HABER MERKEZİ
Avrupa uygarlık merkezli sosyal bilimlerin Greko-Romen uygarlığını orijinal kabullenmeleriyle geliştirilmesi, evrensel tarih yazım ve okumalarını ileri düzeyde çarpıtmıştır. Sosyal bilimlerin kendileri bu çarpıtmaların derin etkisini taşımaktadır. Şüphesiz her ideallı çağ veya uygarlık kendini merkez ve orijinal sayma tutkularıyla yüklüdür. Avrupa merkezi uygarlık bu konuda yine de kendine erkenden özeleştirel yaklaşma erdemini göstermiştir. Eleştirel akımın gelişmesi evrensel tarihin yazım ve okumalarını daha gerçekçi (hakikate yakın) kılmaktadır. Bu yönlü sosyal bilim araştırmaları derinlik kazanmıştır. Fakat tüm bilimlerde olduğu gibi sosyal bilimlerin de aşırı disiplinlere dönüşmesi gerçeğin bütünlüğünü dağıtma tehlikesine yol açmıştır. Hegel’in “gerçek bütündür” yargısı Adorno da “gerçek bütün değildir” tepkisine dönüşmesi, durumu özetlemektedir.
Makro evrensel tarihe duyulan tepkiyle başta “ulusal tarihler” olmak üzere mikro tarihlere aşırı yönelim açık ki hakikatin bütünlüğünü bozmuş ve olumsuzlukları arttırmıştır. Bütünsel yaklaşımın mikro olay, olgu ve ilişki süreçlerini aşırı ihmalinin bu sonuçta rolü olmuştur. Doğru ama zor olanı, bütünsel ve parçalı (makro ve mikro) yaklaşımları gerçekte yaşandığı gibi iç içe çözümleyip sentezlemek yöntemiyle sunabilmektir. Okuma yazma ve sunma çabalarımda bu yaklaşıma özen gösteriyorum.
Hegel’in evrensel tarih felsefesi kavram olarak geliştiricidir. Greko-Romen uygarlığına dayandırması ve fazlasıyla metafizik ağırlıklı olması ağır eleştirilere yol açmıştır. F. Nietzsche’nin Hegel’e yönelik eleştirisi öğreticidir. Soyut idealarına (geist) karşı olanca gücüyle ve açıklığıyla somut yaşamı dayatmaktadır. “Gerçek somuttur” demek ister. Bunu yaparken evrensel tarihi, soyutu tümüyle göz ardı etmez. Greko-Romenciliği aşar. Zerdüşt’e kadar uzanır. Orda tek tanrılı dinci metafiziğe karşı ahlak felsefesini araştırmaya koyulur. Acının, coşkunun felsefesini yapmak ister.
Toplum bilimciliği bütünüyle mikrocudur
K.Marks’ın Sol Hegelciliği’ne kısmen değindik. Ne kadar materyalist olarak kendini sunsa da pozitif metafiziği aştığı söylenemez. Fransız (mikro ulus tarihçiliğinin temeli) toplum bilimciliği bütünüyle mikrocudur. Bunda Fransız Devrimi ve aşırı ulus-devletçiliğinin, cumhuriyetçiliğinin payı büyüktür. İngiliz ekonomi-politikliği temelinde gelişen İngiliz Tarih Ekolü ise son derece pragmatisttir. Tüm amacı yükselen İngiliz imparatorluğuna, hegemonyasına tarihsel arka destekler bulmaktır. İdeolojik temel sağlamaktır. Pratikle yoğun bağlantısından ötürü Alman ve Fransız çıkışlarından daha başarılıdır. Başarılı olan sistemin felsefesi de başarılı olur ama bu hakikatçi olduğu anlamına gelmez. Her başarı hakikat olmadığı gibi her yenilgi de yanlış değildir. Bu gerçeği iyi bilmeden hakikate yürüyüşünü doğru yapamayız.
Merkezi uygarlık sisteminin Sümer kaynaklı 5000 yılı aşan yürüyüşü, evrensel tarih lehine en önemli argümanların başında gelir. Hegel’in bu argümanı kullanamaması yeteneksizliğinden, körlüğünden ötürü değil, Sümerik araştırmaların henüz başlamamış olmasıyla bağlantılıdır. İbrahimi dinlerin çıkış kaynaklarına ilişkin materyaller çok sınırlıydı. Kabile sisteminin önemi de pek anlaşılmıyor veya neolitik sistemle birlikte oynadığı evrensel rol layıkıyla değerlendirilemiyordu. Ortam (Fransız ihtilali dönemi ve sonrası) tümüyle milliyetçiliğiyle (yeni dini argüman) ve ulus-devletin tarih araştırmalarına açılmıştı. Her aydın, tarihçi, kendi ulusal tarihinin peşindeydi. Açık ki yaşanılan devrimin karakterinden ötürü (burjuva hegemonyası) tüm bu tarih yazımları ağır sınıf bakış açılarıyla yüklüydü.
Burjuva aydınlar ulus-devlet tarihçiliğinde başat rol oynarken; muhafazakârlar feodal aristokrasiye yeniden tarihsel temel ararken; demokratlar, sosyalistler de emekçilerin, halkların tarihini araştırmaya koyuluyordu. Toplum doğası ise, sınıf bakış açılarıyla yorumlanamayacak kadar karmaşık, esnek ve dolayısıyla bütünlüklü ama parçaların önemini de ortaya koyan bir yaklaşımı şart kılıyordu. 20. Yüzyılın başlarında Eleştirel Kuramla (Frankfurt Ekolü) Analles Tarih Ekolü’nün yaklaşımları, bütün ve parçalı yaklaşımları daha derinliğine işlediler.
20. Yüzyılın ikinci yarısındaki bilimsel devrimler, sosyoloji bilimine de yansıyarak daha dengeli anlatımları ve araştırmaları mümkün kıldı. Günümüzde toplumsal dolayısıyla tarihsel ve evrensel hakikate biraz daha yakın olduğumuz söylenebilir. Eğer diyalektikten bir şey anlıyorsak; hakikate biraz daha yakın olmanın yanı başında büyük yanlışların da bulunduğunu iyi bilmek gerekir.