HABER MERKEZİ
1991 Şubat veya Mart ayı olması gerekiyordu. Cudi dağındaydık. Sabah kahvaltısının hazırlıkları yapılıyordu. Botan Eyalet Sorumlusu Xebat Derik, Yılmaz Karakoçan da yardımcısıydı. Kadın arkadaşlardan Şehit Fehime Şırnak vardı. Fehime arkadaşın babası bizlerin ziyaretine gelmişti. Sabahın şafağında gelirken kendisi ile iki keklik de avlayıp getirmişti. Milisler de iki gazeteci de getirmişti. Gazetecilerden biri Ankaralı Selami İnce diğeri Wanlı bir gençti.
Xebat arkadaşla gazetecilerin yanında oturmuş sabah kahvaltısını bekliyorduk. Mutfakçı arkadaşlara ‘iki gazeteci misafir var’ denildiğinde mutfakçılar da hazır olan keklik etlerini kızartıp gazetecilere getirdiler.
Gazeteciler geliş amaçlarını kahvaltıdan sonra Xebat arkadaşa belirtikten sonra Xebat arkadaş bana ‘Heval Şükrü, gazeteci arkadaşı arkadaşların içinde gezdir arkadaşların çoğunluğu Türkçe bilmiyor tercüme de yardımcı olursan iyi olur’ dedi.
Bir çok arkadaşla röportaj yaptık. Arkadaşlar mücadeleye katılış amaçlarını, Türkiye devletinin işgalci bir güç olduğunu, Kürdistan da asimilasyon politikasıyla bizleri başkalaştırmaya, yapmış olduğu ilhakla her şeyi Kürt inkarını tamamlamak istediğine benzer yorumlar yaptılar. Sonrasında kadın arkadaşların ekmek yaptığı yere gittik. O gurupta Hüsniye Akgün’de vardı. İlk katıldığında Kodu Mizgin’di sonradan kodunu ‘Çidem ‘ koymuştu. Kadın arkadaşların yanına gittiğimizde Çidem arkadaşta oradaydı.
Arkadaşlarla merhabalaştık gazeteci arkadaşı tanıttık. Önce bir kaç Kürt kadın arkadaşla ben ropörtaj da tercümanlık yaptım diğer arkadaşlar gibi Kürtçe bilen arkadaşlar bitikten sonra Şehit Çidem arkadaşın Türk olduğunu belirtim. Çidem arkadaş aslen Tokat Ziledendi. O Eskişehir Üniversitesin de okurken bende Eskişehir cezaevindeydim. Cezaevinde görüşümüze geliyordu. Oradan taşıyorduk. Selami İnceye Çidem arkadaşı göstererek ‘Bu arkadaş Türktür, kendisiyle rahat rahat Türkçe konuşabilirsin‘ dediğimde Selami şaşırıp kaldı. Yanıtı ‘sahiden bu kadın arkadaş Türk müdür? Çidem arkadaşın kendisi yerime yanıt verdi, ‘Evet ben şehrimi söylemeyeceğim ama ben türküm ‘ dediğinde Selami hayretle kendisine baktı. Selami’nin yanıtı ‘gerçekten sen Türk müsün ‘ sorusuna karşılık Çidem arkadaş, ‘ben Türklere benzemiyor muyum’ Selami‘ ne diyeyim peki buradaki arkadaşlar Kürt oğlu ve Kürt kızıdırlar Kürt davası için buradadır senin ne işin var burada? Ben anlam veremiyorum doğrusu’ dedi.
Şehit Çidem arkadaşın yanıtı şu oldu ‘ben Kemal Pir arkadaşın talimatı üzerine buradayım. Kemal Arkadaş demişti “Türkiye halkının kurtuluşu Kürdistan halkının kurtuluşundan geçer” ben bunun için geldim, mazlum bir halkın kurtuluşu için buradayım. Mihri Belli Yunanlı devrimcilerin yanında yunan faşizmine karşı savaştı, Denizler Filistin halkının yanında İsrail devletine karşı savaştı. Şehit Çidem’in karşında Selami İnce hiç konuşamadı, sustu sanki anlam vermekte güçlük çekiyordu.
Sonrasında Kadın yoldaşların ekmek yaptıklarını gördük. Demir askeri renkli bir sacda ekmek açıyorlardı. Selami merek edip arkadaşlara ‘bu saç demiri nereden getirdiniz’ dediğinde, bir kadın yoldaş Kürtçe ‘Cudi’nin tepesinde düşen helikopterin parçasıdır ‘yanıtını verdi. Arkadaşın yanıtından sonra öğle yemeği için Xebat arkadaşın yanına gidip yemek yedik. Yemek üzerinde Selami’nin Cudi’nin tepesinde düşen helikopterin enkazını görmek istediğini belirtim.
Xebat arkadaş yanımıza iki genç arkadaş görevlendirdi. Çünkü o iki genç arkadaş helikopterin enkazının yerini biliyorlardı bende Cudi de yeniydim. Çidem arkadaşla geçici oradaydık. Bizler Heftani’ne Cuma arkadaşın yanına gidecektik. İki genç arkadaş yanımıza geldiğinde yola çıktık. Selami orta yaşlıydı ama fiziği iyi dayanıklıydı, Wanlı gazeteci gelmedi biz tepeye çıktıktan sonra oda milislerle Şırnak’ın bir köyüne gideceklerdi. Selami ve iki genç arkadaşla bir saat yürüdükten sonra tepede helikopter’i üç parçaya ayrılmış olarak gördük. Helikopterin parçaları üzerinde BKC kurşunun izleri çoktu. Selami helikopteri gördüğünde ‘Vay alçak bakan vay alçak bakan, ben bu helikopteri görmeyinceye dek bir bakanın yalan söyleyeceğine inanmıyordum”. Benim, en büyük yalanı cumhurbaşkanı, başkanları ve bakanlar söyler‘ dediğimde, Selami de başı ile beni onayladı.
1988 ‘de ben daha o zamanlar Eskişehir zindanındaydım. Helikopterin düşmesinde iki gün sonra o dönemin İçişleri bakanı Abdullkadir Aksoy televizyondan açıklama yaptı. Bizlerde izliyorduk. Aynen şu cümleleri kullandı: ” Bir helikopterimiz Cudi dağında kuyruğu ağaca çarpması sonucu kaza yaptı.
Selami İncede aynı bizler gibi TV’yi izlemişti. Selami, helikopter enkazının fotoğraflarını üst üste çekiyordu kendisini tutamıyordu. Yalancı bakana ha bire hakaret ediyordu. Sanki Selami, devleti o helikopterin parçaları üzerinde tanıdı. Selami bizlere acıktığını belirti ben her iki genç arkadaşa baktığımda ikisi de bizde ekmek yok işaretini yaptılar. Bizlerde yorulmuştuk oturduk her iki genç arkadaş silahlarının şişini çıkararak tepede düşmanının yaptığı mevzilerinin etrafını kontrol ettiler. Bir kaç dakika geçmeden beş altı konserveyle yanımıza geldiler.
Konserveleri açtılar o yorgunluğun üzerine konservelerde ki sarmaları yedik. Sonrasında milislerle o genç gazetecilerle birlikte yolcu ettik vedalaşıp gittiler.
Selam İnce şu anda da yaşıyor. Devleti gerçekliğini Abdullkadir Aksu’nun TV açıklamasıyla Cudi de düşürülen TC helikopterinin parçaları üzerinden çok iyi tanıması oldu.
Yine yanımızdan gittikten sonra gazetelerde ‘Cudi’de gerillanın sabah kahvaltısı Keklik etidir ‘ diye haberler geçti.
Cudi’de sabah kahvaltımız ya toraktı ya mırtoğeydi yada kuru ekmekti arada bir salca kızartması. Daha sonraları gerilla saflarına katılan arkadaşlar ‘hani keklik eti ‘diye soru soruyorlardı.
Şimdi dönelim Selami İnce’ye. Bir aydın olarak bakanların açıkça halkları kandırdıklarını belirtmelerini gerekiyordu. Aydın bir insan ölümünün pahasına gerçekleri kamuoyuyla paylaşmak zorunluğu var. Geçmiş tarihte aydın insanlar ölümlerinin pahasına kelerini koltuklarına koyup mücadele edip gerçekler uğruna canlarını verirlerdi.
Belkide Selami İnce vermiş de olabilir ancak bize yansımadı yada göremedik. Çünkü Selami İncenin elinde belge vardı.Biz gerilla olarak helikopterin parçalarını fotoğraflarını çekip dünya kamuoyu ile paylaşamadık.
Zap’ta Gunde Fıle’nin çeşmesi üzerinde kazan bombasının vurduğu Melsa ve Zelal Derşevi arkadaşların bir tutam kalan saçını resimleştiremedik. Dünyada Nagazaki, Hiroşima, Helepçe resimleştirildi. Ama Gerillanın parça parça cenazeleri resimleştirilemedi. Dün Abdulkadir Aksu demogoji ve yalanlarla halklarımızı kandırıyordu. TV’den insanların gözünün içine baka baka yalan söylüyordu bugün ise Süleyman Soysuz.
Muş halkının bir belirlemesi vardı, ‘Bi xwe Kerê, berenbere xu jî ker zane ‘Muş halkının belirlmesini Selami gibi aydınlar çokça işlemiş olsaydılar bugün Süleyman Soysuz’da bir gerillanın cenazesini posta yoluyla ailesine gönderemezlerdi.
Türkiye faşist şefi bu gün Kürt ve Türk halkının değerlerine çok pervasızca saldırmazlardı. Susma susarsan sıra sana da gelecek sözleri bu gün ne çok anlam kazanmaktadır. Susmak teslimiyet ve ölümden dahada kötüdür. Günümüzde faşist şef toplumumuzu bir cendereden tutarak toplumsallaşmayı hızlı bir şekilde öldürüyor. Oysaki susmak ölümdür, ihanettir.
Günümüzde Coranavirüs zindanlarda yaygınlaştırılarak toplu şehadetleri, katliamları faşist şef Erdoğan ve yardakçısı Kürdün yeminli düşmanı Süleyman Soysuz gerçekleştirmek istiyor. Bu devletin insanlık karşısında sicili bozuktur. Agirî’den, Dersim’den, Sason’dan 72’de Denizlerin idamından, Mahirlerden, 1 Mayıs İstanbul Taksim yürüyüşünün katliamlarından, Ankara Balgat öğrenci katliamlarından, Maraş ve Madımakta katliamlarından tanıyoruz.
Yine yakın tarihte katledilen on binlerce sivil on binlerce sivil yurtsever Kürt insanı, binlerce köyün yakılıp yıkılmasını, Moğol talancı çapulcularını aratmayacak şekilde saldırıları oldu. TC generallerinin, “Biz asmayalım da besleyelim mi, biz çürüte çürüte öldüreceğiz” diyorlardı. Bu gün Coranavirüs bahane edilerek biyolojik saldırlarla faşist devlet şefi amacına ulaşmak isteyebilir. Aydınlar en zor dönemde bu halkın sesi olması kaçınılmaz olmuş, mezar olan zindanlar dışarıdaki toplu mezarlara konulacaklar.
Şuandaki durum toplu üstü açık mezarlardayız. Yarını beklemek şimdiden ölümdür. Bu günden direnelim, yarını özgür yarını elde etmek için zafer direnen halklarımızın olacak. Direnmek yaşatmak ve onuru korumaktır. Unutmayalım “onurumuzu çiğnetmeyeceğiz” denilmişti.
Yasin BULUT