HABER MERKEZİ
Örgütlülük kolektivizmdir. Siz ondan sıkılmışsınız, daha doğrusu öyle bir kolektivizm parçalanmıştır. Israrla bireyci olmak ve kendiliğinden yürümek istersiniz. Çünkü size yaşam, felsefe ve pratik olarak benimsetilen budur, bundan da zevk alıyorsunuz. Bu da örgütlülüğü inkârdır, kolektivizmi inkârdır ve sonuçta bu yürüyüşünüz bir felakettir. Nitekim pratiklerinizde ortaya çıkan ummadığınız ve sizleri de hayrette bırakan durumların esas nedeni, kendinizi gerçek parti tanımına göre yürütmeyişiniz ve en başta da örgütlenmeyişinizdir. Örgütlülük en zor eylemdir. Örgütlenme en gelişmiş bilinç, en gelişmiş yönetim, en gelişmiş hassasiyet ve çabanın en özlü ifadesidir. En değerli yönetim örgütlü yönetimdir. Doğru bir örgütsel yönetim savaş yönetiminin de özüdür. Böyle olursanız askeri çizgiyi, ekonomik çizgiyi ve lojistiği çok iyi örgütleyebilirsiniz. Halkı da, diplomasiyi de çok iyi örgütleyebilirsiniz. Çünkü esasta parti çekirdeğinin örgütsel yönetimine akıl erdirdiğimiz ve onu başarıyla yaptığımız için diğer bütün örgütsel yönetimler çok rahatlıkla yürütülebilir.
Bu tanıma göre bakıldığında, sizin yürüyüşünüz felaket derecesindedir. Şu anda sizi parti gerçekliği karşısında çözdüğümüzde ve parti gerçekliğinin tarihsel boyutlarına kadar indirgediğimizde, sizin en büyük hatayı kendinize parti tanımına göre bir istikamet vermemekle yaptığınızı göreceğiz. Böylelikle yalnız kendi çabalarınızı değil, bütün çabaları ve özellikle önderliksel çabaları da boşa çıkarıyorsunuz. Daha da kötüsü bu yürüyüşünüz ister kendi hata ve kusurlarınızın, isterse bazı başarılarınızın sonucu olsun gerçeklikle bağdaşmaz. Bazıları kaybetmişse, doğru olduğunuz ve kazandığınız halde o kayıp sizin de kaybınız oluyor. Bazıları kazanmışsa siz tamamen kaybettirdiğiniz halde ona da sahip çıkmakla büyük haksızlık yapıyor ve dolayısıyla kendinizi kandırmayı yaşıyorsunuz.
Gerek güncel gerek tarihi açıdan pratiğinize baktığımızda, en tehlikeli yanınızın bu olduğunu rahatlıkla belirtmek mümkündür. Bunu da kötü niyetle değil, çok iyi niyetlice, varınızı yoğunuzu ortaya koyarak yapıyorsunuz. Ama yaptıklarınız parti tanımına göre olmadığı için, bunlar parti yaşamına verilen büyük bir zarar oluyor. Burada muazzam bir tepkicilik var. Kendi kendini savunma, keyfiliğine kılıf biçip kendini haklı gösterme, örgütlenmeye gelememesinin bahanesini her tarafta arama, parti tanımının tüm ölçülerine göre kendini sağlam, başkalarını ise hep suçlu görerek parti yürüyüşünü keyfince yorumlama söz konusudur. Parti imkânları arttıkça ve Önderlik tarzının partiyi bütün iç ve dış engellemelere rağmen sürdürmesi geliştikçe, buna yüzde yüz engel teşkil edenlerden tutalım önemli düzeyde görevlerin gereklerini yerine getirmeye çalışanlara kadar herkes “Ben de bu gelişmelerin sahibiyim” diyor. Siz yetersizseniz ve gerekenlerin tersini yapmışsanız, bu gelişmelere nasıl sahip olacaksınız? “Partinin hatalarının sonuçları benden uzak dursun, başarılar benim olsun” deme veya başkalarının yanlışlıklarının kurbanı olup kendi doğrularına da sahip çıkamama anlayışı ters bir yaklaşımdır. Böylece parti tarihinin en körce, en oportünistçe yapılan tanımına denk gelen bir anlayış, bir yaklaşım tarzının sahibi olursunuz.
Bir tarafta parti tanımı, diğer tarafta sizlerin yaşam süreciniz var.
En kötüsü de bu tutumlarda kemikleşme var. Burada ölçüler fena dağılmıştır. Parti vicdanının tıkanması ve parti hassasiyetlerinin bir tarafa bırakılması söz konusudur. Bunun sonucu da daha fazla bireyciliktir; eski toplumun, hatta düşman düzeninin etkilerini dobra dobra taşırmadır. Hiç sıkıntı bile duymadan, bizi nereye götürür, bizden ne götürür demeden kendinizi dayatıyorsunuz. Bu artık tam bir vicdansızlık halini almıştır ve bu tipi durdurmak artık imkansızdır. Çünkü emeğinin çok üstünde bir parti itibarını yakalamış ve parti olanağının başına geçmiştir. Belki rüyasında bile görmediği bir kişisel etkinliğe kavuşmuştur ve onu bırakmamak için on defa kelleyi koltuğuna alır. O yetkiyi, o gücü elinden bırakmamak için her türlü iftirayı yapar, bunun için bir cani bile kesilebilir, her türlü demagojiyi kullanır, küser; olmazsa alttan oynar, daha da olmazsa kaçar. Parti içinde parti tanımının dışında yanlış güç kazanmış kişi, bu anlamda tam bir beladır. Düşmanın gizli kontraları onun yanında solda sıfır kalır. Düşmanın gizli kontrası, provokatörü parti içinde ufak bir zarar verirse açığa çıkar. Bu kişilikler ise genellemeci ve tasarrufçu olduğu ve tüm gücü ustaca kontrolüne alıp üzerine açıktan tasarrufçuluğu egemen kıldığı için tehlike sınırı artık akıl almaz ölçüdedir.
Bunlar iktidar uğruna öncelikle babasını asan çingeneye benzerler. Kürt olayında bu şiddetlidir. Duygular, düşünce ve bilinç birikimi çok geri ve çarpık olduğu için, bunların toplam ifadesi örgüt gücüyle birleştiğinde bu kişilik bir canavar kesilir ve artık onları durdurmak imkansızdır. Nitekim bizim önder militanlarımızın ve komutanlarımızın yürüyüşünün bu hatalı biçimlerini durduramıyoruz. Ölüme gidiyor ve kendileriyle birlikte altın kıymetindeki değerleri de bitiriyorlar. Öncelikle yapılması gereken şey bu kişiliği durdurmaktır.
Tabii bunun zıddı da emeğinin farkında olmayan köle, hamal kadro tipidir. İşlerin kötüye ve kendi emeğinin boşa gitmesi bu kişiliğin umurunda bile değildir. Artık bastıran bireyin, işi alıp götürenin emrine takılmıştır. Parti tanımı bunu da kabul etmez. Parti tanımına göre katılım kolektiftir, inisiyatiflidir. Parti doğruya sonuna kadar evet, yanlışa ve yetersizliğe de sonuna kadar hayır deme inisiyatifini her kadrosuna tanır. Kadro bu inisiyatifini kullanamadığı için, yönetici kendisini uçurumun kenarına da götürse ona boyun eğer, hatta birlikte düşer. Oysa kadro sesini biraz yükseltse bunlar olmayacaktır. “Bu gidişat ölçülere, taktiğe, çizginin uzun vadeli çıkarına, partinin militanlık ölçülerine, askerlik ölçülerine ve yaşam ölçülerimize uygun değildir; partililik ölçülerimiz bunları kaldırmaz, sana bu işin doğrusunu gösterecek ve seni ikna edeceğim” denildiğinde, karşıdaki kişi “Ben ikna olmuyorum, çevremi bastırıp işleri bildiğim gibi yürüteceğim” cevabını veriyorsa, kadronun “Partiye bağlılığım ve parti tanımına uygun katılımımın bir gereği olarak seni önce teşhir ve tecrit edeceğim, bu da olmazsa senden kopacağım. En yakın bir parti organına gideceğim ve ayrıca gücüm varsa bunun tedbirini de alacağım, seni doğruya davet ediyorum” diyerek bir mücadeleyi vermesi gerekir.
Tabii kadrolarımız müdahalenin ne ölçülerini, ne yerini, ne zeminini bildiği için, karşılarındaki kurnaz ve bastıran kişiler onların emeğini alıp götürüyorlar. Ondan sonra da hamalca çaba sahibi olan kadrolar sıkılıyor, “Neden böyle oluyor” diye şikayet ediyor, bunalıma düşüyor ve tıkanıyorlar. Sonuçta partinin başına daha fazla bela oluyorlar. Diğerleri daha da bunların canına okuyor ve problemi kangrene çeviriyor. Partinin bin bir emekle topladığı bütün değerler, bu iki tarafın karşılıklı uzlaşması temelinde dibine bir dinamitten daha fazla patlayıcı yerleştirilerek bertaraf ediliyor. Dolayısıyla temel sorununuz, eğer gerçekten bir partililik niteliğiniz varsa, parti tarihini bu temelde incelemeniz ve güncel partileşme sorunlarına bu yaklaşımla çözüm gücü olmaktır. PKK militanı bu anlamda parti tanımını da esas alarak parti tarihini doğru çözen ve güncellikte de böyle bir partilileşmeyi kişiliğinde uygulayandır; herhangi bir yerde doğru çalışma tarzının, çizginin başarısı ve zaferin garantisidir; ortaya çıkacak tüm yanlışlıklara karşı panzehirdir ve ne kadar sorun varsa çözer.
Bunun için de parti tarihinin bilincine ihtiyaç vardır. Bu partiyi parti tanımına göre kim yaşatmış, nasıl yaşatmıştır? Zindanda, dağda, Avrupa’da, kısacası iç ve dış bütün alanlarda nelere karşı nasıl mücadele edilmiştir? En önemlisi de bu parti şimdiye kadar nasıl yaşatılmıştır ve bunun can alıcı kısmı nedir?
Halklar Önderi Abdullah Öcalan
29 Haziran 1996
Devam Edecek…