HABER MERKEZİ
Her zaman için uçlar her zeminin karşılıklı duran tarafları olur. Edebiyat insanın kendisi, kendi düzeyi, kendi yaşamı, kendisiyle ilgili sorular ve yanıtları, bir bütün olarak da geçmişi bugünü ve geleceğine ilişkini oluyor. İnsan ve toplumun yaşama ilişkin ne, neden, nasıl, niçin ve daha birçok sorusunun ardından varsa arayışları ve yanıtlarının soyut somut kabul ret ölçülerinin beğenilerinin ve insanca olanı insani olmayanı da içerir edebiyat… Edebiyat insan yaşamının kendisi, tarihi ve kestirilmeye çalışılan geleceğiyle ilgilidir.
Edebiyat bir yanıyla da insan ve toplumların pedagojisi, yaşama ilişkin nasıllarının kendisi ve çözümlerine ilişkin tasarımlarıydı da… Edebiyat insan toplum çözümlemesidir de. Resmiyet dışında kalanların tarihini yazmak ise adeta ahirete bırakılmıştır. Tarihin akışı ve kaderi resmi devletçi zihniyetin yasal yorumundan geçirilmiştir. Edebiyatla uğraşanları temel görevleri oluyor.
Masal komünal dünyanın anlatımıdır
Gerçekte bugünden bakıldığında baskın çıkan görüş, ana eksenli komünal dünyanın tamı tamına bir masal olduğudur. Ve masal bir anlamda komünal dünyanın anlatımıdır. O asla yaşanmamış ve yaşanmayacak olan. Güzel bir masaldı komünal dünya denilecekti. Oysa masallar ananın toplumsal ahlakı oluşturmasında uyuma öncesi çocuğa verilen günün son saatlerinin pedagojisiydi. Masallar tarihsel duruşta neolitik yaşamın ilk edebi anlatımlarıdır. Ana yaratımı masallar edebiyatın en tatlı en çocuksu ve en günahsız anlatımıydı.
Öyküler, ideolojik kimlik olarak mitolojik çağların kadın erkek eksenli dünyanın tabletlerdeki ilk yansılarıdır. Dahası masalın yazılı düzeneğe geçirilişinin bir tezahürü gibidir. Öykü, masal dünyası ile zalim dünyanın ortak paydasını kesiştirmektedir.
Yazının belki de ilk icadı destanlardı. Bir başka deyişle hiyerarşik yaşamın ilk edebi ürünüydü. Destanlar çatışmaların ve çatışmalarda yer alan kahramanların anlatımıydı. Oysa destan tadını, akışını, kurgusunu kısaca tüm yeteneğini masal dünyasından almıştı. Ve destan bu anlamıyla masalın kent-hiyerarşik dünyasına kaçırılışıydı aynı zamanda. Anayla başlayan anlatım sanatı kendisini öğütlerde, ninnilerde, masallarda edebileşirken aynı zamanda doğal toplumun ideolojik kimliğini de oluşturmaktaydı. Ana öğütlerinde, ninnilerde bu şiirselliği görmek kolaydır. Dahası görmekten öte şiirsel olmakta ve ancak öyle olurlarsa öğüt ve ninni tanımına varabilirlerdi.
Komünal yaşamın paylaşımcı karakteri sevgiye, aşka, kendisi olmaya dair özgünlüğünü dilde şiirle ifade edebilmektedir. Sözler şiirle başlamıştı. Şiirler sözleri anlamlaştırmıştı. Ve anlam, yaşamın komünal içeriğinin şiire yansımasıydı. Daha sonraki teolojik evrelerde de ayetler şiirsel olabildiği kadar etkili olabilmişlerdir. Yine bu kutsal kitaplarda sadece edebi dil olarak şiir değil, aynı zamanda masal ve öykülerde anlatılmış, destansı kahramanlar yaratılmıştır.
Mitoloji anlaşılmadan edebiyat yapılamaz
Edebiyat ve müziğin ana kaynağı da neolitik kurumlaşmaya dayandırılabilir. Sözlü destanlar ilk aşiret kimliğinin kutsallığını, özgür yaşam özlemini büyük belagatle dile getirir. Yazılı destanların ana kaynaklarıdır. Gılgameş Destanı tarihin ilk yazılı metnidir. Belki de edebiyatın ve hatta kutsal metinlerin ana kaynağıdır.
Birçok Sümer edebi ve dinsel metni, Yunan edebiyatının ve teolojik anlatımlarının sadece esin kaynağı değildir; Yunan destanları, başta bu destanların tüm mitolojik kurguları, Sümer destanlarının Anadolu üzerinden geçmiş ve dönüşmüş versiyonları durumundadır. Burada belli bir dönüşümü yaşayan edebiyat ve müzik kültürü, Avrupa burjuva toplumunda romanla son revizyondan geçirilip poplaştırılarak ve kültür endüstrisine dönüştürülerek, başlangıçtaki kutsallığını ve büyüleyiciliğini yitirecek, basit tüketim metası halinde diğer sanatlarda olduğu gibi tükenmeyle yüz yüze gelecektir.
Mitolojinin kendisi de yorumlanmıyor. Söylencedir denilip bir tarafa bırakılıyor. Halbuki bu düşünce tarzı binlerce yıl halen yaşadığımız toplumların hafızasını işgal etti. Binlerce yıllık temel düşünce formu oldu. Toplumların maddi yaşamının sembolik ifadesinin şiirsel anlatımı olarak, kendisinden sonraki tüm din ve edebiyat biçimlerini etkiledi. Kavramlarını mitolojiden almayan hiçbir din ve edebiyat yoktur. Mitolojiyi efsaneler uydurması olarak bir tarafa bırakmak, kendini en zengin bir kültür kaynağından mahrum bırakmaktır. İnsanlığın çocukluk çağının düşüncesi olarak mitolojiye anlamlı bir değer biçmeden, sağlıklı bir din ve edebiyat-sanat çözümlemesi yapılamaz. Mitolojiyi yadsımaya değil canlandırmaya ihtiyacımız vardır.
Ortaçağ edebiyatı ağlamadan ibaret
Ortadoğu kültüründe derin olan ihanet, eksiklikler, acı kayıplar ifadelerini aşk şiirlerinde bol bol kullanmaktadır. Hallacı-ı Mansur ve benzeri yüzlerce insanın trajedisi, bu gerçeğin bireyde nasıl yaşandığını göstermektedir. Mevlana’nın Mesnevi’si, Yunus Emre’nin Aşk İlahileri, yitirilen değerler toplamının en acı nağmeleri, şiirsel dile getirilişleridir. Şunu söylemek gerekiyor: Ortadoğu uygarlığı yerini Avrupa’ya bırakmak üzere gömülürken çok acı çekmekte, şehit vermekte, destanlarını yazmaktadır. Ortaçağın tüm soylu edebiyatı bu ağlamadan ibarettir. Fuzuli, bunun son büyük şairidir. Bunlar adeta Sümerli şairlerin MÖ. 2 binde söyledikleri ezgileri hatırlatmaktadır. Bu edebiyatta umut yoktur. Tüm aşkların sonunda yanıp kül olma vardır. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin, Mem ile Zin bu gerçeğin halk edebiyatına yansımış biçimleridir.
Tarihimiz edebiyatla yeniden canlandırılmalı
Mevcut edebiyat ve bilimsel zihniyet, Ortadoğu’nun tarihsel ve toplumsal gerçeklerinden kopuktur; kolonyalizm ile özümsenmiş kişi ve grupların temelsiz, sistemsiz fantezilerini, eklektik görüşlerini ifade etmektedir. Toplumun zihniyet yapısı ise felç olmuş durumunu korumaktadır. Buna yol açan dogmatik yapılı edebiyat, anlamsızlığa övgü niteliğindedir. Edebiyatta Rönesans, özgür kişiliğin doğuşu için esastır. Dogma ve temelsiz hayallerden kurtulmak yetmez. Edebiyatın canlandırıcı etkisiyle yenilenmeyle tamamlanmalıdır.
Tarihimiz baştan sona çağdaş edebiyatla yeniden canlandırılmalıdır. Daha da önemlisi, neolitik çağ edebiyatını mutlaka gerçekleştirmeliyiz. Özellikle her şeyin doğurucu ve yaratıcı gücü anaerkil toplumu, anayı, ana tanrıçayı, onun ruhunu, zihnini, hayal ve umutlarını nasılsa öyle canlandırmalıyız. Tarihi böyle tanırsak, kendimizi tanırız. Biz tarihten başka neyiz ki! Tarihin dışında, hiçlikten başka neyiz ki! Ortadoğu’da mitoloji, din, mezhep, tarikat, hanedan, aşiret, mir, gulam, kul, tanrı, tanrıça, şeyh, reis, bey, ana, baba, çocuk, demirci, at, kılıç, saban, balta, maden, talan, savaş, aşk, peygamberlik, rahip, sofu, bilge, hain, alçak, onur, namus, kutsallık, kader, umut, bayram, ölüm, bahar, kış, yaz, dağ, nehir, çöl, yol, deve, köpek, eşek, boğa, keçi, koyun, inek, sürü, çoban, çiftçi, yazar, sultan, emir, asker, komutan, bilgin, güzellik, çirkinlik vb. birçok kavramın çağdaş edebiyat diliyle yeniden yaşamsallaştırılması ve aydınlanması, Rönesans devriminin sanatsal ve bilimsel görevleridir.
Toplumun şekillenmesinde Kürt edebi, başlı başına büyük bir rol oynuyor. Belki sözlüdür, belki folkloriktir, ama çok çok önemlidir. Siyasi olarak mahvedilmiştir. Tarih bilinci yok edilmiştir. Ama halen Kürt halk gerçekliğinin bazı özelliklerine baktığımızda güçlü bir edebiyatın sahibi olduklarını rahatlıkla belirtmem mümkündür.
* Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Savunmalarından derlenmiştir.