HABER MERKEZİ
Devrimci tahlil, devrimci çağrı, devrimci ruh zeminidir.
Eski sömürgeci yaklaşımlar artık bitti. Hatta nefes bile alamaz. O eski dönemin şairi de, müzikçisi de, romancısı da Kürt gerçekliği karşısında ne kadar suçlu olduğunun samimi bir itirafını yapabilir. “Nasıl bir haindim, nasıl oyuna geldim, nasıl kullanıldım?” şeklinde biraz anlatarak, itiraf ederek ıslah olmaya yol alabilir. “Nasıl bir haindim, nasıl bir teslimiyetçiydim, nasıl bir ucuz malzemeydim, kendi halkıma karşı nasıl kullanıldım?” diye, tıpkı diğer itirafçılar gibi bir de böyle bir itirafçılık sanırım gelişir. Ardından da gücün varsa ortaya koy, konuş; diri konuş, cenneti-cehennemi, direnişi, işkenceyi, yücelmeyi konuş, çirkinliği dile getir, güzelliği ara, düşmanlığı, sevgiyi, dostluğu yaz.
Sevgi bu konuda güçlü bir malzemedir. Devrim herkese başarı için imkan sunduğu kadar, edebiyatçıya da, edebiyatla çıkış yapmak isteyene de çok önemli imkanlar vermiştir. Ama bu konuda edebiyatçı tembelse, hazırlopçuysa, doğru dürüst kendini bile işleyemiyorsa, ondan hiçbir şey çıkmaz. Benim bile geçerken dokunduğum bir sürü hususu yıllarca tespit edemiyorsa, güçlü bir edebiyatçı olamaz. Kaldı ki kendisi bir ruhsuzsa, bir yaşam saptırıcısıysa, o bir halkı devrimle, edebiyatla terbiye edemez. Edebiyatın, edebin bu sanatını layıkıyla işleyemez. Sorunlara dar yaklaşılır. Edebiyatçının kendisi de görsün sorunları, çözüm gücü olsun! Doğru dürüst sorunları görmeyen, kendisini bile yorumlayamayan “ben iyi bir edebiyatçıyım” derse, bu bir aldatmacadır.
Edebiyat için zemin böyleyken, umutsuz olmamak gerekir. Şimdiden bazı çabalar başlamıştır. Bunu devrim daha da hızlandıracaktır. Öyle anlaşılıyor ki, olumlulaşan, kendi sorunlarını iyi gündemleştiren, çözümü yakınlaştıran devrim, devrimci edebiyatın da mükemmel bir imkanını ortaya çıkarmıştır. Şu anda bu kargaşa ortamında edebiyata bu kadar yer veriyorsak, demek ki bu etkinlik giderek devreye girecektir. Bu sanat kolu rolünü oynamaya başlayacaktır. Çünkü birçok ulusun tarihinde, özellikle devrim süreçlerinde güçlü edebiyatçılar kuşağı ortaya çıkmıştır. Örneğin, Fransız devrimi döneminde büyük edebiyatçılar sözkonusudur. Feodal toplum dönemini karalayan, kötüleyen veya onu isteyen -ki bunlar gerici-ilerici ayrımını temsil edenlerdi-, yine onun felsefesinden tutalım ahlakına kadar ayrışmasını yapanlar yoğundu. Filozofları, müzisyenleri, büyük edebiyatçıları vardı. Hâlâ da o klasikler okunuyor.
Yine Sovyet devriminin öncesi ve sonrasındaki edebiyatçılar kuşağı vardır. Bugün bizim uğraştığımız aynı sorunlarla uğraştıkları için daha iyi görüyoruz. “Nasıl Yapmalı”, “Ne Yapmalı”dan tutalım, “Savaş ve Barış” gibi devrim yıllarındaki muazzam çabaları dile getiren müthiş klasikler vardır. Hemen her ulusun devrimsel altüst oluş döneminde büyük edebiyat eserlerinin ortaya çıktığını biliyoruz. Madem bizim için de böyle ciddi devrim sürecine girme sözkonusu, o zaman kaçınılmaz olan edebiyatçı kuşak da peşisıra gelecektir.
Ama bizde neden devrim öncesi güçlü edebiyat kuşağı oluşmadı?
Sömürgeci katliamın ve asimilasyonun büyüklüğüne bağlıyoruz bunu. Kesin çok sert bir sömürgecilik olduğu için, beyinler daha beşikteyken asimilasyonla kapatılıyor, yürekler ve ruhlar donduruluyor. Kendi gerçeğine bakamazsın, iki kelimeyle “Ben Kürdüm” diyemezsin, uzun süre böyle olunca da hangi tarih, hangi toplumsal-ulusal gerçeklikten, hangi edebiyatçıdan bahsedilebilir? Nedeni budur.
Devrim biraz vurdukça, özellikle şiddet bu sömürgeci duvarları yıktıkça, ardısıra edebiyat doğar. Ve bu oldukça doğru bir değerlendirmedir. Bu dönemde böyle bir olay gelişebilir. Zaten bizim hareket aynı zamanda büyük bir edebiyat hareketi gibidir. Bizim çözümlemeler askeri, siyasi, örgütsel, sosyal konuların hepsini içeriyor. Bakıyorsun sosyal yönü ağır basıyor, psikolojik yönü ağır basıyor, ama aynı zamanda askeridir de. Aslında olay yumak yumak olmuş. Kürt tipi öyle bastırılmış bir tiptir ki, askeri, siyasi, sosyal, ulusal, kültürel olarak, yine edebi olarak bastırılmıştır. Dolayısıyla bu tipin aşılması, bu tipin biraz işlenmesi, altüst edilmesi için askeri gelişme, siyasi çözümlenme, edebi çözümlenme ve sosyal çözümlenme gerekiyor. Böylece çok çürümüş yönler varsa, onlar ölüyor. Bazen fiziksel olarak, biraz diri yönler varsa onlar açılım kaydediyor. Ardınan toptan psikolojik, sosyal, ruhsal, askeri olarak bir gelişmeye uğrayabiliyor. Sömürgeci baskının karakterinden dolayı Kürdistan’da bu böyledir.
Kültür üzerinde baskı olmasa, edebiyat daha farklı gelişirdi. Sosyal gelişme açık bırakılsaydı, -örneğin bir Amerikan sömürgesi olsaydık- sosyal yan, kültürel yan serbest bırakılırdı, gelişmeye uğratılırdı, kültürel ve edebi gelişme daha farklı yaşanırdı. TC sömürgeciliğinin sosyal gelişmeyi serbest bırakması mümkün değil. Hatta dil ve kültür katliamı sözkonusudur. Dolayısıyla sanata, sosyal geleneğin ayakta kalmasına, müziğe imkan yoktur. Bugün İsrail’de, Güney Afrika ırkçılığında bile bu tür baskılar yoktur. Oralarda Araplar, siyahlar güçlü bir müziğe, güçlü bir edebiyata sahiptir. Çünkü yasaklama yoktur. Kendi sosyal gerçekliklerini yaşarlar. Çünkü üzerindeki baskının sınırı, onların birçok alandaki gelişmelerine karışmaz, tersine fırsat sağlayabilir. Bizde ise bunların hiçbiri yok. Dolayısıyla gelişme bizde toptan olacaktır. Bizde her gelişen kişi siyasi olacak, askeri olacak, edebiyatçı olacak, hukukçu olacak, yani komple bir insan olacaktır. Toptan kaybedilenler, toptan kazanılacaktır. Kazanımlar toptan olmak zorundadır. Sömürgeci gerçeklik bunu zorlamaktadır. Bu açıdan kişinin kalkıp, “ben askerim, siyasetten anlamam” ya da “siyasiyim, sosyal yaşamdan anlamam” demesi, kendini aldatmasıdır, sömürgeci gerçekliği görmemesidir.
Kaybedilme toptandır, kazanılma da toptan olur.
Elbette bu, ayrışma olmayacağı anlamına gelmez. Bilakis askeri alan, cephe bölümü, sosyal faaliyetler ayrı kollar halinde gelişir. Ama bağlar çok sıkıdır. Birbirini etkileme, birbirini büyütme olacaktır. Her alan için parti örgütü konulamaz, ancak özgünlük temelinde birbirlerini güçlendirmekten bahsediyoruz.
Edebiyat askerliğe, askerlik edebiyata aykırı değildir.
Tam tersine birbirinin önünü açar. Devrim iyi bir edebiyatçı olmanın önünde engel değildir, bilakis iyi bir edebiyatçı olmanın yolunu açar. Bunlar karşıtlık temelinde değil, muazzam birbirini geliştirme temelinde görülmelidir.
Bu gelişme, sömürgeci etkilere de karşıdır. Sömürgeciliğin edebiyat alanındaki katliamına büyük bir cevaptır. Bundan rahatsız oluyorsanız, o zaman siz sömürgeci etki altındasınız. Tıpkı iyi bir örgütçü, siyasi, askeri olamayanın köle bir kişilikle, ağa bir kişilikle ilişkisi gibi, edebiyatçı için de bunlar geçerlidir.
Genelde sanat, özelde edebiyat üzerine de hayli sorular ortaya atılabilir. Çözüm yolları üzerine epey durulabilir. Ve biz aslında örnek kabilinden bir edebiyat denemesi de yaptık. Çözümlemeler biraz edebiyat denemesidir. İmkan dahilinde olsaydı yoğun bir biçimde tipleri ortaya çıkaracaktım. Biraz çıkardım, daha fazla ortaya çıkarma gereğini de duydum. Kürt insanını konuşturmak demek, adeta kusturmak demektir. Çirkinliği, düşkünlüğü, çaresizliği, hiçliği konuşturmak demektir. Bu da güçlenmeyi, doğru yolu-yöntemi, doğru yaşamı göstermek demektir. Biraz yaptım ve etkilenmeyen kalmadı. Ne kadar suçlu olduklarını kavratmaktan tutalım, “nasıl yaşamalı” sorusunu yavaş yavaş kendisine sormayan yoktur. Bu anlamıyla sorunların olmadığını belirtmek gerçeği ifade etmeyecektir. Hâlâ hareketler, ruhlar, canlar ortadadır.
Yaşamaya yön vermelisin. Yaşamak için savaşmak, savaşmak için yaşamak ne anlama gelir?
Biz her gün bunun kavgasını veriyoruz. Kürt tipi kendini orta yere atmış, ölmekten, karıştırmaktan, çirkinleştirmekten başka elinden bir şey gelmiyor. Edebiyat da, aslında kokuşmuş, çaresiz insan taslaklarını, doğru dürüst bir yol yürümeyen, bir konuşma yapamayan, merhaba bilmeyen, bir sevgisi saygısı olmayan, yol belirleyemeyen, bastıran, kaptıran, karartan, oldu bittiye getiren insan taslaklarını görme ve bunların sömürgecilikle bağlantısını kurma, doğru olanı bulma çalışmasıdır.
Doğru olan nedir? Yaşanılacak olan nedir? Niye bu kadar hastalık, niye bu kadar kaçış ve nereye? Var mı yeryüzünde bu Kürdü kabul edecek olan? Var mı onu başka ulusların koynunda sevecek olan? Var mı “geldiler bizim evlatlarımız” diye bağrına basacak olan?
Yok!
Hepsi Kürdü hor görüyor ve nefret ediyorlar. Hatta öldürmeye çalışıyorlar. “Cahildim, düşünmek istemem, konuşmaya gelmem, ben sertim” diyene “kendini kat” denir. Dalga geçilecek halimiz mi kalmış, niye gerçekliği görmeyelim? İşte, aynı zamanda bunların hepsi edebiyat gerçekleridir. Aslında daha da işleyebilirdik. Maalesef Kürt insanı o kadar zayıf ki, onu devrimci çalışmanın içine almaya çekiniyor. Çünkü “nasıl bir yaşam” sorusuna cevap bulmaya gelemiyor, saptırıyor. Burada artık düşman bastırmış, onun biçimlendirdiği kişilik kendisini gizlemiş, suç yumağı haline getirmiş, yaşamı bütünüyle kapatmıştır ve ağır basan bu türden kişilik özellikleri sözkonusudur. Ağlamaklıdır. Çünkü, en basitinden hemen insan kaybetmek, kurtuluş sorunlarını örgütlememek, bir askeri göreve anlam verememek, bir takımı örgütleyememek, eğitememek, birkaç halk topluluğuyla doğru dürüst bir diyalog içinde olmamak, bitmiş bir kişiliğin pratiğidir. Edebi anlamda da söylesek; doğru bir yaşam tarzıyla alay eden, onun sorunlarını çözmekten kaçanlar, bütün yetmezlikleriyle, çirkinlikleriyle saflarda duramazlar. Aslında bu tip beladır, yenilgi noktasıdır, can-umut olmaktan çok uzaktır. “Beni de böyle kabul edin” diyemez. “Ben deliyim, ben başa belayım”, “Ben ağlarım, sızlarım, olmazsa bunalım çıkarırım”, “Ben zarar veririm, olmazsa saptırırım, komplocu olurum. Bazı ne olduğu belli olmayan taleplerim var. İçimdekini okuyup vermezseniz ben de bozgunculuk yaparım vb.”, bütün bunlar kişilik hastalıklarıdır ve yaygındır. Sonuçta iyi bir devrimcinin iyi bir psikolog olması, iyi bir edebi gözle görmesi gerekiyor.
Çünkü bu tip tam bir bela!
Bırakın orduya almayı, bunu sosyal yaşama bile almak demek, bir yıkımdır. Çünkü sürekli dağıtıyor ve bozuyor.
Zaten bizim toplumumuz kendi özüne karşı çıkartılma, düşmandan daha fazla özünü kemirme durumunu yaşıyor.
Çok önceden bu tespiti yapmıştık: Dili konuşuyor, ama kendisini, özünü vuruyor. Sözümona askerdir, ama partiyi vuruyor. Nitekim hepsinin örnekleri de var. Yoldaşını vuruyor, örgütlenmeyi dağıtıyor, düşmanını büyütüyor. Komutanlarımızın, önderlerimizin büyük bir kısmının böyle olduğunu çok iyi biliyoruz. Halkın başına önemli oranda bela kesilmişler. Bütün bunlar büyük bir düzeltmeye ihtiyaç olunduğunu gösterir. Sevgi-saygı adına, bitirme ve kemirmeyle uğraşılıyor.
Tutkulara, güdülere baktık; hepsi ihanete koşturuyor. Tabii bunları göremezsek, değerlendiremezsek nasıl düzelteceğiz? Yakıcı olan sorunlarımıza nasıl çözüm bulacağız? Bütün bu sorunları göremezseniz, militanlıktan bahsedemezsiniz.
Mesele, eğer askeri sanatı, siyasi sanatı, örgüt sanatını size göstererek çözüm gücü olmaksa, onu gösteririz.
Mesele, eğer nasıl sosyal yaşam, nasıl ruh, nasıl ekonomik yaşam, nasıl bir moral-ahlak yaşamı, nasıl bir felsefeye sahip olmaksa, onu da gösteriyoruz.
Mesele biçim, vuruş tarzı, üslup-hitabet diliyse, onu da gösteriyoruz. “Benim şuramda noksanlığım var, şurada yetersizliğim var, şu konuda yeniliğe ihtiyacım var” soruları kendisine soran, ciddi cevabını veren kim? Bizimki sunmak, sorunları ortaya koymaktır. Genellemelerle herkese ne buyrulur, ne duyurulur, onu göstermektir. Geriye bireyin kendi ihtiyacına, görevine göre lazım olanı bellemesi, alması kalıyor. Eğer bu da yapılamazsa gelişme olmaz. Nitekim halk olarak da hiç gelişememişiz. Birkaç kelime öğreniyor, buna göre birkaç davranış belirliyor, onunla en büyük komutan kesiliyor. Aylarca, yıllarca eğitim ihmal ediliyor. “Herkes bana tabi olsun” deniliyor. Bu en geri Kürt ağasında bile görülmeyen bir geriliktir. Bizim bu tarzımızın-tempomuzun ne kadar gerekli, dönüştürücü olduğu çok iyi bellenmelidir. Başka türlü devrimci olunabileceğine, militanın görevlerine başarıyla karşılık vereceğine inanmak mümkün değildir. Gerçekleri bu kadar çarpıcı olarak aktardıktan sonra anlamazlıktan gelinemez. Bir devrimci bu kadar kendini aldatamaz.
Yaşamı kurtarmak, yaşamı anlamlı kılmak, yaşamı güzelleştirmek; yenilemek, su kadar gereklidir. Bu kadar sorun, bu kadar yıkım geliştiren, bu kadar kaybetme nedeni olan bir kişi, saygıdan, sevgiden, yaşamdan bahsetse de inandırıcı olamaz. İnsan gerçekten biraz kendisini tanımlayabilmeli. Doğruyu görmeli. Hakareti kolay kabul etmiyorsanız, haksız olanı kabul etmiyorsanız, biraz saygı-sevgi istiyorsanız, o zaman işin gerçeğine gelinmelidir! Dürüst olunmalıdır! Köylü kurnazlığını, sahtekarlığını, aldatılmışlığını bırakmak zorundayız! Bu demagoji aşılmalıdır! Gerçeğe ulaşılmalıdır! Gelişmenin yönü tayin edilmelidir. Bu temelde kabul edilebilir sınırılar, arayışlar olmalıdır. Aranır durumda olunmalıdır, sevilir durumda olunmalıdır. Başkalarının ilgisi çekilmelidir. Başkasının çaresi, güçlendiricisi, yoldaşı olunmalıdır. Giderek yeni toplum olunmalı, onu şahsında temsil etmelidir. Ve bütün bunlarda hırsızlık yapılmamalı, kurnazlık yapılmamalıdır. Onu düşmana yapmalıdır.
PKK bir terbiye hareketidir.
PKK en yüksek terbiye, en yüksek sorumluluk, en yüksek ölçü, en yüksek ıslah ve yeniden düzenlenme hareketidir. Hem de amansız, nefes nefese, insanlık tarihinde görülmedik biçimde ve en zor koşullar altında savaşan bir harekettir.
Gerçek bu!
Bu hareket korkunç acıyla, işkenceyle, şehit kanıyla yoğrulmuş bir harekettir. Herkesin ruhudur, canıdır, güneşidir. Eğer bu hareketin tanımı anlaşılmışsa; çok büyük bir saygıyla, özveriyle tüm yetenekleri bunun içinde canlandırmak gerekir. Birey ancak bu temelde kendini bulabilir, güç kuvvet sahibi olabilir.