HABER MERKEZİ
1- Mitolojik Yöntem
Tarihin derinliklerinde anlam vermeye çalıştığımızda ilk karşımıza çıkan yöntem, tüm olaylar ve anlayışlara ilişkin mitolojik yaklaşımdır. Dar anlamda mitoloji de bir yöntemdir; hakikati açıklama metodudur. Mitolojinin arkasında bir evren anlayışı vardır. Doğanın canlı ve ruhlarla dolu olarak değerlendirilmesi günümüz için her ne kadar çocuksu da görülse, bilimin vardığı seviye göz önüne alındığında, aslında hiç de abartıldığı kadar yanlış bir yöntem değildir. Ölü, cansız ve dinamizmden yoksun yöntem anlayışları mitolojiden daha çok anlam yoksunudur.
Mitolojik yaklaşımın yaşamla bağlantısı kesinlikle çevreci, kaderden uzak, determinist olmayıp özgürlüğe açıktır. Doğallıkla uyumlu bu yaşam anlayışı, insan topluluklarını büyük dinler çağına kadar çok renkli ve coşkulu kılmıştır. Efsane, destan ve kutsallıklarla yüklü mitolojiler özellikle neolitik dönemin temel yaşam zihniyetidir. Söylencenin nesnelle çelişmesi, içeriğinde anlamlı yorumların geliştirilemeyeceği anlamına gelmez. Söylenceler (mitolojiler) üzerine anlam değeri hayli yüksek yorumlar yapılabilir. Tarih bu yönlü yorumlar dışında çok az kavranabilir. En uzun yaşam dönemini söylence biçiminde geçiren insan topluluklarını kavramada temel bir yöntem olarak mitoloji vazgeçilmez önemdedir. Mitolojik yöntemin tam zıddı gibi konulan günümüzün bilim yöntemlerinin de çoğunlukla birer mitolojiden ibaret oldukları yeterince kanıtlanmıştır.
Tek tanrılı dinsel dogmalarla onların devamı olarak kesin yasalarla çalıştığı iddiasında olan bilimsel yöntemin alabildiğine gözden düşürdüğü mitolojik yönteme, mitolojik anlamlara itibarı yeniden verilmek durumundadır. Ütopyalarla akraba olan mitolojiler insan türünün vazgeçemeyeceği anlam, zihin biçimidir. İnsan zihnini ütopyasız, mitolojisiz (efsanesiz, destansız) bırakmak, bedeni susuz bırakmaya benzer. Daha iyi anlaşılmaktadır ki, bütün canlı zihinlerinin bir toplamı olan insan zihni, bu kapsamdaki bir zenginliği sadece matematik analitik zihniyete indirgeyemez. Bu, yaşama aykırılıktır. Milyonlarca canlı zihni nasıl matematik bilmezse, onların toplamı olan insan zihni de matematiğe mahkûm edilemez. Kaldı ki, matematik ilk icat edildiğinde bir Sümer uygarlık buluşudur ki, asıl işlevi olan artık-ürünü hesaplamakta kullanılmıştır. Günümüzde insan mantığı neredeyse bir hesap makinesine indirgenmiştir. Peki, milyonlarca canlının zihnini, hatta atom altı parçacıkların hareketini, ölçüye gelmeyen astronomik büyüklükleri nasıl ve neyle kavrayacağız? Matematiğin gücünün bu mikro ve makro evrenlere yetmediği açıktır. En azından kapıyı yeni anlam yöntemlerine açık tutmak gerekir ki, kendimizi peşinen dogmalara boğmayalım.
Canlı sezileri küçümsenemez. Yaşam adına ne varsa o SEZİLER’de gizlidir. Bu sezilerin makro ve mikro evrenlerden bağımsız oldukları da söylenemez. Anlayışa daha yakın olan, bu seziler dünyasının evrenin temel bir özelliği olmasıdır. Bu nedenle mitolojik yöntem evreni kavramada pek de değersiz sayılamaz. Belki de en az bilimsel yöntem kadar evreni kavramamıza katkıda bulunabilir.
Mitoloji toplumların çözemediği olayları idealize edilmiş öykülerle anlatma sanatıdır ve ilkçağda yaygındır. Mitolojik anlatım gerçeğin çok gizlenmiş ifadesidir.
Mitolojik söylemden vazgeçemeyiz. Özellikle tarih öncesi, neolitik, ilkçağ tarihi ve demokratik uygarlık büyük kısmıyla mitolojiktir. Efsane ve bilge söyleyişlerinde kendilerini dile getirirler. Sosyolojik olarak başarılı çözümleri yapılırsa, tarih anlatımını kesinlikle güçlendirip renklendirirler.
2-Dinsel Yöntem
Mitolojinin dogmalaşması dini oluşturur. Mitolojiye tam din denilemez. Din değişmez inanç ve tapınma biçimlerini gerektirir. Tamamen kurgusaldır. Kurgulara inanmak dinin temelidir. Tek olumlu yanı, soyut düşünceye geçişte toplumda derin bir yarılmaya yol açarak bilimsel ve felsefi düşünceye zorlaması, istemese de ona ortam hazırlamasıdır. Felsefe ve bilim düşüncesi dinsel düşünceyle diyalektik bağ içinde gelişirler. Dinin derin izlerini taşırlar.
Mitolojik anlayıştan dogmatik dinsel anlayışa geçiş büyük bir aşamadır. Bu geçiş toplumda hiyerarşi ve sınıflaşmaya dayalı bir dönüşümün zihinsel alanı da işgal etmesiyle yakından bağlantılıdır. Hükmeden ve sömüren ilişkisi sorgulanamaz dogmalara ihtiyaç gösterir. Dogmalara kutsallık, tanrı sözü ve dokunulmazlık gibi tabu değerler bahşedilmesi, gizledikleri ve meşruiyet sağladıkları hiyerarşik ve sınıfsal çıkarlarla, sömürü ve iktidarla ilişkilidir. Bir anlayışta ne kadar katı bir hüküm varsa, orada o kadar zorbalık ve sömürü gizlidir.
Dinsel yaklaşımlar insanlık tarihinde mitolojik dönemden sonra en uzun süreli bir döneme sahiptir. Yazılı tarihle de başlatılabilir. Veya az öncesinde, sonrasında. Anlaşılması gereken, dinsel dogmaya neden bu denli ihtiyaç duyulduğudur. Bu yaklaşımın bir yöntem olduğu açıktır. Dinsel yaklaşımda, yaşamın hedefi ve gerçeğe ulaşmanın yolu olarak, doğadan ve toplumdan aşkın varsayılan ilahlara atfedilen SÖZ’e göre hareket esastır. Bu sözlerden sapış; yaşarken angarya, her tür kölelik, öldükten sonra cehennemlik olmaktır. Maskeli tanrıların inşa edildiği eşikteyiz. Bu tanrının aynı zamanda toplum üzerinde buyruk ve sömürüyü gerçekleştiren şef veya despot olduğu kolaylıkla sezilmektedir. Aşırı maskeleme insan anlayışını aldatmakla yakından bağlantılıdır. Zaten despotların ilk çıkışlarında kendilerini tanrı-krallar olarak adlandırmaları bu hususu yeterince açıklamaktadır. Akabinde kendi sözlerini kanunlaştırmaları ve kesin hakikat olarak sunmaları yaygınca görülen tarihsel bir durumdur. Baskı ve sömürü derinleştikçe, dinsel dogmatik yöntem insan zihniyetinin başat yolu haline getirildi; daha doğrusu, bir toplumsal gerçeklik olarak inşa edildi. Tanrı maskeli despotların yaşamı kurutan ve boğan hükmü altındaki uzun süreli köleliğe insanlığın bu yöntemle boyun eğmesi sağlandı.
Dinsel yöntemin bir zihniyet alışkanlığı yolu olarak önemi, binlerce yıl katı gelenekler sonucunda insan yığınlarında kölece boyun eğmeyi meşrulaştırmasında ve kadercilik anlayışını kökleştirmiş olmasındadır. Büyük sömürü ve vahşet savaşları bu yöntem sayesinde mümkün olmuştur: Kutsal söze, tanrı emrine göre yaşamak! Şüphesiz yönetici konumunda olanlar için bu yöntem büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Sürü-çoban diyalektiği kurulmuştur. Kölelik toplumların vazgeçilmez bir gelişme aşaması olarak sunulmuş, hatta ondan öteye değişmez toplum anlayışıyla doğal gerçeklik bu temelde dondurulmuştur. Bir yandan çok edilgen bir doğa ve toplum anlayışı, diğer yandan çok aktif, her şeyi yaratan, olduran bir aşkın yöneten ve hükmeden tanrı anlayışıyla zorunlu bir diyalektik bağlam haline getirilmiştir. İlk ve ortaçağları bu anlayış, bu yöntem yönetmiştir dersek fazla abartıya kaçmış olmayız.
Dogmatik yöntemin en sakıncalı tarafı canlı, kendi kendine evrimleşen bir doğa anlayışı yerine edilgen, ancak yüce buyurganın dıştan emirleriyle hareket eden bir yolu insanlığa dayatmış olmasıdır. Bunun toplumsal alan üzerinde en önemli sonucu, aynı edilgen yapıları ve dıştan çoban yönetimini çok doğal kılmasıdır. Bu yöntemin en eski olduğu kadar en aşkın öznellik arz etmesi ortaçağda doruk noktasına varmıştır. Artık nesnel dünya nerdeyse anlaşılmaz ve yok sayılmıştır. Dünya geçici bir yaşam durağı iken, kalıcı ve ebedi idealler esas yaşam biçimi olarak varsayılmıştır. Dogma ve klişeleri kim en çok biliyorsa o âlim sayılmış ve en üstün mertebeye oturtulmuştur. Anti-mitolojik karakterdeki bu düşünüş yolu tarihin, dolayısıyla yaşamın en dizginleyen ve tutsaklığa mahkûm eden rolünü başat olarak oynamıştır.
Dinsel yöntemin olumlu yanı ise, toplumda ahlak olgusuna büyük mesafe aldırmasıdır. Bu aşamada ve bu yöntem altında iyilik ve kötülük düşüncesi büyük ayrımlara uğratılmış ve kesin hükümler getirilmiştir. Yöntemin fark ettiği temel husus, insan zihninin esnekliği, dolayısıyla biçimlendirilebilir özelliğidir. İnsanın kendi altındaki hayvanlar âleminden bu zihniyetle farklılık arz etmesi ahlaksal gelişmenin temelidir.
Ahlaka başvurulmadan ne toplumsallaşılabilir ne de yönetilebilir. Yöntemde ahlak toplum için vazgeçilmez bir oluşum ve yönetim gerçeği, algısıdır. Ahlakın pozitif ve negatif içeriğini tartışmaksızın, bu yönlü bir gelişme toplumsal algılamanın vazgeçilmezi olarak sayılmak durumundadır. Şüphesiz ahlak metafizik bir algıdır, ama bu husus onun varlığını geçersiz ve önemsiz kılmaz. Metafizik ahlakın mitolojik dönemdeki ilkel ahlaka göre bir üstünlüğünden bahsetmek abartı sayılmaz. İnsan toplumunu ahlaksız düşünmek, belki de yiyecek ot bırakmadıkları için nesli tükenen dinozorlar gibi insanın kendi türünün ya da dünyanın yaşanabilir çevresinin sonunu getirmesi demektir. İkisi de aynı kapıya çıkıp, sonuçta insanın sürdürülemez bir tür haline gelmesidir. Nitekim ahlakın büyük yıkılışıdır ki, günümüzde çevre sorunları felaketin eşiğine kadar getirilmiştir.
Sadece temel dinlerde değil, klasik Yunan düşüncesinde de dogmatik yöntem ağır basar. Bu düşüncede diyalektik yöntemin, nesnel yaklaşımların yeri çok sınırlıdır. Hâkim yöntemler olarak Aristo ve Eflatun’un idealizmi, ortaçağdaki dogmatik dinsel yöntemin en güçlü dayanakları olmuştur. İdealizmin en büyük filozofu, hatta yaratıcısının Eflatun olması veya öyle varsayılması, onu peygambersel yaklaşımın gözdesi yapmıştır. Peygamberliğe en yakın filozoftur.
Üç büyük dinin peygamberlik yaklaşımları da iyi stabilize edilmiş dogmatik yöntemin kurucu mesafesindedir. Her üç dinin ağır basan yanları metafizik ahlakın kurucu öğeleri olmalarıdır. Buda, Zerdüşt, Konfüçyüs ve Sokrates’te ahlak zirveye erişir. Özellikle Zerdüştlükte iyilik-kötülük temel felsefe olarak aydınlık-karanlık ikilemiyle eş tutulmuştur. Tarihte değeri yüksek olan bu bilgelerin şahsında insanlık büyük bir ahlaki merhale kat etmiştir.
Devam Edecek…
Halklar Önderi Abdullah ÖCALAN