiret kültüründen çıkışla gerçekleşen halklaşma olgusuna Kurmanc denilmektedir. Kürt insanı anlamına gelmektedir. Kurmanc, aşiret ve kabile bağlarından tümüyle sıyrılmasa da, günümüze doğru hız kazanan kentleşmeyle birlikte gittikçe gelişen bir kategoridir. Tüm aşiretler ve kabilelerden çeşitli nedenlerle kopan ailelerin kalabalık köy ve kentlerde bağımsızlaşarak güçlenmesi, Kürt halklaşmasının temel gücünü teşkil etmiştir. Bu tarzda Kürtler halk olarak gelişir ve yeni demokratik uluslaşmaya doğru yol alırken, aşiret üst tabakasının zayıf milliyetten millete, ulusa geçiş yapması aynı yoğunlukta ve hızda gerçekleşmemiştir. Bu tabakanın devlet-ulusu haline gelmede yaşadığı başarısızlık, demokratik uluslaşmanın Kürtlerin şansı haline gelmesine yol açmıştır.
Devam edecek…
Halklar Önderi Abdullah ÖCALAN