HABER MERKEZİ –
Kapitalizm=ulus=devlet=milliyetçilik biçimindeki birleşme, içine girilen yeni sürecin özüdür. Varacağı yer ise faşizmdir. Faşizmde en olgun halini bulan ulus-devlet toplumu “savaşan toplum” hali olup ikinci en büyük sorun toplumudur. Savaşan toplum, sorunların en vahşisini, soykırımları, toplum-kırımları üreten toplumdur.
Ulus-devlet herhangi bir iktidar biçimi değildir. Devlet iktidarının en gelişmiş biçimi olmaktan daha öte bir anlamı vardır. Faşizmin izinde geliştiği bir devlet biçimlenmesidir. Kapitalist tekelciliğin ekonomi üzerinde kurduğu hegemonya ancak devlet iktidarının toplum seviyesinde kendini yaymasıyla, örgütlemesiyle mümkündür. Ulus-devlet bu anlamla tanımlanır. Faşizm ise bu devlet biçimini içten ve dıştan ezilen ve sömürülen toplumsal kesimlerle, rekabet halinde olduğu güçlerle savaş haline girdiğinde vardığı aşamadır. Aralarındaki fark barışla savaş süreci arasındaki farka benzer. Her ikisinde de farklı siyasi oluşumlar tasfiye edilir. İktidar toplum gibi homojenleştirilir. Homojenleştirilmiş toplum, homojenleştirilmiş iktidar olarak konsolide edilir.
Aynı biçimde aşırı milliyetçiliğin, faşizmin ideoloji olması iç savaşın doğasıyla bağlantılıdır. Endüstriyalizm çağında savaşın küreselleşmesi, her iki dünya savaşında kendini iyice kanıtlamıştır. İç savaş dış savaşla tamamlanmaktadır. Tarihin en yoğun iç ve dış savaşlarının son iki yüzyıllık endüstriyalizm çağında yaşanması, milliyetçiliğin resmi din olarak işlev görmesi, faşizm ve endüstri sermayesi arasındaki ilişki ile izah edilebilir. Soykırım bu dönemdeki savaşların topyekûnlaşmasının (tüm toplumu kapsamasının) bir sonucudur. Endüstriyalizm çağının savaş biçimi olarak ulus-devlet faşizmine karşı temel toplum-sorun, ezilen, sınıf-halk-ulusun öz savunma cephesinin geliştirilmesidir.
Modernitenin ilericilik (tanrısal kıyamet inancının moderncesi) kisvesi altında en kutsal toplumsal yaşam farklılıklarını (yaşam = farklılık olduğu halde) yontup un ufak etmesi, tekçi yapılar üretmesi faşizmin kendisidir. Faşizm, toplumsal hakikatin bittiği yerde ortaya çıkan toplumsal patolojidir. Ulus-devlet iktidarı ve sermaye tekelciliği olmadan asla üremez. Ulus-devletin kutsallaştırmaya çalıştığı sınırlar, vatan, millet, bayrak, marş, yurttaş kavramları gerçek toplumsal kutsallığa ihanet etmeyle bağlantılıdır. Tekçi vatan, millet, yurttaş inşaları tüm çağlar boyunca yaşanmış bir insanlığı kasap gibi doğramakla mümkündür.
Faşizm sermayenin ulus-devletle iç içe oluşumunun iktidar biçimi olarak; iktidardan damlayan sermayenin ebesi olarak anlam kazanmaktadır. Tanımı gereği faşizm, toplumla sürekli savaşımın rejimidir. Faşizm esasta iç savaş rejimi olarak da tanımlanabilir. Irak’ta günlük olarak yaşananlar bu değerlendirmeyi oldukça aydınlatmaktadır. Toplumla sürekli savaş halinde olan bir rejim ise en tehlikeli kriz hali ve kaotik durumu ifade eder. Ortadoğu toplumunda yaşanan krizin bir boyutu da böyle tanımlandığında, derinliği, şiddeti daha iyi anlaşılacaktır. İster toplum suskun, sakin, sükûnet içinde gözüksün ister patlayıcılarla her gün sarsılsın özde kaotik durum ve kriz halindeki yaşam varlığını korumaktadır.
Hatta milliyetçilik faşizm sınırlarında tarih boyunca en bağnaz din konumunu alma ayrıcalığına sahiptir. Önemli olan dinin Hıristiyan, İslam, Budist, Yahudilik biçiminde eski formlarda olup olmaması değildir. Toplumu tapınç düzeyinde saran her düşünce ve inanç rahatlıkla din olarak ifade edilebilir. Tanrılı olup olmaması da bu konuda belirleyici değildir. Esas özü bir toplumun mensuplarını kutsallık derecesinde ortaklaşa ve çok yoğunca yaşanan duygu, inanç ve düşünce dünyasına, ibadet denilen davranış biçimlerine, törenlerine bağlayabilmesidir. Ulus-devlet kapsamında ulus ve ulusçuluğun çok aşırı biçimde bu tanımlar gereği inşa edildiği açıktır. Dolayısıyla dinsel karakterini tartışmayı gerektirmeyecek denli açık kavram ve öğretilerdir.
Kendi homojenlik at gözlükleriyle tarihe baktıkça büyük zenginliği tek renk olarak görür veya gördürür ki sonuç, toplumsal gerçekliğin inkârı ve faşizmdir.
Faşizm, toplumun karılaştırılma sürecinde özel bir anlama sahiptir. Teslim alınmış toplumu ifade eder. Süreklileşen sermaye birikimi başka türlü topluma fırsat tanımayacak kadar saldırganlığı, barbarlığı gerektirir. Köleliğin, tecavüzün namus adı altında hem meşrulaştırılıp, hem derinliğine uygulandığı alandır.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan