HABER MERKEZİ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 21 Şubat’ta Hasankeyf ve Ilısu Projesi konusunda 13 yıldır yürüyen davanın kararını açıkladı. Beklendiği üzere 12 bin yıl geçmişe sahip Hasankeyf’i ve milyonlarca yıl geçmişe sahip Dicle Nehrinde devam eden yıkımı durdurmak için adım atmadı. Çok sayıda insanın üzülmesine ve hatta AİHM’i lanetlemesine rağmen, bizler bu kararı bekliyorduk. Neden mi?
- AİHM’in bugüne kadar milyonlarca ve hatta milyarlarca Euro değerinde bir yatırım projesini durdurduğunu duymadık. Ilısu Barajı ve HES projesinin en az 2 milyar Euro tuttuğunu düşünürsek, aksi bir karar aslında şaşırtıcı olurdu. Hasankeyf’in su altında bırakılmaması için Türk devletini bağlayıcı bir karar alınsaydı, bu birçok başka dava ve mücadele için örnek olabilirdi ve çok sayıda yatırım projesini ‘riske’ sokabilirdi.
- AİHM üstün bir değeri olan kültürel miras alanlarına erişimi bir temel insan ve eğitim hakkı olarak kabul etseydi, dayandığı “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”nin (AİHS) dışına çıkıp cesur bir adım atmış olurdu. AİHM’deki yargıçların iktidar çevreleri tarafından Strasbourg’a gönderildiğini dikkate alırsak, yargıçların geldikleri bağlamı da görmüş oluruz. Uluslararası hukukta birinci aktörler devletlerdir. Devletler öyle sanıldığı gibi tüm halkları eşit görmez, doğa ve kültürle yarar getirdiği oranda ilgilenir.
- AİHS öyle sanıldığı gibi çok ileri düzeyde demokratik ve sosyal standartlara sahip değil. Bu birçok uluslararası konvansiyon ve sözleşme için de geçerli. Bu sözleşmelerde insan hakları, sosyal haklar ile doğa ve kültürel mirasın korunması konularında birçok doğru ve önemli ifadeler yer alsa da, devlet ve şirketleri fazla sınırlandıracak maddeler kabul edilmemekte. Onları yargılamak için prosedürleri aşmak zor ve bunun için çok sayıda (güçlü) devletin arkanızda durması gerekiyor.
- AİHM’in son yıllarda Türkiye ve Kürtlerle ilgili birçok tartışmalı karar aldığını hatırlayalım. Cizre, Roboskî vb. örneklerde başvurular reddedildi ve Türkiye devleti, işlediği katliamlara rağmen yargılanmadı. Yani görünen o ki AİHM, Türkiye konusunda fazla sert kararlar almayarak Türkiye’ye nefes aldırıyor.
Eksik kalındı
Eminim ki, birkaç neden daha sayılabilir. Ama gelelim ilgi çeken başka bir noktaya. AİHM’e birçok kişinin umut bağlamasının bir başka nedeni, Türkiye’de Hasankeyf/Dicle ile ilgili tüm davaların reddedilerek sonuçlanması ve ağır siyasal baskı ortamında Ilısu Projesi’ne karşı protestoların cılız kalmasıdır. Böylesi durumlarda sonuç almak için sınırların dışına bakılması sık sık görülür, yani anormal değil. Ancak doğru değil. Yaşam, doğa ve kültür üzerinde korkunç yıkım getiren bir yatırım projesini durdurmak için projenin uygulandığı coğrafyada mücadele esastır. Dışarıdaki faaliyetler destek niteliktedir.
Tek bir istisna var, o da eğer projenin finansı ve ekipmanı büyük oranda dışarıdan geliyorsa. Bu Ilısu projesinde daha önceleri geçerliydi ve bu en etkili şekilde değerlendirildi. Büyük ve örnek bir uluslararası kampanya sonucu 2009’da Avrupa’dan gelen finans durduruldu. O zamana kadar her şey doğru yapıldı. Ancak sonrasında gerekli olan, Ilısu projesinden doğrudan etkilenen 80 bin insanın oluşturacağı güçlü bir halk hareketiydi. Bu başarılmadığı için devlet tüm gecikme ve teknik-mali sorunlara rağmen adım adım projeyi uyguluyor. Bunda eksik kalındığını aktivistlerin ve örgütlü toplumun görmesi ve özeleştirel yaklaşım içinde olması lazım.
Yapılacak bir şey kalmadı mı?
Şimdilerde herkes „Hasankeyf için yapılacak bir şey kaldı mı?“ diye soruyor. Elbette durum çok kritik ama yine de cevabımız evet. Bununla kendimizi kandırmıyoruz, umudumuzu koruyoruz. Her türlü siyasi-sosyal mücadele için geçerli olan umudun kaybedilmemesidir.
2017’den beri Hasankeyf’e büyük fiziki yıkım ve müdaheleler yapılmış, Hasankeyf artık kısmen tanınmaz halde olsa da hiçbir zaman geç değildir. Zararın neresinden dönersek kardır. Kurtarılacak daha çok kültür, yaşam alanı ve doğa var. Bunun için sürekli, sistematik ve ısrarlı bir mücadele vermek lazım. Hasankeyf bugünlerde olduğu gibi sadece gündeme geldiğinde tepki vermekle bir yere varılmaz. Tepki siyaseti ve aktivizmi değil, ileriyi düşünen bir aktivizme ihtiyaç var.
Büyük düşünmek gerek
Baraj ve HES inşaatının son aşamaya geldiğini düşünürsek büyük düşünmek de gerekir. Yani atılacak adımların çok sayıda insanı harekete geçirmesi için atılması lazım. Bugünleri, önümüzdeki zamanı düşünerek, ona hazırlık yaparak geçirmek gerek. Ayrıca imkanı olan ya 6-8 Nisan arası Süleymaniye’de yapılacak Mezopotamya Su Forumuna katılsın ya da takip edip yapılan tartışmalardan faydalansın. Orayı Mezopotamya düzeyinde Ilısu projesine karşı harekete geçme olanağı olarak görmemiz gerekir.
Hasankeyf ve Dicle’nin savunması bizim ellerimizde, AİHM gibi kurumlarda değil.
Kaynak: Yeni Özgür Politika/ Ercan Ayboğa