HABER MERKEZİ
Tarihte en çok üzerinde oynanan ve özellikle de devrimci süreçlerde saptırılan bir konu şehitler ve şehitlik kurumu olmuştur.Anılarından onların uğruna savaştıkları amaçlara ters düşen,
sonuçlar çıkaran ve böylelikle onları kendi çıkarlarının malzemesi haline getirenler az değildir.Şehitlik kurumunun, bütün insanlık tarihinde ve önemli alışım süreçlerinde ortaya çıkan bu değerlerin anılması, hikaye edilmesi, hatta sık sık yıldönümlerinde bağlılık andlarının içilmesi boşuna değildir. Bu bir kavga gerekçesidir. Bu, anlamına daha çok yaklaşmak ve onu saptıranlarla mücadeleyi bir kez daha yakalamak içindir. Tabii sınıf mücadelesinin ve halkların savaşımlarının her anında görüldüğü gibi, burada da yaygın bir biçimde karşıtlarının savaşı yaşanır. Onlara kendi gerici, kişisel, ailesel, hatta dar ve bencil sınıfsal çıkarları için yaklaşanlar bulunduğu gibi, onlardan tüm insanlık için sonuçlar çıkaran ve onları böylelikle insanlığın, eşitliğin ve adaletin hizmetine sokanlar da vardır. Bu kurumu daha dikkatle incelediğimizde gerçekten göreceğiz ki, yaşamlarını önemli amaçlar uğruna feda edenlerin bu anıları, mücadelenin bir doruk noktasıdır. Dolayısıyla onları gerici bir tarzda anma yerine devrimci bir tarzda anmanın mücadelenin bir gereği olduğu ortaya çıkmaktadır.
Bir hareketin ciddiyeti ve amaçlarının tutarlılığı, mensuplarının, gözünü kırpmadan en değerli varlıkları olan canlarını bu yüce amaçların başarısı için her zaman feda etmeye hazır olmalarından kaynaklanır. Bir örgütün ne kadar tutarlı olduğunu öğrenmek istiyorsak; o zaman, o örgütün üyelerinin, ister rahat, ister zor koşullarda her türlü güçlüğü karşılamaya ve gerektiği yerde bunun için ölmeye hazır olup olmadıklarına bakmalıyız. Eğer bu, gerçekten böyle anlaşılıyorsa ve uygulamalar da bu yönde ise, o zaman böyle bir örgüt çok ciddi bir örgüttür. Yok eğer, ikbal ve rahatlık günlerinde değerlerin üzerine hızla üşüşenlerden, zor günlerde ve ufak bir baskı karşısında çil yavrusu gibi dağılanlardansa; söyledikleri ne olursa olsun bunların tehlikeli oldukları, halkların davası gibi yüce savaşımlarda bunların eline güven duyulacak hiçbir şeyin verilmemesi gerektiği ve bunun gereklerini yerine getirmeyecekleri kesinlikle belirtilebilir. Eğer bir dava, uğruna ölenler varsa, o zaman yüceltilmeye layıktır. Hele bunun zorunluluk karşısında değil, gerçekten zorunlu bir görevin, büyük bir gönül rahatlığıyla yerine getirilmesi ve böylelikle ucunda ölüm bile olsa seve seve yürünmesi, sadece o hareketin ve kişinin gerçek büyüklük ölçütüdür. Ve bunun kanıtlanması olmaktadır.
Bu tanımlamaları yaptıktan sonra, bu görüşümüzün kanıtlanması olan şehitlerin rollerine bakacağız. Sözlerimiz bağlılığımızın kanıtıdır ki, bu bir gerçekliği ifade eder; Bu sözlerin sahipleri olarak en zor anlarda ve muazzam bir güçsüzlük ortamında, adeta vahşetin kol gezdiği, insanların sadece yüreklerine dayanmaktan başka savaşım araçlarına sahip olmadıkları bir zeminde, gerçeklerin en büyük temsilcileri şehitlerdir. Bazıları bu gerçeği ne kadar eksik ve yanılgılı göstermek isterlerse istesinler, bu konuda ne kadar eksik yaklaşımların sahipleri olursa olsunlar, gerçeğin kendisi böyledir. Eğer şehitler için bir tanım yapmak istenirse onlar, böyle bir dönemde -en azından daha sonra kazanılan birçok zaferde- varlıklarında zaferin simgeleştiği olaylardır. Onları kişiler olarak da görmemek gerekir, onlar bir kurumdur. Çünkü onlar milyonların en yanılgılı bir yaşamın kurbanı oldukları bir anda ve ihanetin her biçiminin alabildiğine yaşandığı bir dönemde gerçeğin sözcüsü olmak ve tek başına gerekirse bunları haykırarak yaşamak durumunda olan şahsiyetlerdir. Böyle davranmak birçoğunun zannettiği gibi kolay bir iş değildir. Bugün birçok kişi bunu böyle anlamakta veya böyle olduğu yanılgısına sık sık düşmektedir.
Şehitlere başka türlü yaklaşımların anlamsızlığını ister kendi pratiğimizde olsun, ister başka pratiklerde olsun çok iyi gördük. Şehitleri biraz gözü yaşlı anmak ve yakınlarına biraz daha kolaylıklar sağlamakla yetinmek hiçbir işe yaramaz. Bu tarz yaklaşım, bizim toplumumuzda yaygındır. Bu tip olayların sahiplerine maddi değer verilir, hediyeler sunarlar, kendileriyle birlikte gözyaşı dökerler. Bu ancak günceli kurtarmak içindir, yoksa şehitlere bağlılığın anlamını kurtarmak için değildir. Biz bu tür yaklaşımlara baştan beri iltifat etmedik. Bu tutumumuzu daha sonraki tüm şehitlik olaylarımızda da sürdürdük. Şehitliği, öyle ölülere bir gözyaşı dökme, onların yakınlarının gönlünü alma işi gibi görmedik. Çünkü şehitlerimiz bizim yaşayan gerçek değerlerimizdir. Her ne kadar fiziksel varlıklarıyla aramızda olmasalar da ruhları ve bilinçleriyle kurumlaşmış, yaşayan bir savaşçı ordu haline gelmişlerdir.
Bu nedenle diyoruz ki, şehitlerimiz yaşayan gerçek değerlerimizdir. Bizler ise sadece onların yüce komutu altında hareket halinde olan savaşçılarıyız. Bu tanım bir abartma değildir. Eğer biz yaşamı doğru devrimci düşüncelerin -ki bunlar önemli gerçeklere tekabül etmektedir- yoğunlaşması olarak anlıyorsak, diğer türlü bir yaşamın ne anlamı olabilir? Fiziksel varlığımızın canlılığını korumasının, kollarımızın ve bacaklarımızın hareket etmesinin, duygularımızın çalışmasının hiçbir anlamı yoktur. Eğer biz yaşamı bu kadar alt düzeyde bir kavrayışa götürmüyorsak ve bir toplumu yeniden yaratmak, devrimci bir tarzda üretmek gibi bir amaçla yola çıkmışsak, işte bu amaçların içinde en değerli varlığın şehitler ve dolayısıyla da gerçek yaşayanlar olduklarını kabul edeceğiz. Yaşamı daha da yüceltmenin anlamını, aslında şehitleri daha da çoğaltmak olarak, bunun ise ilk şehitlerin kendilerini bir ordu haline getirmesi tarzında anlayacağız. Bu aynı zamanda ordulaşmada tek doğru ve zafere giden yolun seçilmesi anlamına gelmektedir.
Gözyaşı dökerek, bazen sahte anma havalarına girerek şehitlerin anısına karşılık verilemez. Örgüt gücü olarak, eylem gücü olarak, bütün düşman saldırılarını boşa çıkardığında bağlısın demektir. Bunun dışında bir bağlılık demagojidir veya ihanet kadar tahripkârdır.
Eğer şehitlere bağlılığı, ‘şöyle bir parçamız koptu, vücudumuz parça parça oldu, bir daha dirilmesi olanaksızdır’ biçiminde anlarsak ve onlara böyle yaklaşırsak, herhalde düşmandan önce kendilerine en büyük hakaretlerden birisini biz yapmış olacağız. Buna cesaret etmenin bile başlı başına bir ahlaksızlık olduğunu söylemek gerekir. Gerçekten şehitlerimizle en yoğun yaşayanların ve onlarla iç içe olanların, şehitlerin anılarında zaferi ve yaşamı görmeleri, bizim anmamızın ne kadar doğru olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır. Çok basit değerlerin kaybında bile, halkımızın ne kadar teessüre ve üzüntüye kapıldığını çok iyi biliyoruz. Ama PKK’de bunca şehit verilirken, halkımızın sadece ‘daha dikkatli hareket edemezler miydi, kendilerini daha fazla yayarak mücadeleye katkılarını çoğaltamazlar mıydı’ biçimindeki eleştirilerine de tanık oluyoruz. Halkımız, hiçbir biçimde başka bir yaşamı kabul etmiyor. Yalnız bu yüce amaçlar uğruna gidişi kabulleniyor. Şehitlerimizin anıları karşısında halkımızın böyle davrandığı bugün netçe ortaya çıkmıştır ve bu da bize önemli oranda cesaret veren diğer bir gelişmemizdir. Halkımız gibi, en değerli varlıklarını hiçbir koşul altında terk etmemek için her şeyini vermeye hazır bir halkın, bizim koşullarımızda gelişen şahadet olaylarına büyük bir saygı, bağlılık ve daha çok fedakarlık anlayışıyla yaklaştığı ve destek gösterdiği açıktır. Bu da şehitlerimizin, halkımızın gerçek yaşamını dile getirdiklerinin, onu dirilttiklerinin ve bunun kendi yankısını halkta bulduğunun kanıtlanmasıdır.
Şehitlerimizle aramızdaki mesafe kısadır. Daha dün hepsiyle birlikteydik. Kendi toplumumuzda böylesi yüce kişileri bol bol üretmekteyiz. Daha da yaygınca önümüzdeki dönemde geliştireceğiz. Hemen belirtelim ki, biz en zor dönemde, en değerli parti varlıklarımızı şahadete ulaştırırken, bunu milyonların ayağa kalkışı için yapıyoruz. Milyonlar ayağa kalktığında, temsil edeceği hakikati ve yaratacağı devrimci değişikliği hiçbir güç temsil edemez ve yaratamaz. Kitlelerin ayağa kalkması, en büyük gerçektir ve gerçeğin en devrimci dönüşümüdür. Şehitlerimiz her zamankinden daha fazla bunu mümkün kılma, bunu gerçekleştirme konumuna da bizi getirdiler. Partiyi bugün kitleselleşmeye, ordulaşmaya doğru götürürken, en temel görevlerimizin bu kurumları yaratmak olduğunu söylerken, burada şehitlerin gerçek yöneten bir güç olduğunu belirtirken, önemli bir görevimizi önemli bir aşamada gerçekleştireceğimizi de netçe vurguluyoruz.
Anıya bağlı kalmak bir görevdir ve gerekenler ne pahasına olursa olsun yerine getirilecektir. Yürüyen budur; yürüyen şehittir, emreden komutadır.
Bizim mücadelemiz bir anlamda şehide layık olma mücadelesidir. Bizim mücadelemiz hiç de hazırlıklı olmadığı ve güç getirmede gerçekten çok zorlandığı ilk şehitlerine karşı saygılı olmayı, onların anısına ters düşmemeyi, niçin gitmişlerse ona sadık kalmayı, boyun eğmemek kadar kolay düşmemeyi ve mutlaka yaşatmayı esas alan bir hareketin şahididir; bir hareketin, bir partinin gerçeğidir.
PKK’yi PKK yapan biraz da şehide böyle yaklaşımıdır. Bu büyük bir yaklaşımdır. Diriltici, en başarılamaz denileni başaran, en inanılmazı inanılır kılan, gerçekten düşmanın da hesaplayamadığı birçok gelişmeyi bağrında taşıyan bir şehit yaklaşımıdır.
Bir gözcüyüm ben. Zaman zaman kendime bu adı da taktım. Şehitlerin anısının gözcüsü! Bu da önemli bir görev. Önderlik, şahadetlerin yolunda yürütmeyi bilir, aynı zamanda onu gözetir.
Bilmelisiniz ki Önderlik, en temelde şehitlerin anısına bağlı olarak yaşamak, onların vasiyetinin bir siyasal, ideolojik, örgütsel istemi olduğunu, bunun çabasını göstererek bu istemleri yerine getirdiğini ve böylece de anılarına karşılık verdiğini bilerek bugüne gelmeyi sağlayan bir gerçekliktir. Önderlik budur.
Güzellik tacımız çoktan başımızdan alınmış ve yere çalınmış. Bu savaşla bu tacı tekrar başa geçireceğiz. Zaten başka türlü yaşam iğrenilecek, yanına bile varılamayacak kadar ayaklar altında çürütülmüştür. O halde aşkı da onun savaşımını da bu kadar müthiş veren bu şehitlerimizin huzurunda, doğru olmak kadar olağanüstü irade keskinliğiyle, tarz ustalığı, örgütlülük ve güzellikle yürütülen bu savaşıma hiç olmazsa bundan sonra -madem onların emriyse- bu Önderlik tarzıyla layık olmaya çalışmanız için, mutlaka gücünüzü kusursuz ve iyi ölçüp biçerek şimdiye kadar verdiğiniz zararları telafi etmek kadar, borçlarınızı da ödemeyi bilerek yüklenmenizi dileyeceğim.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan