HABER MERKEZİ
İslamiyet çıkışı ilk çağ uygarlıklarının sonu ve Ortaçağ uygarlıklarına geçiş anlamında köklü bir dönüşüme yol açar. Çıkışta anti-uygarlıkçı iken kısa süre sonra uygarlığın temeli haline gelmesi üzerinde önemle durulması gereken bir dönüşümdür. Anti-uygarlıkçı Arap Bedevilerine dayanarak çıkış gerçekleştirilmesine rağmen, ortaçağın hegemonik gücü haline gelmesi, bir yığın iç çatışmanın sonucu olduğuna değinip, Orta Asya kabile sisteminde yol açtığı dönüşümler incelenmeye değer. Çin uygarlığının binlerce yıl sağlayamadığı uygarlık yayılımını İslamiyet’in kısa bir sürede Çin sınırlarına dayandırması bir uygarlık devrimi olarak değerlendirilebilir.
Kürt ve Kürdistan isimlerinde olduğu gibi Türk ve Türkistan isimleri de İslamiyet döneminde kullanıma girmiştir. İslamiyet’in kavimleştirmedeki rolünü açıkça gösteren olgulardır. Kabileden kavime geçiş ülke ve kavim ismini gerekli kılar. Kabile aristokrasisinin hızla devletleşmesi Türk-Türkmen ayrışmasını da beraberinde getirdi. Arap-Bedevi, Kürt-Kurtmanc ayrımının benzeridir. İslamiyet’in aynı zamanda bir sınıf hareketi (orta ve üst tabaka) olduğunu iyi anlamak gerekir. Selçuklu ve Osmanlı hanedanlıklarında M.S. 1000-1900’lerde hegemonik güç rolünü oynadılar. Direniş ve saldırılar daha çok Bizans İmparatorluğu’na karşı yürütüldü. Anadolu Türk-İslamlaşırken, Türkmenler Ortadoğu’nun hatta Balkanların birçok yöresine (özellikle hayvancılığa ve göçebeliğe uygun dağlık yörelere) yayıldılar. Kabileciliği esas olarak Türkmenler sürdürdü.
Türklerin Ortadoğu yayılımında çelişki ve çatışmalar devlet erki peşindeki Türklerle diğer kavimlerin erk sahibi güçleri arasında cereyan etti. Türk boylarından sonra bölgenin (Orta Asya) ikinci büyük kabile direniş ve saldırı hareketini yakın akraba olan Moğol boyları sürdürdü. Hem de İslamiyet temelinde olmadan. 13. Yüzyıl evrensel tarih açısından bir Moğol yüzyılıdır. Uzak doğudan Avrupa’ya kadar tüm Avrasya’yı fetheden Moğol güçleri anti-uygarlıkçı karakterleri açısından dikkat çekicidir. Tüm Ortadoğu’ya da yayıldılar. Timur’un yarı-Türk, yarı-Moğol güçleri benzeri bir çıkışı 14. Yüzyıl boyunca gerçekleştirdi. Her iki güç Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarını (Abbasiler dahil) da yendiler. Fakat uygarlık makinesinin binlerce yıllık denenmiş gücü bu cihangir kabile sistemindeki gelişkin şeflikleri bünyesine alarak kendini daha da çoğaltıp güçlendirerek sürdürmesini bilmiştir.
Ortadoğu kapsamında Ege kıyılarında M.Ö. 1200 sonları; Troya’nın düşmesiyle baş gösteren Trak kabile hareketlerinin Anadolu içlerine doğru yayılması Frigya gibi bazı krallıklar oluşturması, Su kavimleri denen boyların Hititleri yıkıp Mısır uygarlığına kadar dayanması (bugünkü Filistinlilerin tahmini ataları olmaları bu durumdan kalma olabilir) önemli kabile direniş ve saldırı hareketleridir. Kendilerine Hellenlerin ataları diyen İon, Aiol ve Dor kabilelerinin M.Ö. 1200’lerde Miken uygarlığını yıkıp uzun süre sonra Ege’nin her iki yakasında tarihi önemi büyük olan kent devletlerini kurma sürecine (M.Ö. 700-500) girmeleri, Anadolu’yu yeni baştan kolonize etmeleri önemli çıkışlardır. Ortadoğu kültürü ve uygarlığı üzerinde kalıcı iz bırakan çıkışlardır. Trak kabileleri bölge kültürü içinde erirken, Hellen kabile boyları bölge kültürüne damgalarını vurdular. Hellenizm Ortadoğu kültürü ve uygarlığında temel bir damardır.
Şüphesiz Kafkas kökenli kabilelerin de Ortadoğu’yla ilişkileri yoğun olmuştur. Uygarlaşmaya karşı çok önemli direniş ve saldırılar ortaya sermişlerdir. İskit ve Kimmerlerden başka örnekler de vardır. Muhtemelen Gürcü ve Ermeniler de benzer gelişmeleri yaşamışlardır. Adeta kabile yaşamının ana yurdu olan Kafkaslar, Sümerlerden beri bölgeye sürekli inip çıkmışlardır. Kültürüne renk katmış ve uygarlıklarında karşıt olma ve pekişmelerinde önemli rol oynamışlardır. Dördüncü sırada bir kabile direniş ve saldırı gücü olarak bölge tarihine yerleştirilebilir. Günümüzde yaşananlar bu gerçekliği doğrulamaktadır.
Sonuç olarak kabile sistemi; genelde uygarlık sistemleri, özelde merkezi uygarlık (dünya sistemi) açısından hem sistem dışı ve anti-uygarlıkçı, hem sürekli sisteme taze kan sunarak evrensel tarihteki konumunu sürdürmüştür. Sistemin oluşumunda ve sürdürülmesinde temelde diyalektik çelişki içinde olmuştur. Sürekli taze nüfus kaynağı rolünü oynamış ailecilik ve hanedancılık biçiminde dönüşüm geçirmiştir. Kabile sisteminin uygarlık yanlısı hanedancı ve aileci kuruma dönüşmesi toplumun, dolayısıyla tarihin yaşadığı en önemli değişimlerden biridir. Ailecilik ve hanedancılık kabile sisteminin inkarı temelinde gelişen kurumlardır. Bu özelliklerini çok iyi kavramak gerekir. Ancak bu dönüşüm temelinde uygarlığa hizmet etmiş ve ondan beslenmişlerdir. Kabile sistemi özünde anti-uygarlıkçı ve özgür-eşit ilişkilerin hakim olduğu bir kurumdur. Ailecilik ve hanedancılık bu özü (varlığı) inkar eden ama kabile kabuğunu korumaya (Emevi, Abbasi, Selçuklu, Osmanlı vs.) özen gösteren uygarlık yanlısı kurumlardır. Uygarlığın sürdürülmesinde tepede ve tabanda rol oynayan güç ve ilişki kaynaklarının büyük bir kısmını bu iki kurum üretir. Dolayısıyla bu iki kurum olmadan uygarlık varlığını kolay kolay sürdüremez…
Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Demokratik Uygarlık Çözümü kitabından alınmıştır.