HABER MERKEZİ – Toplumsal bunalım sistemin kendini sürdüremez duruma düştüğü dönemleri dile getirir. Sorun kavramına nazaran daha genel bir anlama sahiptir. Bunalımlar daha çok devrevi karakterli iken sorunlar olay, olgu, ilişki ve kurumlarda günübirlik yaşanır. Aynı sistem içindeki bunalımlara “konjonktürel” kavramıyla karşılık verilirken bizzat sistemin kendi bunalımına “yapısal” kavramıyla karşılık verilir.
Toplumsal bunalımların çok yönlü nedenleri vardır. Siyasal, ekonomik, demografik alandan kaynaklı olanlar gibi, jeobiyolojik kaynaklı olanları da vardır. Hiyerarşi ve devletin (genelde iktidar kurumları) gelişmediği toplumlar ağırlıklı olarak jeobiyolojikseldir. Doğal bir deprem veya kuraklık ciddi toplumsal bunalımlar doğurabilir. Çevrenin beklenmedik bozulması benzer sonuç yaratır. Beslenemeyen nüfus kadar çok azalmış nüfus da bunalım etkenleri olabilir. İktidar kaynaklı bunalımlar ise gerek savaşlar tekniğiyle, gerekse mali, ticari ve endüstriyel araçlarla sağlanan kâr oranlarının sürekli düşmesiyle yaşanır. Savaşların maliyeti kazancını aşınca toplumsal bunalım, başka araçlarla giderilmezse, kaçınılmazdır. Piyasalar üzerindeki mali, ticari ve sınaî tekellerin kâr oranları sürekli düştükçe ve yeni savaşlarla bu kâr oranları ikame edilmedikçe sistem içi bunalımlar kaçınılmaz olur. Bunalımların konjonktürden (genellikle 5-100 yıl kapitalist sistemlerde) kaynaklı olanları daha da uzanırsa sistemik bunalıma dönüşür. Artık sistem altında toplumun sürdürülemezliği söz konusudur. Sistemin yapısı dağılarak yeni sistemsel yapılar için kaotik bir ortam doğar. Toplumsal güçlerin ideolojik ve yapısal hazırlıklarına göre daha gelişkin yanıtları olan yeni sistem inşasında başat rol alma şansı veya misyonunu kazanmış olur.
Her sistemin dağılıp yenisinin kurulması sorunu, pozitivist bilim anlayışında çarpık adlandırmalara yol açmıştır. Özellikle düz çizgisel tarih anlayışları yeni bir kaderci anlayışla toplum biçimlerini belirlemeye çalışmaları çok olumsuz sonuçlar vermiştir. Toplum gibi çok karmaşık bir doğayı mühendislik çalışmaları biçiminde projelendirmek tarih boyunca bunalımlara çare olmak şurada kalsın bunalımları daha da derinleştirmişlerdir. İster metafizik (İslam, Hıristiyan, Hindu v.b.) ister pozitivist (ulus, ekonomi, hukuk) yaklaşımlar olsun aynı kapıya çıkmaktadır. Hatta pozitivist metotlar faşizm olgusunda ortaya çıktığı gibi bunalımdan öte toplumsal soykırımlara kadar varan sonuçlara yol açmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan bilimsel ve felsefi devrimler sonucu toplumsal doğa konusunda daha derinlikli tartışmaların geliştiği söylenebilir. Ekoloji, feminizm, kültür, demokrasi söylemleri daha aydınlatıcı olmakta, çözüm olanaklarını doğru belirleyip arttırmaktadır.
Marksizm’in kapitalist bunalım teorisi, olguyu resmetse de beklediği çözüme -sosyalizm veya komünizm- her geçen sürede yaklaşmakta olmayıp daha da uzaklaşmaktadır. Bu durum toplum doğasını eksik ve yanlış tanımayla ilgili olduğu kadar önerilen çözüm modellerinin ütopik olmaktan öteye anlam ifade etmemesidir. Daha da vahimi önerilen eylem yöntem ve araçları kapitalizmin güçlenmesine istemeden de olsa hizmet etme durumuna düşmüştür. Tarih bu konuda sonu gelmez hayali çözümler ve umutsuz çırpınışlarla doludur. Toplumsal bunalım ve çareler konusunda tarih boyunca yaşanan gerçeklerin en önemli sonucu bilme eyleminin daha da derinleşmesidir. Bunun ihtiyacının duyulmasıdır. Bilim ve felsefe, hatta din ve sanatlar bu anlamda ağır toplumsal bunalımlara yanıt olma ihtiyacıyla yakından bağlantılı olarak gelişmişlerdir.
Toplumsal sorunların karakteri farklıdır. Şüphesiz iktidar ve sömürüden kaynaklanma anlamında ortak yönleri bulunmaktadır. Ama günlük olarak daha sık yaşanma gibi farklı bir yönleri bulunmaktadır. Ayrıca bazı birey ve gruplar için sorun olan, bazı grup ve bireyler için çözümdür. Bunalımlar için bu husus daha geneldir. Tüm toplumsal kesimler olumsuz etkilenir. Ancak marjinal olan bazı toplum düşmanları süreçten kazançlı çıkabilir. Toplumsal sorunların kaynağı eğer dış kaynaklı değilse esas olarak iktidar odaklarının baskı ve sömürüsünden kaynaklanır. Kadın erkek odağından, hiyerarşisinden, köle efendisinden, köylü ağasından, memur amirinden, işçi patronundan, tüm toplum iktidar tekellerinin baskı ve sömürü aygıtlarından olumsuz etkilenir. Zarar görür, sömürülür. Baskı ve işkenceye uğrar. Sonuçta hepsi toplumsal sorun yaşar. İktidar ve sömürü tekellerinin çözüm olarak sundukları ise daha yoğunlaşmış iktidar biçimleri ve sömürü yöntemleridir. Devlet ve sömürü biçimlerinin sürekli gelişim göstermeleri bu nedenledir. Karşılık ise sürekli direnme ve ayaklanmalardır. Karşı savaşlardır. İktidar mantığına ve sömürü cazibesine sıkça düşmeler nedeniyle sonuç adeta bir kader gibi en onursuz biçimde sorunların baskısı ve sömürüsü altında yaşamadır. Devletli uygarlığın tarihi bir anlamda baskı ve sömürü yöntemlerinin sürekli yenilenme ve geliştirilmesiyle, buna karşı direnenlerin özgürlük ve eşitlik felsefesi ve eylemlerinin gelişme tarihidir.
Ortadoğu toplumları tarih boyunca bunalım ve sorunları en çok yaşayan insanlık parçası olmuştur. Bunda şüphesiz 5.000 yılı aşan süre boyunca merkezi uygarlığın olanca baskı ve sömürüsünü sürekli yaşamak zorunda kalmasıdır. Dünyanın başka hiçbir bölgesinde bu denli uzun süreli ve yoğun baskı ve sömürü biçimlerine tanık olunmamıştır.
Bu yoğun baskı ve sömürü biçimlerinin başlıcaları olarak şunlar sıralanabilir; 1- Ortadoğu toplumunda kadın sorunu, 2- Kabile, etnisite ve kavim sorunları, 3- Din ve mezhep sorunları, 4- Kent ve çevre sorunu, 5- Sınıf, hiyerarşi, aile, iktidar ve devlet sorunu, 6- Ortadoğu toplumunun ahlak, politika ve demokrasi sorunu, 7- Ortadoğu toplumunda ekonomik ve ideolojik sorun, 8- Ortadoğu toplumunun devrim sorunu…
Sonuç olarak Ortadoğu toplumunda bunalım ve sorunları üç aşamada özetlemek mümkündür. Birinci aşama; M.Ö. 3500’lerde kendini iyice belli eden hanedan, hiyerarşi, kent, iktidar, devlet ve sınıf olgularının etrafında gelişen merkezi uygarlık sistemi, toplumsal sorunların kaynağıdır. Bu sürece dıştan kabile sistemi, içten İbrahimi ve Zerdüştik dinsel sistemlerle yanıt verilmeye çalışılmıştır. İkinci aşama; İslami uygarlıkla son çıkışını yapan merkezi uygarlık sisteminin MS 1200’lere doğru biriken sorunlarına karşı Rönesans girişimlerini tam başarmayıp İtalyan Yarımadasındaki kent uygarlık çıkışlarına öncülüğü kaptırmakla bunalım ve sorunlarının daha da derinleşmesini yaşama sürecine girmiştir.
Günümüze doğru “Şark Sorunu” adı altında yaşanan üçüncü aşama; Avrupa’nın merkezi uygarlık sisteminin hegemonyasını ele geçirmesi ve bölgeye yönelmesiyle birlikte 1800’lerden itibaren yaşanmaya başlanmıştır. Kapitalist moderniteye dayalı gelişen geleneksel ve modernist çözüm arayışları ise sorunların daha da ağırlaşmasıyla sonuçlanmış, kriz, soykırım ve intihar eşiğine kadar varan olumsuzluklara yol açmıştır.
* Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık kitabından alınmıştır