HABER MERKEZİ –
Trajedinin beşinci yılını yaşamaktayım. Her günü birkaç ölümden beter geçirmekteyim. Beni bu duruma düşüren gerçekliğin, Atina kaynaklı olduğunu inkara kalkışırsak tarihsel gerçekler kadar gelecek umutlarımıza da ihanet etmiş olacağız.
Gerçek komplocular ve ihanet kendini gizlerken, yüreğinde sadece halklarının haklı davası ve ona dayalı tutkuları olan “İyi, güzel” insanlar suçluymuş gibi lekeleneceklerdir. Bu görevi, hem Helen halkı için, hem de Kürt-Türk ve diğer ilgili dostlar için yerine getirmekten kaçınmam doğru bir tutum olamazdı. Teslim edilmemden sonra Yunan-Türk ilişkileri yumuşadı. Bundan ancak memnuniyet duyarız. Ama eğer temel gerçeklere dayanmıyorsa, sonunun hüsranla sonuçlanacağını da unutmamalıyız. İddia ediyorum ki; Atina girişimim dostluğa, barışa bir tehdit değil, tersine gerçek dostluk ve barışın en tarihi adımlarından biri rolünü oynayacaktır. Sahte Türk-Yunan dostluğu, bu girişimimin dolaylı sonucu iken, gerçek bir dostluk ve barış ise dolaysız sonucu olacaktır. Yaşadığım büyük ızdırabı tüm Helen halkına yüklemek her ne kadar yerleşik kültürün bir gereği ise de, bu hatayı ve suçu savcının yaptığı gibi Helenizm’e bağlamayacağım. Tarihte örneği çok görülen korkak, bencil, sahte tanrılara tapmayı alışkanlık haline getiren ve böylelikle Helenizm’e de hak etmediği büyük bozgunları, acıları ve gerilemeleri dayatan kimliğe, kişiliğe yükleneceğim. Çok uzaklardan da olsa Helenizm kültürüyle tarihsel yakınlığımızı, Anadolu kültüründeki yerini inkar etmeyen bir yaklaşımı savunacağım. Helen, Türk-Kürt, Ermeni halkları başta olmak üzere tüm bölge halklarının geleceğinin özgürlük, barış ve dostluktan geçtiğinin bilincinde olarak tarihlerimizde örneği çok görülen büyük bilge insanların geleneğini esas alacağım.
Bu yaklaşıma katkıda bulunmanın bir gereği olarak savunmamı zor koşullarda ve çok eksik olanaklarla da olsa tarihsel, felsefi ve bilimsel bir temelde ele almayı görev bilmekteyim. Şahsım için talep edilecek fazla bir şeyin olmadığını bilerek; halkımıza, insanlığa karşı karınca kararınca sorumluluklarımı yerine getirmeye çalışacağım. İnanıyorum ki bu yaklaşım, yargılanmayı bir 20 yy. utanmazlığından kurtaracak ve hak ettiği yere oturtacaktır. Gerçek yargılamanın gereklerini yerine getirecektir.
…
Komplo ve ihanetin geliştirilmesinde zayıf dostluk ve yoldaşlık ilişkileri de oldukça etkili olmuştur. Daha çocukluktan beri güçlü arkadaş bulamama korkusu, bu süreçte adeta yalnız başıma ve çaresiz bırakılmamla kanıtlanmıştır. Sağlam dostluklar ve yoldaşlıklar için olağanüstü çabalar harcanmasına rağmen anamın çocukken öngördüğü kehanet gerçekleşmeye yüz tutuyordu. Halen hatırlıyorum, benim arkadaş ve dost canlılığımı görünce “Ahmak, bırak bunları. Çıkarları için seninledirler, senin istediğin gibi çalışmaz ve seninle olmazlar. Boşa çıkar yalnız kalırsın” derdi. Demek ki, hayat tecrübesi çocuk hayallerinden daha gerçekçiymiş. Tabii ben hala toplumsal yaşamı; soylu dost ve arkadaşlıklar olmadan anlamlı ve yaşanmaya değer olmayacağına dair inancımı koruyorum.
Doğu kültüründe daha kalıcı izleri kalmış olmasına rağmen Batı kültüründe dost ve arkadaşlıkların gelişeceğini fazla gözüm kesmiyordu. Bazı Helenli ve Avrupalı ziyaretçiler geldiklerinde Doğulu zihniyetle karşılıyordumKendimle çelişemezdim. Arkasında ne kadar derin bir bireycilik, dar menfaatçilik olsa da bunları hakiki dostlar gibi karşılamak durumundaydım. Benim için bu bir karakter meselesidir. Bilinç meselesi değildir. Bir çocuk, yoldan saptıran bir kadın da olsa dostluk için gelmişse bakış açıma göre sonuna kadar inanacaktım. Bu yaklaşımın; 20. yy. politikacılığı içinde felaketlere açık olduğu başından bellidir. Fakat bu konu basit bir bilme, inanma meselesinin de ötesinde iki farklı ve köklü zihniyetin varlığıyla bağlantılıdır. Temelinde; sınıflı hiyerarşik toplum uygarlığının rol verdiği “politika için her araç mubahtır” anlayışıyla “kamusal politik alan en yücelikli değerler meydanıdır, dolayısıyla en erdemli yaklaşımları gerektirir” zihniyetini esas alan komünal toplum anlayışı yatar. Politikacılığım, eğer tutarlı yürütülmek isteniyorsa tarzını da ilkesine göre oluşturacaktı. Dıştan yaklaşanlar istediği kadar görevleri, çıkarları, hevesleri gereği beni basit amaçları için kullanmak istesinler, ben toplum için bellediğim esas zihniyet yapımla çelişmeyecektim. Şüphesiz bu karakterim büyük gelişmelere de yol açmıştır. Benden bin kat daha güçlü binlerce yoldaşın etrafımda buluşmasının temel nedeni olmuştur. Bir Kemal Pir, Haki Karer gibi Kürtlükle hiç alakalı olmayan sadece arkadaşlığımın olağanüstü etkileyiciliğiyle hareketimizin en soylu, sadık, kararlı yol arkadaşları olmaları da özünde bu ilkenin bir sonucudur. Yine olağanüstü kadın kahramanları, bağlılıkları kaynağını bu ilkede bulur. Ama yine de; gerek bilinçli gerek kendiliğinden içten ve dıştan türeyen binlerce çıkarcının beni ve binlerce en değerli dost ve yoldaşları adeta kandırarak en trajik sonuçlarla karşı karşıya getirmeleri ve hak etmedikleri kayıplara uğratılmaları da bu ilkeden yararlanan söz konusu çevrelerin eseri olmuştur. Bu ilkesel savaş açık ki, 20. yüzyılın zihniyet yapısına karşı -istisnaları olmasına rağmen- sürdürülmek durumundadır. Bu ilkeden vazgeçmemek kadar duyarlı olmak da bir o kadar önemlidir. Aksi halde reelsosyalizm de dahil birçok iyi niyetli kişi, hareket ve toplumsal düzenin başına gelen akıbeti paylaşmaktan kurtulamayız.
Atina girişimim Yunanistan’daki dostlar ve temsilcimizin oluruyla bu zihniyet temelinde olmuştur. Belki onlar da ilişkide bulundukları devlet başta olmak üzere, kurum ve kişileri fazla tanımıyorlardı. İlişki anlayışları basit bir memur ilişkisinden öteye gitmediği için, her tür kandırılmaya müsait olması kaçınılmazdı. Kullanıldıkları açıktır. Birçok alandaki ilişki gerçeğinin de bu kapsamın dışına taşabilecek güçte olmadığı bir gerçektir. Özcesi, ayak basılan zemin her türlü kandırılmaya elverişlidir. Kayıp-kaymamak o anın koşullarına bağlı bir şanstır. Unutmamak gerekir ki hayatın henüz aşılamayan bir gerçeği de bu yönlü akmasından ibarettir.
Savcılık iddianamesinde sanki Yunan devletinin istemediği, hatta engelleme çabalarına rağmen girişimimin gerçekleştirildiğine vurgu yapılarak böyle olduğuna özel önem verilmektedir. Temsilcimiz, dostlarımız ve ben bu nedenle suçlanmaktayız. Hukukla ilgili yanı bir tarafa bırakalım. Burada esas kullanılan bizlerin dürüstlüğüdür. Baştan itibaren içinde ihaneti gizleyen, ayaklarımızı kaydırıp kendi amaçları için mükemmel bir politik malzeme olarak değerlendirilmesi söz konusudur. Tarih araştırmacıları, ileride bu tezgâhın nasıl kurulduğunu bütün boyutlarıyla açığa çıkaracaktır. Dürüstlüğümüz, dostluk ve yoldaşlık anlayışımız; ABD ve Yunan devletinin en sorumlu yöneticileri tarafından “politikanın kerizleri” olduğumuz biçiminde değerlendirilerek kullanılmıştır. Alet olanlar ve sıradan uygulayıcıların çoğunun komplodan haberleri olmayabilir. Belki de çok az kişinin, ihanet yapıldığından haberleri vardır. Açığa çıkarılması gereken en önemli bir husus, gerçek ve bilinçli hainlerdir. Özellikle dostluğu kullanarak komplonun bu biçimde gelişmesinde temel rol oynayan Binbaşı (NATO’da özel görevli, Yunan milli istihbaratına atanmış) Savas Kalenderis’in tavrı çok iyi bilinmek durumundadır. Benimle ilk ilişki arayışından Kenyalı hainlere teslim edişine kadar en tehlikeli rolü oynayan kişidir.
Ben bu konumumu biraz da tarihsel örneklerle kıyaslama gereği duydum. İsa’da, Yahuda İskaryot, Sezar komplosunda Brutus gibi. Eğer onun tavrı olmasaydı bu komplo bu biçimde asla gerçekleşmezdi. Kenya ya yollanışımda (savcı kovulma diyor) aynen şunları söyledi; “Yunan devletinin onur sözünü size bildiriyorum, orada Helenler var, güvenlik için en uygun yerdir, “on beş gün içinde de bir Güney Afrika cumhuriyeti pasaportu hazırlanıp verilecektir” Kenyalı haine teslim edildiğimde ise “dış işleri bakanı Pangalos’dan özel talimat geldi. “Hollanda’ya uçuyorsunuz””buradaki ihanetin temel özelliği dostluğun kullanılmasıdır. İnsan soyu içinde en gaddar düşmanlık türü budur. Düşmanını kurşuna dizebilir, aslana parçalatabilir, idam edebilir, asabilir, savaş taktiklerine göre öldürebilirsin. Ama bir halkın kendisi için umut ve önder bellediği bir kişiyi, akla gelmesi bile insanı dondurabilecek böylesine bir tutumla tasfiyenin her türüne açık bir biçimde postalayamazsın. Bir devlet adına böyle bir suçun işlendiğine dair sanırım ikinci bir örnek gösterilemez. ABD, kendi adına karar verebilir. Ama kendi devletine dostları vasıtasıyla iyi niyetlice gelmiş birisini asla böyle muameleye tabi tutmaz. Nitekim Rusya, İtalya, Suriye dahil hiçbir devlet bu tarzı aklına bile getirmemiştir. Peki, kendilerini Helen cumhuriyeti adına hareket etmekle görevli sayan biri nasıl bu rolü oynadı? Bu nasıl akıl ve yürektir? Helenizm olgusunu, onun devletleşme gerçeğini bu soruya yanıt vermek için tanımlamaya çalıştım. Hatta kapitalist Avrupa uygarlığına nasıl sızdığını da bu soruyla bağlantılı ele aldım. Bu zihniyete yol veren bir kültür çözümlenmeyi gerektirir. Doğu kültüründe, bu tür olguya yer yoktur. Başka tür kalleşlikleri ne kadar yaygın olursa olsun, Ortadoğu dadüşmanın çadırına bile dostlukla girene el kaldırılmaz. Düşman ne kadar güçlü olursa olsun, misafir teslim edilmez. Tabi politik anlaşmalardan bahsetmiyorum. Eğer Helen cumhuriyeti adına bana denilse “seni belli bir anlaşma karşılığında ABD veya Türkiye’ye teslim edeceğiz, yasalarımız, çıkarlarımız bunu gerektiriyor.” Bunu yine sorun yapmazdım, politikanın gereğidir derdim. Dostluk adına yalanla sonuç almanın insanlık olgusunda çok ender rastlanan bir olay olduğu kanısındayım. Kalenderis ayrıca fanatiklik derecesinde hayranım geçinirdi.
Dostluk açısından çıkarmam gereken sonuç, bu kavramı derinliğine ele almaktır. Yüzeysel, rastgele ne dostlukların kurulması, geliştirilmesi, ne de kullanılması doğrudur. Dostluk, yoldaşlıktan önce gelir. Belki de bu yönüyle yoldaşlıktan da önemlidir. Dost seçip toplum ilişkilerinde değerlendirmek, bütün tarihsel-toplumsal boyutları içinde ele alınmayı gerektirir. Savunmalarıma damgasını vuran “toplumu tanımla” çabamın altında da bu gerçeklik yatar. Dostluğa, arkadaşlığa çok yatkınlığım bilinir. Hatta tarihin ünlü destanlarında işlenen bir Gılgamış için Enkido, Akileus için Patroklos neyse, o tür dost arkadaşlar aradığım bilinir. Bir Kemal Pir arkadaşlığı bu örneklerden her halde geride değildir. Felsefi yoğunluğumu derinleştirdikten sonra şunu, daha iyi fark ettim. Her şey zıddını doğurur, besler. Bilim, artık madde-karşı maddeden bahsediyor. Elektronun zıddı, pozitron oluyor. Dostluk gücümün niteliği çapında, zıddının baş göstermesi olasıdır. Felsefeyi yaratan Helenizm’in zihniyet yapısında bu olguları yakalamak mümkündür. Fakat zıtlıklar olgusunda bu kadar kurnazlaşmak, bir kültürü fazla iflah etmez. Tarihte büyük Helenizm’in trajik çöküşünün ve küçücük bir yarım adaya sığınışının altında, bu gerçekliğin yadsınamaz ve önemli bir payı olsa gerek. Türklerin şöyle bir atasözü vardır; “Yunandan dost, domuzdan post olmaz”. Önemli gerçeklik payı var. Ama tüm Helenizm gerçeğine ve halklarına mal etmemek gerektiğine dair, inancımı da korurum. Tersine Kürtlerin saflığına ilişkinde, çok şey söylenir. Belki bu yüzden, devletsiz kalmışlardır. Açık belirtmeliyim ki; dostluğu bu denli kullanan bir kültüre, uygarlığa, devlete sahip olmaktansa, devletsiz, ilkel komünal toplumun saf ve basit ruhu içinde kalarak, toplumsal özgürleşmeyi bin defa daha tercih ederim. Böylesi bir halktan olmayı da onur sayarım.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan