HABER MERKEZİ
Güncellik ile tarih arasındaki bağa sıkça değinmenin gereği vardır. Tarihten kopuk güncel somutun, yaşanan şimdinin analizi ne kadar yanlışlıklara açıksa, şimdileşmeyen tarih analizleri de o denli hatalara açıktır. Gerçeğin şimdideki hali tarihsiz çok eksik kavranır. Zaman, her zaman gerçeğin inşa boyutudur. Zamansız gerçek olsa bile düşünülemez. Belki de mutlak denen sırdır. Toplumsal gerçeklikte zamanın inşa gücü, yeteneği temel bir ilke değerindedir. Toplumsal yaşamın zamanla sınırlanmış süre halini kavramak sosyolojinin baş etmek zorunda olduğu temel sorunudur. Analitik felsefenin en büyük kusuru, belki de kötülüğü, tarihsiz bir sosyal bilim mümkünmüş gibi analiz yapmasıdır. Buna karşın tarihsizcilik denen metodun şimdiyi kavramayan, tüm gelişmeleri tarihsel tikellerden ibaret sayan aşırı determinist görüşü şimdinin bahşettiği yenilik, özgür gelişme imkanını kavramaz. İnsan iradesi ancak şimdiye müdahale edebilir. Dolayısıyla tarih ne kadar şimdiyse o denli tarihe de müdahale edebilir. Şimdinin olağanüstü yaratıcı an değerini kavramadan hiçbir özgün toplumsal inşa gerçekleştirilemez. Ne tarihin emrindeki bir iradesiz olmak, ne şimdinin tarihten kopuk sorumsuzu olmak toplumsal hakikatle yaşamanın ilkesel ifadesidir. Geçmişe boş ver demek ne kadar yanlış ve sorumsuzluk haliyse geleceğe bak demek de o denli yanlış ve sorumsuzluktur.
Ortadoğu’nun toplumsal doğası şimdisi zayıf, tarihi çok büyük olan bir çelişkiyi de yaşamaktadır. Şimdisi, büyük tarihinin önünde adeta bir tuzak gibi kurgulanmıştır. Ne kadar tarihsel değer varsa bu tuzak içine düşürülüp etkisizleştirilmektedir. Büyük tarihinin önünü açmak için şimdinin bu kurgulanmış tuzak halini aşmak gerekecektir. Şimdinin bir anlamı da sorun çözme kabiliyetidir. Tarih ne kadar sorun biriktirmişse hep şimdinin önüne yığar. Şimdi ise, bu sorunlar yığını içinde çözebileceklerini ayıklar ve sorunsuz yaşama dönüştürürken, çözümleyemediği sorunları da sonraki şimdilere havale eder.
Sorunların çözümü doğru tanımlanmalarıyla yakından bağlantılıdır. Soruna konu olan varlıkla çözümlenmiş varlık arasındaki fark, şimdinin olumlu olarak inşa ettiği şeydir. Sorunlu yaşanan şeyin çözümlenmiş şeye dönüşerek yaşanan halidir. Savunmamın büyük kısmı Ortadoğu’da oluşan toplumsal doğanın doğru tanımlanmasına ayrılmıştı. Teorik değerlendirmelerin ve yaşanmış deneyimlerin çözümlenmesinin, toplumsal sorunlara ve olası çözüm yollarını oldukça aydınlatıcı nitelikte olduğu kanısındayım. Ortadoğu’ya ilişkin savunmamı aydınlatılmış bazı sorunları ve olası çözüm yollarını şimdiki halleriyle ayrıntılı olarak sunup kısa bir sonuçla tamamlamak öğretici olacak ve ilgili çabalara katkı sağlayacaktır.
Çoğunluk ve azınlık sorunları
Ortadoğu’nun dört çoğunluk ulusundan bahsetmek mümkündür. Bunlar Arap, Türk, Kürt ve Fars uluslarıdır. Büyük yerine çoğunluk dememin sebebi, demografyayla ilgilidir. Yoksa ulusları büyük küçük diye ayırmak etik ve doğru değildir. Azınlık ulusu kavramı da demografya ile ilgilidir. Azınlık olmanın bir kusur veya küçüklük nedeni sayılamayacağı toplumsal hakikatin ve etiğin gereğidir.
Ulusal sorunları işlerken yöntem farkımı önemle belirtmek durumundayım. Ulusal olgunun gittikçe öne çıkarılması kapitalist modernitenin gelişimiyle yakından bağlantılıdır. İdeoloji, iktidar ve sermaye tekellerinin oluşumunda öne çıkarılması gereken stratejik bir olgudur. Abartılarak sunulması bu stratejinin gereğidir. Ulusal olgunun çözümlenmesinde iki temel eksik ve hatalı yaklaşımdan bahsetmek gerekir. Birincisi Descartes Felsefesi’ndeki keskin özne-nesne ayrımına dayalı pozitivist yaklaşımdır. Pozitivizmin olgusal özelliği bilinmektedir. Temel hatası ulus olgusunu tıpkı fizik, kimya, biyoloji olguları gibi tam nesnel nitelikte saymasıdır. Toplumsal doğadaki öznelliği, esnekliği kesinlikle ihmal etmektedir. Ulusal sorunların soykırımlara kadar varması bu keskin, katı ve ucu kapalı ulus kimlik anlayışıyla çok yakından bağlantılıdır. Gerek doğanın gerek toplumun nesneleştirilmesi kapitalizmin gelişiminde en önemli ideolojik aşamadır.
Kapitalist modernitenin ilk büyük devriminin zihniyet alanındaki bu özne-nesne ayrımına dayalı felsefi-ideolojik devrim olduğu önemle kavranmak durumundadır. Modernitenin ideolojik devriminin öne çıkardığı kavramların başta gelenlerinden olan ulusallık boşuna seçilmiş bir kavram değildir. Bu kavram kapitalist teolojinin ana ilkesidir. Ulusallık ve daha geliştirilecek ulus-devlet en önemli tanrısal kavram, hatta yeryüzündeki tanrının kendisi olacaktır. Pozitivist teolojinin Akropolündeki en büyük tanrı kesinlikle ulusallık ve ulus-devlet olarak yerini alacaktır. Diğer modernite tanrıları önem sırasıyla sisteme yaptıkları katkılarıyla orantılı yer tutacaktır. Pozitivist teoloji sözde “bilimcilik”le ulus ve ulus-devlet olgusunu abartıp dinsel ümmet olgusu yerine ikame edince bu sefer din ve mezhep sorunları ve çatışmaları yerine ulusal sorun ve çatışmalar geçmiştir. Hem de daha kanlı savaşlarla ve soykırımlarla dolu bir sürece yol açarak. Pozitivizmin, kapitalizmin kutsal ideolojisi olduğunu çok iyi bilmek gerekir.
İkinci hatalı yaklaşım “öznellik, aşırı anlamlılık” adı altında sergilenir. Bu anlayış başta ulusal olgular olmak üzere modernite döneminde ortaya çıkan birçok olguyu hayali, fantastik icatlar olarak sunmaya çalışır. Geleneğin icadı olarak bir yorumcu anlayışı geliştirirler. Elbette toplumsal olgular İkinci Doğa karakterinde olması itibariyle inşa edilmeye, icat olgular olmaya elverişlidir. Ama bu elverişlilikten kalkıp toplumsal olguların varlıksal değerini kuşkulu hale getirip sadece zihniyet oyunlarına indirgemek en az nesnellik yaklaşımı kadar sakıncalı, hatalı sonuçlara yol açar. Bu sefer olguların kesin, katı nesnel değerler yerine hayali, uçup giden, varlığı pek olmayan kavramlardan ibaret saymaya vardırır. Gerçekle hakikat arasında ikinci ciddi sapmayla bilimsel sonuçlara varmak mümkün değildir. Öznellik, kendine inancını yitirmiş modernite ideolojisinin geç post-modernite döneminde aldığı yeni biçimdir. Nesnelciliğin post-modernite ifadesidir. Sonuç olarak toplumsal sorunları hayali sorunlar olarak görmek, günübirlik terapi seanslarıyla (psikolojik yöntemlerle) çözmeye çalışmak bu yaklaşımın vardığı aşamayı gösterir ki, başarısızlığını yaşamın kendisi günlük olarak kanıtlamaktadır.
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.