HABER MERKEZİ-
Her sınıflı sistem birçok siyasi argümanla toplum üzerinde egemenlik kurar. Sınıflı sistemler halk karşıtı oldukları için, kendilerini toplum nezdinde meşrulaştırma gereği duyarlar. Kendi düzenini çeşitli argüman ve maskelerle meşrulaştırmayı başaramayan bir sınıflı rejimin varlığı ve egemenliği tartışmalı hale gelir ve toplum tarafından kabul görmez. Köleci ve feodal sistemlerin, kendilerini, doğrudan tanrının yeryüzündeki temsilcileri ve halkın, sistem tarafından köle olarak kullanılmasını da tanrının kullarına biçtiği kader olarak topluma kabul ettirilirdi. Bu durumu kabullenmiş bireyin ve toplumun kaderini, tahtta oturanın iki dudağı arasında çıkan söz belirliyor. Çünkü toplum ve birey, kendi yaşam varlığını tanrıya ve yeryüzündeki temsilcisine bağlar ve o olmadan yaşanmayacağını ve var olamayacağını düşünür. Tanrı ve yeryüzündeki temsilcisi, onu yaratan olarak kabul edilir. Dolayısıyla, tahtta oturanın verdiği emir, onun için tanrının emri olarak kabul edilir ve karşı çıkmasıda, tanrıya karşı çıkma olarak görülür ve şiddetle cezalandırılır. Bu ceza, hem bu dünyada hemde kendisine inandırıldığı, öldükten sonraki dünyada verilir.
İşte köleci ve feodal sistemlerin kendilerini binlerce yıl, toplum üzerinde egemenlik kurarak yaşatmaları böyle gerçekleşti. Bazı karşı çıkma ve ret etme hareketlerinin, peygamberlerin eliyle ortaya çıkması, toplumda göreceli ve kısmi bir aydınlanmanın yolunu açmış ve bu sistemler toplum üzerinde egemenlik sürdüremez hale gelmişlerdir. Sanayinin gelişimi ve belli bir toplumsal aydınlanmanın olduğu 17 yüzyıl, artık yeni bir sistemin ortaya çıkmaya başladığı bir çağdır. Tabi sosyalistler bunu, köleliğin modernleşmesi ve sınıflı sistemin maske değiştirmesi olarak değerlendiriyorlar. Çünkü sınıfların varlığı ve maddiyatın toplumsal yaşamdaki egemenliği ve gücü bitmemiş, egemenlikçi sistem sadece, değişen zamana uyum sağlayıp egemenlik sürdürme arayışına girmiş ve bunu günümüze kadarda etkince sürdürmüştür. Sanayileşmenin ve yeni ekonomi/politik düzenin temel dayanağı sermaye birikimi, liberalizm ve ulus devletle yoluna devam etmek. Kapitalist çağın tanrısı para/kapital ve mülktür. Mülkü ve parası olmayan insan olarak bile görülmez. Ama mülkü ve parası çok olanda soylu olarak görülür. Çünkü soyluluk, köleci ve feodal sistemlerin egemen kesimlere verdiği bir var oluş kimliğidir. Sınıflı sistemlerde halk ayak takımı ve serf yani köle ve maraba olarak kabul edilir.
Köleci ve feodal sistemlerin köleleri kapitalizmdeki işçiler ve üretici sınıflar olmaktadır. Bundan dolayı, halktan biri, bu soylu sınıfına dahil olmayı hayal eder, çünkü sınıflı sistemde var olmanın ve yaşamanın koşulu budur. Sınıflı sistemler, birey üzerinde korkunç bir etki yaratır. Birey, sınıflı sistemin bütün özelliklerini ve alışkanlıklarını temsil edecek tarzda sistemin sözde eğitim kurumlarında/okullarında eğitilir. Toplum üzerinde egemenlik kurmak, bütün toplumsal değerleri, sanat, kültür, spor, ekonomik etkinlikler ve benzeri değerlerle toplum üzerinde egemenlik kurulur. Çoğu kez bu egemenlikler yüzlerce ve binlerce yıl sürebiliyor. Öyle olmasaydı, toplum karşıtı olan bu sınıflı/devletli sistemler, farklı isim ve maskelerle, günümüze kadar varlık sürdüremezlerdi, toplumsal değerleri bu denli kirletemezlerdi. Sınıflı sistemlerin en sonuncusu ve tahrip edicisi olan kapitalizm, bütün değerleri kullanmış, insanı ve toplumu bir nesne haline getirmiştir. Maddiyatın bu denli önemsenmesi, kâr için her yolun mübah görülmesi, hiç bir insani değerin tanınmaması, sistemin karakterini göstermektedir. İnsan, kendi türüne, kendi kendisine bu denli bir düşmanlık yapma noktasına gelmişse, bu, bir bitişe işaret eder. Kapitalizmin ulus devleti kullanması sonucu, emperyalist savaşlarla dünya yaşanılamaz hale geldi.
Ulus devletle milliyetçilik körüklenip, halklar, emperyalist savaşlara, ulusun çıkarı için yürütülen savaş diye inandırılıp, kurban edilirler ve birbirlerine her kötülüğü yapacak bir yapıda tutuluyorlar. Toplumlar, ulusal özgürlüğün ancak ulus devletle ve ulusal sınırların olmasıyla olabileceğini düşünüyorlar. Oysa ki bu bir oyundur. Burjuvazi denilen sermaye sınıfı, ulusa sevdalı değildir ama ulus üzerinde egemenlik kurmadan da varlığını sürdüremez, ulusal pazar oluşturamaz ve uluslararası pazara ve piyasalara ulaşamaz. Kapitalizmin emperyalist aşamaya geçmesi, iyi bir ulusal pazara ve kitle desteğini elde etmesiyle ve birazda kesenin ağzını halka açmasıyla sağlayabilir. İç siyaseti dengelemek ve emperyalist savaşı meşru hale getirmek, ulus devleti etkince kullanmakla ve toplumun refahını biraz yükseltmekle olur. Avrupa ülkelerinde son yetmiş yıldır uygulanan siyaset bu yönlüdür. Kendi içinde kısmi demokrasi ve biraz sosyal devlet politikasını uygulama var ama dünyaya karşıda emperyalist savaşları dayatma gerçekliği var. Emperyalist siyasetin en büyük kurbanı Kürtler oldular. Katı ulus devlete ve kapitalizmin çıkar ilişkilerine kurban edilen Kürtler, bundan kurtulmanın yolunun, demokratik ulus olduğunu kavradılar. PKK’yle gelişen demokratik ulus paradigması, Kürtlerin özümsemiş olduğu ve yaşamda temsil etmede pek zorlanmayacakları doğal toplum düzenidir.
Kürtler ulus olarak inkar edildiler ve ulus olarak var olma kavgası yürütüyorlar. Ama Kürtler ulus devleti yaşamadıkları için, demokratik ulus paradigmasına ve halkların kardeşliğine sıcak bakıyorlar ve katı ulus devlete ait her türlü etkiye ve özelliklere karşı savaş açıyorlar. Katı ulus devlet zihniyeti Kürtleri inkar ediyor ve soykırım dayatıyor, o halde, Kürtlerde bu sistemi yok etmek için var güçleriyle mücadele edecekler, ediyorlar. Bir ulusun yok edilmesi başka bir ulusu özgür yapmaz. Katı ulus devlet sistemi, dünyayı uluslara zindan yapmaktır. Dolayısıyla hem emek sömürüsünün korkunç boyutlara varması hem emperyalist savaşlar ve yıkım ve hemde ekolojik dengenin bozulmasının neresinde özgürlük var? Ulus devlet sistemine, nereden bakılırsa bakılsın, tam bir zindan olduğu görülmektedir. Kendini ulusun devleti olarak göstermek ve ulusun/toplumun emeğinin ve değerlenlerinin üzerinde egemenlik kurmanın, toplum/ulus için hiç bir olumlu yönü ve anlamı yoktur. Ulusların/toplumların çıkarı ve özgürlüğü sınırların olmadığı, emperyalist savaşların ortadan kalktığı, sömürünün ve sınıfların olmadığı bir doğal toplum düzenidir. Bu düzen, ancak demokratik ulus zihniyetiyle kurulur. Toplumların politik toplum olması, kendi kendisini yönetmesi için olmazsa olmaz kabilindedir.
Kendi kendisini yönetmeyenler özgür olamazlar. Toplumun özgür olabilmesi için, öncelikle, birilerinin egemenliğinden/boyunduruğundan çıkması gerekiyor. Egemenlik altında tutulanların ve emeği gasp edilenlerin özgürlüğü olmaz. Bu husus, hem birey hem de toplum için geçerlidir. Toplumların, kendilerine ait bütün değerlere tekrardan doğal olarak sahip çıkmaları ve yaşamaları gerekiyor. Doğal demokratik komünalizm, toplumların öz yaşamı olarak, tek kurtuluştur. Kapitalizm ve katı ulus devlet her şeye düşmandır. PKK’yle demokratik ulus sistemi ve toplumsal ekonomi, kapitalizme ve katı ulus devlete alternatif olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Emperyalizmin ve bölge gerici rejimlerinin ve Kürtlerin içindeki KDP hainlerinin, PKK’ye düşmanlığı bundandır. PKK’nin bütün Kürdistan’da etkili olması ve bölge halklarını da etkilemesi, toplumların, aslında kendi öz yaşamlarına duydukları özlemin bir sonucudur. Kürdistan’ın yaylalarında bazı toplumsal değerlerin kirlenmemesi, Kürtlerin devlete mesafeli olmalarından ve yardımseverliği-paylaşımı hala bir değer olarak yaşamalarından kaynaklanıyor. PKK doğru zamanda doğru bir paradigmayla halkların kurtuluş yolunu, halklarla beraber oluşturuyor.
Kemal Söbe