BEHDÎNAN – Genelde gerillalara karşı devletlerin yürüttüğü savaşlar için ‘düşük yoğunluklu’ tabiri kullanıldığına işaret eden PKK Merkez Komitesi (MK) Üyesi Helin Ümit, “Şu anda bizim yürüttüğümüz savaş gerçekliği öyle düşük yoğunluklu falan değildir. Yüksek yoğunluklu bir savaş gerçekliği içerisindeyiz. Türk devleti, NATO’nun verdiği tüm silahları kullanarak bir savaş yürütüyor” şeklinde konuştu.
PKK Merkez Komitesi Üyesi Helin Ümit, Medya Haber TV’de yayınlanan Özel Program’a katılarak Serdar Eren’in sorularını yanıtladı. Söyleşinin tamamı şöyle:
Önder Apo, İmralı soykırım sistemi ve tecrit politikasına karşı direniyor. Gerillanın öncülüğünde yürütülen devrimci halk savaşının açığa çıkardığı sonuçları da takip ediyoruz. Tecride karşı mücadelenin kitleselleşmesi, toplumun genelini kapsayacak düzeyde yürütülmesi adına da önemli gelişmelerin yaşandığı bir dönem oldu geride kalan dönem. Haftalar öncesinden gerçekleştirilen operasyonlarla eylemin önünü alma, boşa çıkarma girişimlerine rağmen yankı uyandıracak biçimde gerçekleştirilen Gemlik Yürüyüşü, bunun en açık örneği oldu. Tüm bu mücadele pratikleriyle birlikte, İmralı soykırım sistemine karşı yürütülen mücadeleyi nasıl değerlendiriyorsunuz, mücadelenin geldiği aşama itibarıyla gerektirdikleri nelerdir?
Her şeyden önce İmralı soykırım sistemine karşı tarihin gördüğü en büyük direnişi gösteren Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Yine bu dönemde Özgürlüğü Sağlama Zamanı Hamlesi’ni yürütürken, başta gerilla sahalarımızda olmak üzere şehit düşen arkadaşlarımızı saygı ve minnetle anıyorum. İmralı soykırım sistemine karşı mücadeleye katılan, başta Kürt halkı olmak üzere dostları, duyarlı insanlığı selamlıyorum.
Çok önemli bir süreçten geçiyoruz. 2022 yılı, T.C. özel savaş sisteminin İmralı soykırım sistemini sonuca taşımak için planlama yaptığı bir yıl oldu. Özel bir yıldır. 2023 yılı planlarıyla bağlantılı elbette bu. 2023 yılına Türk devlet sistemi, aslında Kürdistan’da varlık ve özgürlük savaşımını yürüten özgürlük güçlerini tasfiye ederek gitmek istiyor. Bunun için de İmralı soykırım sistemi üzerinden Kürdistan ve Türkiye toplumuna karşı çok ağır bir faşist saldırı yürütüyor. O anlamıyla, bu süreçte yürütülen her tür mücadelenin büyük bir anlamı ve değeri var.
Haziran ayı içerisinde mücadelede önemli aşamaları geride bıraktık. Bunun bir ayağı devrimci halk savaşı çizgisi temelinde gerillamızın yürüttüğü aktif savunmadır. Diğeri de toplumsal mücadele ayağıdır. Sadece bu yıl açısından değil, İmralı soykırım sistemine karşı Kürdistan halkı hiçbir zaman duyarsız kalmadı. Her zaman belli bir hareketlilik içerisinde oldu. Mücadele bir akış içerisinde hep sürdü. Avrupa’dan Kürdistan’ın diğer parçalarına kadar dünyanın neresinde bir Kürt varsa aslında İmralı soykırım sistemine karşı tepkisini, öfkesini değişik şekillerde dile getirmeye devam ediyor. Özgürlüğü Sağlama hamlesi çerçevesinde belli bir planlama var. Giderek ivme kazanan, soykırım sistemini tümden alaşağı etmek isteyen bir halk duruşu var. Bunu görmemiz lazım.
Gemlik Yürüyüşü çok değerlidir
TC ulus devlet sisteminin İmralı soykırım sistemiyle ne yapmak istediğinin çok iyi ve doğru anlaşılması lazım. Aslında Kürdistan’da son 400-500 yıllık süre içerisinde Kürt soykırımını tamamlamak isteyen kapitalist sistem ve onunla bağlantılı Türk ulus devlet sistemine karşı bir Önderlik gerçeği var. Bir akıl, düşünce ve irade var. Bu irade ortadan kaldırılmak isteniyor. Bu yüzden de kimileri bilinçli, kimileri bilinçsiz olarak –toplum açısından söylüyorum- bunun hissiyatı içerisindedir. Bu temelde de aktif bir mücadele durumu vardır. 12 Haziran’da Gemlik Yürüyüşü gerçekleştirildi. Bu yürüyüşe katılan herkesi selamlıyorum. Gerçekten çok anlamlıydı, değerliydi. Faşizme karşı mücadelede esas odak noktasının neresi olması gerektiğini gösteren bir eylem açığa çıktı. Her ne kadar Gemlik’e yürünmesine izin verilmemiş olsa da İstanbul’un göbeğinde böyle bir eylem duruşu içerisinde olmak, ‘Bijî Serok Apo’ sloganıyla mücadele etmek İmralı soykırım sisteminin asla kabul edilmeyeceğini dile getirmek çok değerliydi.
Biliyorsunuz; son yıllarda AKP-MHP’nin estirdiği çok koyu bir faşizm var. Türkiye’deki bir çok dinamik kontrol altına alındı. Bastırılıyor yani. Biraz tepki gösteren, ikinci gün kendisini zindanda buluyor. Zindanlar toplumu terbiye etmenin alanı haline getirildi. Bunun için çok ileri talepleri olmasına da gerek yok toplumun. En küçük bir talep bile bu şekilde karşılanıyor, yargılanıyor. Aslında dışarıdaki bu baskı ve zulüm, İmralı işkence ve soykırım sisteminin –ben ‘tecrit’ demiyorum, çünkü karşılamıyor, hafif kalıyor- nasıl olduğunu gösteriyor. Dışarıdaki zulüm, dışarıdaki baskı, İmralı işkence sisteminde yaşananları ortaya koyuyor. Önder Apo’nun ortaya koyduğu direnişin de ne kadar anlamlı, büyük, değerli olduğunu açığa çıkarıyor aslında. Düşünün; düşmanın elinde rehine olan bir Önderlik gerçeği var. Onun üzerinden soykırım saldırıları sonuç almak istiyor. Önderliği tasfiye etmek istiyor. Bu nedenle Özgürlüğü Sağlama hamlesi çerçevesinde İmralı soykırım sistemini ortadan kaldırmak isteyen her adım çok değerlidir. Çok büyük bir anlamı vardır. Hem Türkiye demokrasisi açısından çok önemli bir yeri var hem de Kürdistan’daki soykırım ve sömürgeciliği bertaraf etme, Önder Apo şahsında varlık ve özgürlük savaşımını sonuca götürme açısından çok önemlin bir yeri vardır.
Kürdistan kadınları ve gençliği mücadelelerinin merkezine İmralı soykırım sisteminin yıkılmasını koymaları yerindedir
Bugün Türkiye’deki, hatta Ortadoğu’daki durumu belirleyen husus Önder Apo üzerindeki saldırılardır; Önder Apo’nun konumudur. İmralı soykırım sistem gerçekliğidir. Bunu görmeden Türkiye ve Ortadoğu’da tek bir adım atılamaz. Halklar adına tek bir doğru politika kurulamaz. Karşınızdaki güçler Ortadoğu’ya müdahaleyi İmralı soykırım sistem gerçekliğini açığa çıkararak gerçekleştirdi. Dikkat edilirse Ortadoğu’ya aktif müdahale etme süreci olan 2001, 2003 yılları Önder Apo’ya yönelik uluslararası komployla başlatıldı. Uluslararası komplo gerçekliği, Ortadoğu’daki savaşın, hatta giderek dünya savaşı gerçekliğinin -III. Dünya Savaşı- odak noktasındadır. O yüzden hem Türkiye’deki güçler açısından, hem Ortadoğu’daki özgürlük, demokrasi, eşitlik, insan hakları arayışçıları açısından bu gerçekliğin çok iyi görülmesi lazım. Buna karşı tutum almadan, buna karşı mücadele etmeden aslında havanda su dövmeye benzer bir pratik açığa çıkar. Sonuç almaz yani. Bazıları için bu çok anlaşılmayabilir, abartılı gelebilir. Ortadoğu ve dünyada siyaset kodlarının nasıl döşendiğini bilenler açısından ne demek istediğimiz anlaşılır. O anlamıyla İmralı soykırım sistemine karşı yürütülen mücadele önemli bir düzey kazandı Haziran ayı içerisinde.
Başta Medya Savunma Alanları’nda gerillanın İmralı soykırım sistemine karşı açığa çıkardığı mücadele –ki bu sürece öncülük eden esas güç gerillamızdır- ile bağlantılı olarak, toplumun bu sistemle artık yaşayamayacağının, bunun kendisi için sürekli bir savaş hali olduğu, inşa edilen bir zulüm sistemi olduğu gerçekliğinin daha fazla farkına varıldığı ve onunla mücadele içerisinde olunduğu bir süreç oldu. Sonuçları önemli tabii. Mesela dikkat edelim, Gemlik Yürüyüşü sonrasında hemen ‘Kürt sorunu’ yeniden tartışılır oldu. Demokratik siyaset alanını temsil eden HDP’nin konumu yeniden tartışılır hale geldi. Yine Önder Apo’yla görüşme olasılıkları üzerine yazılar yazıldı, AKP-MHP’nin kalemşörleri tarafından. Bir özel savaş saldırısı olarak yapıyorlar tabii. Halkın artık bu sistemle yaşamak istemediğini, her fırsatta dile getirdiğini, üstelik bedelleri göze alarak, zindanları, vurulmayı, şehadeti göze alarak gerçekleştirdiğini görüyorlar. Bu konudaki tepkileri azaltmak, toplumun duyarlılığını ortadan kaldırmak, yeniden beklentiye sokmak için bu tür haberler servis ediyorlar. Bu konudaki doğru mücadele hattı, hemen Türkiye siyasetinin dengelerini sarsıyor, yeniden kendilerini gözden geçirmeye, yeni politikalar üretmeye zorluyor. Bunu görmemiz lazım. O yüzden başta Kürt halkı, Kürdistan kadınları ve gençliği olmak üzere, özgürlük ve demokrasi güçlerinin mücadelelerinin merkezine İmralı soykırım sisteminin yıkılmasını koymaları yerindedir, doğrudur, gereklidir.
Muhalefetin, özellikle de sol, sosyalist, demokratik muhalefetin tecride karşı tutumu yeterli mi?
İmralı başından itibaren sadece Kürtlerin değil, bir bütün Türkiye’nin sorunudur. Bu sonradan açığa çıkmış yeni bir durum değil. Önder Apo, uluslararası komployu değerlendirirken “bu Türkiye halkına yönelik bir komplodur’’ dedi. Esas olarak Türkiye’deki demokratikleşme iradesini, Türkiye toplumunun özgür ve daha adil yaşama istemini, arayışını kontrol altına almak için geliştirilmiş bir komplodur. Aslında Kürt’ü yok etmek, Türk’ü yok etmek anlamına geliyor. Bu yönüyle, komplo çok derin. Sözde Türkiye toplumunun adına hareket ettiğini söyleyenler, Türkiye halkının çıkarına Kürt halkının özgürlük mücadelesini, Kürtleri soykırımdan geçirmeyi bir beka sorununa taşırmış bulunuyor. Burada çok ciddi bir oyun var. Tarihsel olarak da güncel olarak da bakıldığında, Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesinde sonuca ulaşması, daha demokratik koşullarda yaşaması, kendi kimliğiyle özgürce kendini ifade eder hale gelmesi, Türkiye’yi zayıflatmaz ki. Halklar çok daha sıkı bir şekilde birbirine bağlanır, ortak yaşamın koşulları oluşur.
Önder Apo, 50 yıldır Kürt toplumunu eğitiyor
Uluslararası güçler, Önder Apo’ya yönelik uluslararası komployu geliştirerek Türkiye’yi kendilerine daha fazla bağladı. Hep Türkler ve Kürtler birbiriyle savaş halinde olsun, bu şekilde Kürdistan’daki bütün potansiyeller soykırım kıskacı altında tutulup, Türkiye’deki en ufak bir ekonomik, demokratik, toplumsal gelişmenin de önü alındı. Türkiye, dünyada en geri ülkeler arasında yer alan bir konuma geldi. Özgürlükler bakımından öyle oldu –başta kadın özgürlüğü olmak üzere-, ekonomik bakımdan o noktaya geldi. Toplum neredeyse günlük olarak cinnet sahneleriyle karşı karşıya hale geldi. Daha geçen gün mesela, bir baba, eşini, çocuğunu, kendisini vurdu! Artık kanıksandı yani bu durum. Gerçekten Türkiye’nin geleceğini düşünen sorumlu bir yönetim olsa, esas sorunu bu olur. Bu toplum benim denetimimde, sağladığım güvenlik ikliminde niye böyle kendisini uçurumdan atıyor, niye böyle ölüme koşuyor. Neden Türkiye’de bu kadar ölüm iklimi var. Yaşam iklimi yoktur Türkiye’de. İşte bunun uluslararası komplo ve savaşla çok yakından bağlantısı var. Bunun yeterince anlaşıldığını şahsen düşünmüyorum. Evet, Kürdistan ve Kürt toplumu politik bir toplum. Önder Apo, 50 yıldır Kürt toplumunu eğitiyor. Savaşla eğitti, çözümlemeleriyle eğitti. Gerçekten de en fazla aydınlanmış toplum, kim ne derse desin Kürdistan toplumudur. Politik toplumdur. Kendi çıkarlarını, karar verme gücünü açığa çıkarmıştır fakat Türkiye toplumu öyle değildir. Türkiye toplumu, Kürtlere karşı yürütülen savaş içerisinde en apolitik, kendi geleceği açısından faydanın nereden geleceğini bilemez hale getirilmiştir. Adeta kafasına vura vura, yalanla, kandırmayla, kışkırtmayla öyle bir noktaya geldi ki, işte tablo az önce belirtmeye çalıştığım biçimdedir. Bunun nedeni çok anlaşılmıyor.
İnkarcı da olmamak lazım; Türkiye sol-sosyalist güçleri Özgürlük Hareketi’yle ortak mücadele etmenin önemini son yıllarda daha fazla kavradı. Bunun sonucu olarak hem demokratik siyaset alanında hem örgütlenme alanında ortak platformlar oluşturdular. Bunlar çok değerliydi. HDK, HDP bunun sonucuydu. Bunun dışında başka platformlar da var. Bazıları kısa dönemli oldu, bazıları hala devam ediyor fakat bu gerçeklik içerisinde İmralı soykırım sisteminin yeri nedir; bunun sol-sosyalist muhalif kesimler açısından yeterince idrak edildiğini düşünmüyorum. Şöyle bir yaklaşım var; evet, Türkiye’nin bir demokrasi sorunu var, bu sorunun en önemli paydalarından bir tanesi de Kürt halkına yönelik saldırılar ve Kürt halkının varlık sorunu ile karşı karşıya kalması. Bunu bu şekilde bir kabul ediş var fakat Türk ulus devletinin, AKP-MHP faşizminin, başta Önder Apo’ya dönük uygulamaları olmak üzere pratikteki saldırılarını görme ve buna tutum almayı yeterli düzeyde ele alma yoktur. Bu konuda zayıflıklar var.
Denizler, Mahirler, İbrahim Kaypakkayalar hayatta olsaydı kıyametleri koparırdı
Toplumsal alan karmaşık bir alandır, tek bir olguyla izah edilemez. Toplum kendisini inşa ederken bir çok boyutta inşa eder. O anlamıyla Türkiye’de şu anda ekonomi sorun da var, sosyal sorun da var, kültürel sorun da var. Çok ciddi bir kültürel yozlaşma var örneğin. Bir de Kürt sorunu var. Kürt sorununu, sorunlar içerisinde bir sorun gibi ele alma yaklaşımı var. Yetersizlik budur. Tüm belirtilen sorunları koşullayan, derinleştiren, çözümsüzlüğe iten esas sorun Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine dönük düşman politikalarıdır. Soykırımcı-sömürgeci Türk devletinin ve güncelde AKP-MHP faşizminin uyguladığı politikalardır. Kilit orasıdır ve o kilit kırılmadan Türkiye’de ne demokrasi gelişebilir ne de ekonomik kriz aşılabilir. Dönemsel olarak belki aşılabilir. İşte bugün Suudi Arabistan’dan biraz para alırlar, yarın gider Katar’dan biraz alırlar, dışarıdan para akışını sağlayarak suni teneffüsle ayakta tutunmaya çalışabilirler ama bu dönemsel olur. Yani kendi ayakları üzerinde duran, kendi toplumsal dinamiklerine dayanan hakiki çözüm gücü olma durumu gelişmez. Mesela yeraltı yerüstü kaynakları bakımından Anadolu ve Mezopotamya dünyanın hangi ülkesinden daha geridedir? Coğrafi konum olarak insanlık bu beşikten doğdu. Binlerce yıl bu topraklar insanlaşmayı, toplumsallaşmayı yarattı, insanlığı besledi. Şimdi bu coğrafyanın insanları aç! Yani bu sorun böyle çözülemez. Esas yaklaşım; Kürt halkına yönelik saldırıların durdurulması, Kürt halkının varlık ve özgürlük taleplerinin kabul edilmesi, buna dayalı olarak da Anadolu ve Kürdistan’da kendi iç-dinamikleriyle birlikte güçlenmenin gerçekleşmesidir. Bir tarım ve hayvancılık ülkesi olan Türkiye her şeyi dışarıdan alan bir hale geldi. Bu Türkiye toplumuna yapılan en büyük ihanettir. En büyük komplo budur. ‘Yularını başkasının eline vermek’ diye bir halk deyimi vardır. Sen başka bir yere bağımlı hale gelmişsin. AKP-MHP faşizmi sürekli ‘’yerli ve milli’’ söylemini kullanıyor ama bunu hep tersinden okumak lazım. Eğer ‘’yerli ve milliyim’’ diyorlarsa, en işbirlikçi ve kendi halkına karşıt konumda bir rejim olduğunu anlamalıyız. ‘Demokrasi’ dediğinde diktatörlük ve faşizm olarak anlamalıyız. ‘Özgürlük’ dediğinde bilelim ki orada toplumsal özgürlüğün kısıtlandığı ve kontrol mekanizmalarının daha fazla geliştiği bir durum olarak algılamalıyız. Yani onlar kendileri için ne diyorsa, tersi geçerlidir.
Konudan fazla uzaklaşmadan şunu söylemek istiyorum; Türkiye’deki sol-sosyalist güçler başta olmak üzere muhalif kesimin tam olarak cevap veremediği husus bu. O yüzden sorunun etrafında dönüyor gibiler. Şunu da söylemek istiyorum; tüm sol-sosyalist kesim ve örgütler için değil bu söylediklerim. Mesela Gemlik Yürüyüşü’ne katılan çok önemli partiler, kesimler oldu. O konuda gerçekten çok onurlu, Türkiye halkının iradesini temsil eden siyasal duruşlar oldu fakat bu Türkiye toplumuna yeterince mal edilemiyor. Sınırlı ve dar kalıyor. Bunun aşılması lazım.
2012’nin sonu ve 2013 yılını içine alan dönemde Kürt-Türk barışının gelişme ihtimalinin bile Türkiye toplumunu nasıl rahatlattığı görüldü. Ne kadar çeşitliliğin açığa çıktığı, hem kendi rengini ortaya koyan hem de başta ekonomi olmak üzere toplumsal bir çok konuda rahatlamanın geliştiği bir dönemdi. O yüzden bunun daha fazla Türkiye toplumuna taşırılması lazım.
Denizler, Mahirler, İbrahim Kaypakkayalar hayatta olsaydı kıyametleri koparırdı. Bu isimler Türkiye’nin gerçek yurtseverleridir. Türkiye’de yurtseverlik deyince akla Deniz Gezmiş gelmeli. Bu devrimci önderler yaşamlarının sonuna doğru, yani şehadetlerine doğru ‘Kürt sorunu’ denilen ve aslında devletin Kürt halkına karşı imha ve inkar politikalarını ifade eden politikaları fark ettiler ve buna tutum aldılar. Türkiye demokrasisinin esas olarak bunun üzerinden gelişeceğini gördüler fakat bu gerçekliğe karşı kaçak dövüş yapan kesimler fazladır. 2022 yılı Türkiye tarihi açısından çok önemli bir yıl. Yani 2023 yılı bir çok şeyin belirleneceği bir yıl oluyor. o yüzden herkesin elinde ne varsa ortaya koyması ve mücadeleyi yükseltmesi gerekir.
Gemlik Yürüyüşü’nün yol açtığı sonuçlardan biri de savaşın başından beri saklanan asker ölümlerinin faşist iktidar tarafından kısmen açıklanması oldu. Soykırım sistemine karşı büyüyen mücadeleyi Türkiye toplumunda militarist-şovenist duygular oluşturup tahrik ederek daraltma amacıyla savaşın başından beri saklanan asker kayıplarının açıklandığı ve kullanıldığı görüldü. İşgalci orduyla birlikte faşist siyasetin de tıkandığını gösteren bu durum Avaşîn-Zap savaşının yol açtığı sonuçlardan bağımsız değil şüphesiz. Üçüncü ayında bulunan buradaki savaşın, askeri ve siyasi boyutları ve yol açtığı gelişmeler nelerdir?
Öncelikle Avaşîn’de, Zap’ta, Metîna’da, Xakurkê’de tarihin gördüğü en görkemli direniş ve savunma mücadelelerinden birini gerçekleştiren yoldaşlarımızı sevgiyle selamlıyorum. Bu mücadeleyi geliştirirken Apocu fedai çizgide şehit düşen arkadaşlarımızı minnetle anıyorum. Avzem, Şerzan, Bager ve Arin yoldaşlar şahsında, şehit düşen yoldaşlara minnet ve bağlılığımı yeniden ifade etmek istiyorum.
Yüksek yoğunluklu bir savaş
Yüksek yoğunluklu bir savaş yaşanıyor. Genelde gerillalara karşı devletlerin yürüttüğü savaşlar için ‘düşük yoğunluklu’ tabiri kullanılır. Şu anda bizim yürüttüğümüz savaş gerçekliği öyle düşük yoğunluklu falan değildir. Yüksek yoğunluklu bir savaş gerçekliği içerisindeyiz. Türk devleti, NATO’nun verdiği tüm silahları kullanarak bir savaş yürütüyor. Zaten uluslararası güçlerin desteği olmasa, sınırları bu kadar ihlal edip işgal saldırısı gerçekleştiremezlerdi. Dünyanın hiçbir yerinde yoktur. Gördük işte; Ukrayna için kızılca kıyametler koptu. Bir yerde biraz sınır ihlali olduğunda uluslararası kriz sebebi oluyor. Bu sınırların bekçileri var. Bu sınırların genel bekçisi BM ve NATO olarak ifade edilebilir. Evet, III. Dünya Savaşı içerisinde bir zayıflama var kapitalist modernitenin kurumları açısından. Yine de söz konusu Ortadoğu olunca hiçbir şey öyle kendiliğinden, tek başına bir gücün karar vererek yaptığı bir yönelim olarak kalmıyor.
III. Dünya Savaşı, Ukrayna’da sıcak savaşa dönüşmüş bir halde yürümektedir. Bir de Kürdistan’da bu şekilde yürümektedir. Kürdistan’da yoğunlaşan savaş, dünya siyasetini belirliyor esas olarak. Yani sadece Türkiye siyasetini belirlemiyor. Türkiye’yi sarsıyor, dünya siyasetinde de çok önemli bir yeri var. Tüm dünya şu anda Avaşîn’deki, Zap’taki, Metîna’daki savaşı takip ediyor. Önümüzdeki günlerde NATO zirvesi var. Türkiye Rojava’ya saldırı yapmak istiyor, bunu ilan etti. Çeşitli argümanlar kullandı. NATO’nun genişleme stratejisini bu çerçevede kendisi açısından değerlendirmek istiyor. Mesela deniyor ki; şu anda tüm bu saldırılar ve planlar için Avaşîn, Zap ve Metîna’daki durum önem taşıyor. Eğer orada sonuç alır ve ilerleyebilirlerse akabinde diğer planlamalarını da devreye koyacaklar. O anlamıyla yürütülen tüm saldırılar ve savaş, uluslararası bir plana dayalıdır. Bu bizi ürkütmemelidir tabii. Mesela uluslararası komplo da bir uluslararası plandı ama boşa çıkarıldı. Uluslararası komplonun ulaşmak istediği hedefler vardı ama boşa çıkarıldı, engellendi. Büyük halk direnişiyle engellendi, Güneşimizi Karartamazsınız eylemleri çerçevesinde yüzlerce insanın fedai duruşuyla engellendi, gerillanın mücadelesiyle engellendi, yürütülen savunma savaşıyla engellendi. Şimdi de biz bu savaşı uluslararası komplonun güncellenme süreci olarak değerlendiriyoruz. Bu da aşılır. 1985’ten beri NATO bu savaşın içerisindedir. Biz NATO’ya karşı savaşıyoruz biçiminde değil, Türkiye NATO desteğiyle bize karşı savaşıyor. Eğer kendi başına olsaydı, bu savaşı bu kadar sürdüremezdi. Türkiye ile Kürdistan rahatlıkla kendi çözümüne ulaşabilirdi. Bu kadar dış müdahale olmasaydı rahatlıkla kendi çözümüne ulaşabilirdi. Türk egemen sınıfının karakteri, dayandıkları gerçeklik, var olma biçimleri buna izin vermiyor. Yani TC ulus devletinin kuruluşundan itibaren Türk egemen sınıfları işbirlikçi komprador bir biçimde şekillenmiş. Hatta ‘Türk ulus devletini’ yönetenlerin çoğu Türk bile olmamış. Bugün de öyledir. Başından itibaren bu böyledir. Şuna dikkat çekmek istiyorum; bunun yarattığı bir psikoloji var. Hiçbir Türk bu kadar milliyetçilik yapmaz yani. Devşirme olanlar kendilerini ispatlamak için daha fazla milliyetçidir. Ben Türkiye toplumunun içinde büyüdüm, Türkiye toplumunu çok iyi tanıyorum. Öyle –milliyetçi- değildir. Bu savaş, bu gerçekliklerle bağlantılıdır. Uluslararası bağlantıları da var.
Katiller sürüsü yaratılmış
Metîna’da, Avaşîn ve Zap’ta yürütülen bu savaş Türkiye’de deprem etkisi yaratıyor. Belirttiğiniz gibi gerçekten de kayıplarını vermiyorlar. Zaten bir katiller sürüsü yaratmışlar. Eskiden Türkiye toplumunda askerliğin bir karşılığı vardı. Kafalarını dolduran şeylerin önemli bir bölümü her ne kadar yalan şeyler olsa da askere giden bir genç ‘vatan savunması’na gidiyordu yani. Bir ahlaki karşılığı vardı yani. Evet soykırımcı-sömürgeci bir savaşa dahil oluyordu fakat bunu bilmeden yapıyordu. Ben kendim şahidim, mesela; 90’lı yıllarda Sinoplu, Samsunlu komşularımız vardı. Birlikte büyüdük onlarla. Askere gidip geldiler, gerçekten dengesi bozulanlar oldu yani. Kaldıramadılar Kürdistan’daki savaşı. Hep başka şeylerle kafaları doldurulduğu için karşılaştıkları gerçeklik onları alt üst etti. Çoğu bir daha iflah olmadı. Kafasını duvarlara vuranlar mı dersiniz, şiddet meyili artan mı dersiniz… Şimdiki durumda paralı askerlik katiller ordusudur. Düşünün, sadece para için insan öldürüyorlar. O yüzden AKP-MHP faşizminin bu ülkeye yaptığı en büyük ihanetlerden biri de budur; paranın esiri haline getirdi toplumu. Bugün Türkiye’de paranın teslim alamayacağı hiçbir değer kalmamıştır. Bu mudur ahlak, din, iman? Bu gerçekten de korkunç bir durumdur. O yüzden asker kayıplarını saklayabiliyor. Sözleşmelidir, para için yaşıyor, para için savaşıyor, ölüyor. Ona göre de istediği gibi servis ediyor. Ne zaman Türkiye’de bir histeriye ihtiyaç duyarlarsa, Kürtlere karşı bir savaş psikolojisi oluşmasını isterlerse veriyorlar savaş bilançosuna ilişkin kimi bilgileri. Bunun dışında vermiyorlar. Dikkat edilirse aslında çok ağır darbe aldıkları için gündeme de taşımıyorlar. Savaş gerçekten istedikleri gibi gitse, gerçekten alanı tutmuş olsalar böyle mi olurdu? İhtiyaç duydukları savaş atmosferini Yunanistan’la karşıtlaşma üzerinden oluşturmaya çalışıyorlar.
Gerilla onurlu yolu gösteriyor, moral güç sağlıyor
Düşman önemli bir darbe yedi fakat savaş devam ediyor. Kimse rahatlamamalı. Geçen programda da belirtmiştim; arkadaşlarla gurur duyuyoruz. Mutlak anlamda başarılı olacaklarına inanıyoruz. Şehit Bager arkadaşımız da dinlediğiniz son konuşmasında bunu ifade ediyor. Arkadaşlar da savaş cephelerinden verdikleri mesajlarında bu savaşın kazanılmış olduğunu vurguluyor. İnanıyoruz fakat halkımız bunun topyekûn bir saldırı olduğunun daha iyi farkına varabilmeli. Evet savaş Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da yoğunlaşıyor, düşman buralarda sonuç almak istiyor. YJA Star ve HPG gerillaları şahsında Kürdistan’daki özgürlük güçleri tasfiye edilmek isteniyor. PKK tasfiye edilmek isteniyor. Oradan İmralı soykırım sistemi sonuca ulaştırılmak isteniyor. Bu doğru ama esas hedef toplumun tasfiye edilip teslim alınmasıdır. O yüzden Kürt halkı her yerde mücadeleyi yükseltmek zorunda. ‘Şimdi değil, yarın’ gibi bir durumda değiliz yani. Gerçekten 2022-2023 yılı çok kritik bir mücadele yılı. Düşman bütün güçleriyle bunu düşünüyor. Bütün imkanlarını bu savaşı sonuca götürmek için ortaya koymuş durumda. Teşhir olmayı göze almış mesela. Türk devleti şu an teşhir oluyor. İşgalcidir. Yani bunu gizleyemiyor. En son Türk medyasında emekli bir albaydı yanlış hatırlamıyorsam, ”biz böyle de olamayız ki, her yerden işgalci görünüyoruz’’ dedi. Evet işgalciler yani. Operasyon da değil, gittiği yerde kalıyor. Efrîn’de öyle yaptı, Serêkaniyê’de öyle yaptı. Zaten Başûr’da üsleri vardı, şimdi daha kalıcı hale getiriyor. Oradan asıl hedef Kerkük ve Musul’a uzanmak. İşte Maxmûr’u, Şengal’i tasfiye etmek. Böyle kapsamlı bir yayılma planı var yani. Bunun için Türkiye toplumunu aç bırakıyor, her türlü baskı ve zulmü önüne alıyor. Yani canını dişine takmış, Kürtleri tasfiye etmek istiyor. Bundan ötesi yoktur. O yüzden şöyle bir şey olmasın; gerilla vuracak ve mücadele gerilla alanlarıyla sınırlı kalacak. Evet gerilla halk savunma gücü olarak her türlü saldırıya karşı savaşımını sürdürüyor, onurlu yolu gösteriyor, moral güç sağlıyor.
Herkes üzerine düşeni yapmalı
İçinde bulunduğumuz durum 90’lar gibi değil. Halkımızın bunu anlaması lazım. 90’lı yıllarda biz yıpratma savaşı yürütüyorduk. Parça parça yıpratma savaşı yürütüyorduk. Devrimci halk savaşı demokratik ulus inşasının yolunu açıyor. İki seçenek vardı bu hedefe ulaşmak için önümüzde; ya ilkeli bir uzlaşıya dayalı olarak siyasal yöntemlerle demokratik anayasal sürecin gelişmesi ve Kürt sorununun da bu şekilde çözümüydü. Bu denendi. Bunun için yapılmadık fedakarlık kalmadı. Gerilla geri çekilme yaptı, defalarca ateşkes yaptı, barış grupları gitti… Yani yapılmayan hiçbir şey kalmadı. Kürt toplumu tüm acısını içine gömerek elini uzattı. TC devletinin çoluğunu çocuğunu katletmesini bir tarafa koydu. Türkiye ve Kürdistan’da bir gelişme olsun diye bunu yaptı. B buna verilen yanıt soykırımcı sömürgeciliğin ‘Çöktürme Planı’ oldu. Tüm bu iyi niyet ve çabaları bir zayıflık olarak değerlendirirken kendisi açısından da bir fırsat olarak değerlendirmeye çalıştı. Sonuç bilindiği gibidir. Bunun temel sorumlusu da Erdoğan’dır. Hiç gidip Kürdistan’da “gidin şunların yakasına yapışın bu süreci bozdular diye” falan demesin. Yalan söylüyor. Bozan kendisidir. O direniş süreçleri yaşanmadan önce süreci İmralı’da bozdu. İmralı’da masa kurulmaya çalışılırken daha orda bozdu. Çünkü bunu planlamışlardı. Bu kadar net. Bu nedenle Kürt halkı varlık ve özgürlüğünü sağlayacaksa, geriye ikinci yol kalıyor. İkinci yol, devrimci halk savaşıyla, savaş gerçekliği içerisinde kendi ulusal demokratik haklarını elde etmesi ve inşa etmesi oluyor. Bu sadece belirli bir gücün sömürgeci soykırımcı güçlere karşı savaşı ve mücadelesi değil. Tüm toplumun var olan gücüyle örgütlenerek savaşın içerisinde yer alması demek. Yani bu konuda herkes üzerine düşeni yapabilmeli. Gerçekten tarih affetmez aksi takdirde.
Bir de toprağın altından seslenenlerimiz var. Kürdistan’da her mahallede, her sokakta, her dağda, her ağacın altında, her vadide, her akarsu yatağında şehitler var. Onların izleri var. Bizi rahat bırakmaz yani. Kendimizi affedemeyiz. Lanetliler arasına gireriz. O yüzden toplumumuz, Kürt toplumu Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da gerçekleşen devrimci halk savaşı çizgisini her yere taşımalıdır. Hiç kimse “benim imkanım yok, sorunum çok, zorlanıyorum vs’’ demesin. Gerilla mücadelesiyle bütünleşen bir duruş, halk direnişi gelişmeli. Gençlik ve kadın da buna öncülük etmeli.
Haziran, Kürdistan ve devrim tarihinde kadın öncülüğünün simgesi haline gelmiş büyük devrimcilerin şehadet ayı oluyor aynı zamanda. Zîlan (Zeynep Kınacı) ve Sema Yüce’nin bıraktığı mücadele mirası; YJA Star örgütlülüğünün ulaştığı öz savunma gücünde onların yeri ve anlamı nedir?
Kadın ordulaşmamızın 30. yılını yaşıyoruz. Tabii Kürdistan’da, Ortadoğu’da bir kadın ordusu olarak 30 yıldır mücadele etmek çok önemli. Ortadoğu’daki gericilik, kadına yönelik cinsiyetçi uygulamalar göz önüne getirildiğinde, hele hele Kürdistan toplumu gibi birçok bakımdan geri bırakılmış bir toplumsal yapıdan böyle dünya kadınlarına öncülük edecek bir kadın ordulaşmasının açığa çıkarılması çok büyük anlam ifade ediyor. Bunun Ortadoğu’ya çok büyük etkileri var. YPJ mesela bunun bir sonucu olarak açığa çıktı. Elbette bunu Önder Apo’nun emekleriyle sağlamıştır Kürt halkı. Heval Zîlan ve Heval Sema Yüce başta olmak üzere tüm kadın şehitlerimizin temel dayanağı, Önder Apo’nun yoldaşlığı olmuştur. Her iki önder kadromuz ve yoldaşımız açısından da eylemlerine esas yön veren duygu, Önderliğe yönelik saldırılarla ilgilidir. 1996’da Şam’daki patlama sonucunda Heval Zîlan bu saldırıyı çok derinden hissetmiş buna cevap olma arayışı içerisinde olmuştur. Heval Sema açısından da eğer mektubu dikkatlice okunursa 1998’de Önderlik çizgisine yönelik saldırı ve komployu hissederek buna verilecek bir cevap arıyor, kendi şahsında tüm Kürt kadınlarını mücadelenin içerisine çekmek istiyor. 8 Mart’tan 21 Mart’a köprü olmayı istiyorum, diyor. Yani kadınlar özgürlüğe o köprüden yürüsün istiyor.
Doğru gerillacılık çizgisi o esaslar üstüne oturdu
Zîlan arkadaş için ‘tanrıça kültürü’ dedi Önderlik. Neolitiğin çıkış yaptığı coğrafya olarak Kürdistan’da tanrıça kültürünün güncellenmesi nedir? Heval Zîlan, üzerinde durmak önemli çünkü bu konuda bir bilinç çarpıklığı vardır. Heval Zîlan neye karşı öfke duydu? Bir, soykırımcı sömürgeciliğe karşı öfke duydu. İki, mektubunda “emperyalizmin kadını köleleştiren saldırılarına karşı öfkemi ifade etmek istiyorum” dedi. Burada sadece soykırımcı sömürgecilik yok, kapitalist modernitenin açığa çıkardığı ‘köle kadın’ tiplemesine karşı tutum alma var. Yeni bir ölçü yaratıyor yani. Tanrıça kültürü böyle güncelleniyor Heval Zîlan şahsında. Tanrıça kültürü demek, özünde kadının etrafında gelişen yaşam demek. Yaşam ölçüleri demek. İşte Heval Zîlan Kürdistan’da kadınlardan başlayarak topluma ölçü koydu. Sevgi ölçüsünü koydu. Birlikte yaşama ölçüsünü koydu. Yaşam olacaksa nasıl olacak onun ölçüsünü koydu. Bir ilke kişiliğidir Heval Zîlan. O anlamıyla tanrıça kültürü güncellendi. Heval Zîlan için ifade etmek istediğim noktalardan birincisi bu. İkincisi, fedai eylem çizgisini açığa çıkardı Heval Zîlan. Ondan önce de Apocu militanlık hep fedai çizgisinde yürüdü aslında. 14 Temmuz eylemselliği öyledir mesela. Kendi hücrelerini fedai tarzda vermektir. Yani mücadelemiz ilk başladığı günden itibaren o çizgide gelişti fakat Heval Zîlan’a kadar bu tarz eylemsellikler yoktu. Bu anlamıyla yeni bir taktik açılım anlamına geldi Zîlan’ın eylemi; bir kişinin bir taburu ortadan kaldırması. Doğru gerillacılık çizgisi o esaslar üstüne oturdu.
Ondan önce savaş çizgimizde açığa çıkan sorunlarımız vardı. Bunların Önder Apo’nun çözümlemelerinde çok kapsamlı bir şekilde yer alıyor. Heval Zîlan gerçekliğinde şunu anlamamız lazım; bu fedai bir eylem olarak bir intihar değil. İntihar ayrı bir şey, fedailik ayrı bir şey. Onun için Önderlik bu eylem için ‘bir yaşam eylemi’ dedi. Bizim anlamamız gereken şey bu. Yani fedailik bir yaşam eylemi olarak anlam kazanıyor. Bir yaşam eylemi olarak fedailiğin gelişmesinde Heval Zîlan bir milattır. Aynı zamanda zirvedir. O yönüyle de bizim yürüttüğümüz savaş çizgisine de öncülük etmiştir. Zîlan öncesinde, kadının ordudaki yeri ne olacak, ne kadar güç getirecek, öncülük edecek mi edemeyecek mi gibi tartışmalar varken Zîlan sonrası bu ortadan kalkmıştır. Hem doğru kadınlık ölçüleri hem doğru erkeklik ölçüleri ortaya çıkmıştır. Hiçbir erkek Zîlan arkadaşın eyleminden sonra geleneksel erkekliği savunamamıştır, çünkü karşısında bir Zîlan gerçekliği vardır. Onun başaramadıklarını başaran, ona öncülük eden, yön veren, ilkeyi gösteren bir Zîlan gerçekliği vardır. Önderliğin tanrıça çözümlemeleri de ondan sonra yoğunlaşmıştır. Heval Zîlan’ın eylemi ilk gerçekleştiğinde Önderliğin yanındaydım. O ilk anda Önderliğin çok derinden bu eylemi hissettiğine tanıklık ettim. “Bir düşünün, bir kadın kendini saç tellerine kadar düşmanın da patlattı’’ diyordu. Akabinde şunu söyledi; “Zîlan bir tanedir’’.
Pratikte taklit ederek Zîlanlaşamazsınız. O bir ilkedir. Artık yaşayan Zîlanlar olmak lazım. yaşamda Zîlan çizgisini temsil etmek lazım. Başta PAJK’ta onu somutlaştırarak, bir yaşam anlayışı ve tarzı olarak devam ettiriyor Özgürlük Hareketimiz. Bugün Kürdistan’da kadın özgürlüğü, Zîlan ilkeleriyle gelişecek. Mesela sömürgecilerle beraber yaşamayacak. Soykırımcılığa karşı öfkesi net olacak. Özel savaş saldırıları kapsamında değerlendirmek durumunda kalıyoruz ya, elini düşmana vermeyecek mesela. Hiçbir genç kadın işgalciyle, kendi halkına zarar verenle bir araya gelmeyecek, öfke duyacak. Zîlan gerçekliğinin emri bu. Aldığımız emir budur. YJA Star güçlerini oluşturan kadın arkadaşlarımızın her biri, Zîlan çizgisinde derinleşen arkadaşlarımızdır. Her biri tanrıça kültürünün temsilcisidir.
YJA-STAR Zîlan çizgisini temsil ediyor
Önderlik, Heval Zîlan ile Heval Sema’yı değerlendirirken, Heval Zîlan’da daha teorik ve ilkesel bir çıkış varken Sema Yüce arkadaşta yaşamla daha fazla boğuşma ve pratikle daha fazla karşı karşıya gelme durumunun belirgin olduğunu belirtiyordu. Heval Sema bütün yaşam pratiğini bir eylem olarak ele alıyor. Yani yaşam, Heval Sema’da bir eylem alanıdır. Kendisiyle yürüttüğü savaş o kadar yoğundur ki, mesela “mübalağasız, kişiliğimde iki sistemin çarpıştığını duyumsuyorum” diyor. Başta kişiliğinde o devrimci savaşı sonuna kadar yürütüyor. En sonunda da “ben kendi sistemimde netleştiğim andayım’’ diyor.
Sistemdeki insanların haline bakalım; iki arada bir derededir. Ne istediği belli değildir. Ölçüleri belli değildir. Bu konuda gerçekten ciddi bir çözülme vardır yani. Kapitalist modernite eliyle anlamsız yaşam her yerde. İşte Heval Sema’da korkunç bir anlam mücadelesi vardır, bu mücadelede ısrar vardır. Kendini anlamlı hale getirme arayışı vardır. Başta Kürdistan’daki genç kadınlar olmak üzere, günümüzde ihtiyaç duyulan şey anlamdır. Yaşam sadece yemek içmek ya da cinsel güdülerin tatmini midir? İnsan yaşamı bu şekilde ele alınabilir mi? Bunlar gerçekten çok önemli sorular ve hem Heval Sema şahsında hem de tanrıçamız Heval Zîlan şahsında bunlara verilen çok kapsamlı cevaplar vardır. Mesela Heval Zîlan, eylemi için “Anlamlı bir yaşamın ve büyük bir eylemin sahibi olmak istiyorum’’ diyor. Anlamlı yaşamın eylemle ilişkisini kuruyor. Anlamlı yaşamak sadece bir şeyleri kendi içinde beslemek değil. Anlamlı yaşamın eylemle bağlantısı var. Bu çerçevede her iki arkadaşımızı saygıyla anıyorum. Onların mücadelelerinin de mücadelemizde sonuca gideceğini belirtmek istiyorum. YJA Star da 30. yılında bu çizgiyi pürüzsüz temsil eden bir konumdadır. Bunu da bu vesileyle tekrar belirtmek istiyorum.
Faşizmin yükselmesi, ki aynı zamanda yaşanan devlet krizinin derinleşmesidir, kadına dönük saldırılarla paralel gelişen bir süreci ifade ediyor birçok boyutuyla. Tüm yönelimlere karşı yürütülen kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de kadının durumu gerçekten vahimdir. AKP-MHP faşist sistemi gerçekten tam bir erkek egemenlikli sistemdir. Kadın düşmanıdır. Bunu tüm parametrelerde gözlemlemek mümkündür; toplumsal alandan siyasal alana, kültürel alandan askeri gerçekliğe kadar böyle bir kadın karşıtı durum var Türkiye’de. Faşizm sıkıştıkça, sonunun geldiğini gördükçe kadına daha fazla yüklenir. Bu diyalektik bir ilişkidir. Çünkü kadın demek, toplum demektir. Kadınsız toplum olmaz. Tamam, erkeksiz de toplum olmaz ama kadın toplumsal var oluşlarda daha başat bir öğedir. En basitinden bugün eleştirdiğimiz ailede bile, ki aile de bir toplumsal birimdir, kadın başattır. Kadın oluşturur toplumsal yaşamı kendi çevresinde ve kadın öncü olarak var oldukça da iktidarlar kendilerini rahat hissedemezler. Sürekli topluma karşı savaş halini sürdürmek zorundadırlar. Bu, kadına karşı savaş demektir. Kadının anacıl değerlerinin canlı olduğu toplumlar çok sert toplumlar olamazlar. Daha dayanışmacı, daha birbiriyle barışık ve vicdanlı… Bunlar Türkiye’de olsa, Türkiye siyasetine yansısa, böyle saldırılar olabilir mi?
AKP-MHP faşizminin son demleridir
AKP-MHP faşizminin son demleridir. Ona yaklaşılmıştır. Bu siyasal iklim ve savaş hali sürdükçe kadına dönük saldırılar da yoğunlaşarak sürecek. Hemen hemen her yer şiddet alanı. Şiddet, cinayet, saldırı, özellikle de devletin, emniyetin, içişleri bakanlığının dokunduğu yerlerde bu daha fazla böyledir. Mesela uzman çavuşların eşlerini öldürmesi… Bu tür olaylar çok yaygın. Bence son dönemde onların da üstü örtülüyor. Asker ölümlerinin gizlendiğini sordunuz siz, bunlar da gizleniyor. Çünkü teşhir oluyor ve artık toplum ürküyor bu durumdan. Artık savaşın Kürdistan’ın bir dağının başında değil de, kendi evinde, bir odasında olduğunu biliyor. Bu ürküttüğü için bir perdeleme yaygın olarak yapılıyor. En son çıkarılan basın yasasıyla da gerçeklerin daha fazla gizlendiği bir toplum yaratmak istiyorlar. Çünkü çöküş tüm parametrelerinde var. O nedenle kadına karşı şiddet en ağır dönemini yaşıyor Türkiye’de. Şiddet kavramı da az geliyor aslında, yaşananlar tam bir katliamı ifade etmektedir. Yapabiliyorlarsa kadını ruhen bağımlı kılmaya yöneliyorlar. Bunun yetmediği noktada ise şiddet devreye giriyor. İşte kadın katliamları oluyor. Pınar Gültekin davası o anlamıyla önemli. Türkiye kamuoyunun duyarlı olduğu bir dava oldu. Akıl almaz bir vahşet uygulandı Pınar Gültekin’e. İktidar kendi muhafazakar-İslami yaşam tarzına uymadığı için bu cinayeti haklı görüyor. İşte yapılan ‘tahrik indiriminin’ gerekçesi Pınar’ın yaşam tarzıdır.
Kadının kendi özgürlük ve bir araya gelme alanlarını oluşturması önemli
Türkiye ve Kürdistan’daki kadın hareketlerinin kadının içinde bulunduğu durumu sürekli gündemde tutmaları ve birleşik mücadele yürütmeleri gerekiyor bu duruma karşı. Kadınlar birçok konuda ayrışabilirler fakat kadının yaşamı ve özgürlüğü söz konusu olduğunda bir araya gelmeyi başarmalılar. Adına ‘Kürt sorunu’ denilen konuya çözümü kadınlar bulabilir ancak. Yani kadın aklının politik alan akmasıyla bu sorun çözülebilir. Birleştirici öge odur. Yoksa mevcut erkek aklıyla toplumlar birbirinden daha fazla uzaklaşmaya, ayrışmaya doğru gidiyor. Bu yönleriyle birlikte kadın özgürlüğü mücadelesi, Türkiye’nin en başat sorunlarından bir tanesidir. Bu nedenle bu mücadelenin stratejik düzeyde ele alınması gerekiyor.
Mevcut durumda baskı var ama diğer yandan da buradan görüldüğü kadarıyla kadın örgütlerinde de parçalılık var. Medya Savunma Alanları’ndan baktığım kadarıyla söylüyorum. Kendi gündemlerini oluşturarak bir araya gelme ve anti faşist cepheyi kadınlar olarak büyütme sorunları var, buradan görüldüğü kadarıyla. Kadın özgürlüğüne dayalı demokratik cephe örgütlenmeden cinayetlerin önünü alamazsınız.
Kadın devrimi bir siyasal devrim gibi ele alınamaz. Evet siyasal haklara ve siyasal devrime de ihtiyaç vardır. Yine medeni hukukta, anayasada kadının yerinin sağlama alınması önemlidir. Kağıt üzerinde bunlar sağlanmıştır belli oranda. Bütün bunlara rağmen saldırılar önlenemiyorsa kadın özgürlüğü konusuna daha köklü yaklaşmak gerekir. Kadının kendi özgürlük ve bir araya gelme alanlarını oluşturması önemli.
Kürt kadınına dönük de daha özel saldırılar var. Saldırı, Kürt kadınlara yönelik olunca yeterli duyarlılığı göstermeme durumu var. Bu konuda da bir ayrımcılık var. Bu yaklaşımı belediyelere atanan kayyum meselesinde de gördük. Kürdistan’da her yere atandı, tepki gelişmedi. Söz konusu Türkiye’de bir iki belediye olunca hemen herkes ayağa kalktı. Yani gerçekten bu kadar şovenizm olamaz, bu kadar adaletsizlik olamaz. Kürt kadınları açısından da bir çifte standart vardır. Kürt kadın siyasetçileri ve eylemcileri olunca gereken tepki yeterince gelişmiyor. Şimdi Saliha Aydeniz’e dönük bir yönelim var. Milletvekilliğinin düşürülmesi gündeme getirildi. Düşürebilirler, düşürdüler de bir sürü vekilin vekilliğini. Fakat bu insanlar halk önderi. Halk onları seçmiş. O yüzden mücadelelerini sürdüreceklerine ben inanıyorum. Sahip çıkmak lazım. Ortak mücadele yürütmek lazım. O Gemlik Yürüyüşü’nde polislerin tutumları çok çirkindi. Tahrik etmeler, hakaretler, saldırılar… Tüm bunlar gelinen düzeyi gösteriyor. Saliha Aydeniz kendisini savundu. Şu dayatılıyor; ben sana her şeyi yaparım ama sen bana karşılık veremezsin. O yüzden mücadeleyi sürdürmek lazım. Bu kadın siyasetçiler ve öncüler şahsında Kürt kadını cesaret alıyor, bilinçleniyor. Kadın siyasetçilerimizin bu bilinçle mücadeleyi büyütmeleri gerekiyor. mücadelelerinde başarılı olacaklarına da inanıyor, başarılar diliyorum.
Faşizme karşı kadın cephesinden mücadeleyi değerlendirdiniz. Şimdi de daha genel bir cepheden faşizme karşı yürütülecek toplumsal mücadeleyle ilgili soru var. Dışarıda Yunanistan üzerinden gerilim politikası yükseltmeye çalışırken, içeride kaos planları hazırlığında bulunan bir iktidar gerçekliği var. Özel savaş medyasının yazarları da yazılarında bunun emarelerini ortaya koyuyor. Tüm bu saldırı ve kaos yaratmaya dönük politikalara duyulan ihtiyacı neyle izah etmek gerekir?
Türkiye’de zaten bir iç-savaş yaşanıyor. Sanki yok da olacakmış gibi toplum sürekli bir tedirginlik, ürkme psikolojisi içerisinde tutulmak isteniyor. Bence esas mesele bu. Toplumu ürküterek, korkutarak, güç gösterisiyle kontrol altında tutma hedefleniyor bir yönüyle. AKP-MHP faşizminin siyaset üslubu da buna paraleldir. Bunu bilinçli yapıyorlar. Tamam karakterleri de öyledir; popülistler, iktidarcıdırlar vs… Fakat tüm bunlar kendilerini topluma güçlü yansıtma ve o gücün etrafında kitleyi toplamak içindir. Bunun gerçekleştirmek için kullandıkları bir araç da korkudur. Millet korkacak ki kendi etraflarında bir araya gelsin. Bu kaos tartışmalarını ben biraz böyle değerlendiriyorum. Böyle bir şeyi göze alır mı? Alır. Gerçekten gözünü para ve iktidar bürümüş. Bu nedenle yapılmak istenen şu; Türkiye toplumunu korkutmak, bu temelde gücün etrafında halkı bir araya getirecek bir strateji izlemek. Yapamazlarsa iç-savaşı da bir seçenek olarak elde tutmaları mümkündür. Kendilerini iktidarda tutacak bir iç-savaş provasıyla darbe yönetimi pozisyonu da kazanmak isteyebilirler. O yüzden dış-savaşı da kışkırtıyorlar. Yunanistan’la sürekli yeniden ısıtılan çatışma gündemleri bununla bağlantılı. Ortadoğu savaşının zaten içerisinde. Ortadoğu’daki savaşın örgütleyip yönetenlerinden birisi de TC devleti. Uluslararası planların hayata geçirilmesinde bir rol vermişler. Kuruluşundan itibaren böyle. Bu tarihsel bilgileri asla unutmamak lazım. NATO’nun cephaneliği gibidir bölgede. Halen İncirlik’te ne olup bittiğini bilmiyoruz. Belki de nükleer silah dolu orası!
Şöyle bir gerçeklik vardır; Irak’ta, Suriye’de, son olarak da Ukrayna’da görüldüğü üzere sınırlar değişiyor, bölge devletleri eski sınırlarından ve hakimiyet alanlarından uzaktırlar. Bu ortamdan faydalanarak hak iddia etme durumunu yeniden gündeme getirdi TC devleti ve faşist AKP-MHP iktidarı. Şimdi Misak-ı Milli çerçevesinde Türkiye, Musul-Kerkük’ten Efrîn’e kadar olan hatta hak iddia ediyor. Hatta Halep’e kadar uzanmak istiyor. “Lozan’da oyuna getirildik, buralar bizim hakkımız, zaten Suriye devleti buraları koruyamıyor ve kuzeyde bir Kürt devleti oluşumu var, bu bizim bekamız için tehlikelidir, Irak’ta da Türkmenler var, Musul bize bağlıydı zaten orada da şimdi savaş var, onun için buraları ben kontrol etmek istiyorum’’ diyor, iddiası bu. Kapitalist sistem buna çözüm üretemiyor tabii, bunu bilmek lazım. Kimi çevreler ulus devletin dönemi geçti diye değerlendiriyor. Aslında tam öyle değil. Stratejik bölgelerde kontrol edilemeyecek kadar büyük devletlerden ziyade küçük ve kontrol edilmesi kolay devletler isteniyor olabilir ama ulus devlet mekanizması da varlığını koruyor yani.
Türkiye bu durumdan faydalanmak istiyor tabii. 2022-2023 bu yüzden önemli. Lozan’ın 100. yılına giderken TC sınırlarını genişletmek istiyor, bu bir. AKP-MHP faşizmi iktidarda kalmayı buna dayandırmayı istiyor, bu iki. Sınırları büyüttükten sonra da İslamcı esaslara dayalı olarak 2. Cumhuriyet inşasına girişmek istiyorlar. Buna ne kadar ulaşabilirler, dünya dengeleri buna ne kadar izin verir; TC’nin jeopolitik avantajları var ama dezavantajları da çok fazla. İstekleri olabilir ama her istediğini alacak değildir. Şunu belirtmek gerekiyor; bu tür dönemler devrim dönemleridir, yenilik dönemleridir. Bu tür süreçlerden sadece egemenler değil, halklar da büyük kazanabilir. 1917 Ekim Devrimi mesela öyle bir süreçte gerçekleşti. Evet toplumsal trajedileri çok olan bir süreç, acıları, kayıpları çok fazla olan bir süreç. Mesela milyonlarca insan göç yolunda. İnsanlar yerinden yurdundan ediliyor. Vatansızlaştırma çok ciddi bir sorun. Acısı çoktur. Yalnız şunu da görmek gerekir ki; en büyük acılardan da en büyük güzellikler çıkar. Bu diyalektik bir şeydir. O yüzden mücadele etmek, mücadele ederek kazanacağını bilmek, önümüzdeki fırsatları görmek temel görevimiz oluyor. Kürt halkının, kendisiyle birlikte bölge halklarını da harekete geçirecek potansiyeli vardır. Bu siyasal konjonktüre toplamda bakıldığında, Kürt halkının kazanma ihtimali çok yüksektir. Varlığını mücadeleyle kazandığı için nihai zaferin ne kadar sürede gerçekleşeceği meselesi tartışmalıdır. Eğer biz bugünün görevlerine sahip çıkmaz, yerine getirmezsek bu süreç uzar. Bir 20 yıl, 50 yıl daha savaşmak zorunda kalırız. Görevlerimizi yerine getirir, gereken fedakarlıkları gerçekleştirirsek bu süreç kısalır ve aslında hak edilen özgür Kürdistan, özgür Önderlik, özgür toplum açığa çıkar.
Devrimci Gençlik Hareketi’nin eylemlerini selamlıyorum
Bu kapsamda tüm toplumsal kesimler üzerine görevler düşüyor. Gençliğe önemli görevler düşüyor. Bu arada DGH’nin (Devrimci Gençlik Hareketi) Bakurê Kurdistan’daki eylemlerini selamlıyorum. Belli, bir süreden sonra sistematik bir eylem açığa çıkardılar. Bunu sürdürmeleri gerektiğini ifade etmek istiyorum. Toplumsal alanda vurucu güç olarak gençlik devrimci halk savaşına öncülük edecektir. Halk düşmanlarını gençlik zorlayacaktır. Kürdistan gençliğinin o gücü de vardır. Yeter ki kendi öz sorunlarına odaklanabilsin. Her Kürt genci kendi inisiyatifiyle bir şeyler yapabilir mesela. Hiç öyle birileri tarafından örgütlenmeyi beklemelerine de gerek yoktur gelinen aşamada. Gelip toplum içine sızmış bir sürü düşman unsuru var zaten, ortalık bunlarla kaynıyor. Polisi, ajanı, MİT’i, siyasetçiyim diye gelip halkın sömürgeleştirilmesine işbirlikçilik yapan kişilikleri, yine bunların yerleri, işyerleri var… Türkiye’nin metropolleri var. Yerinde kalmamalı Kürdistan gençliği. Hele ki Bakur gençliği. Tutuklama, gözaltı olabilir ama zaten diğer türlü de oluyor. Zaten OHAL yasaları hala uygulamadadır. Kürdistan’da herkesi bir kere zindana koymayı hedeflediklerini düşünüyorum ben. Yani gözaltı, tutuklama günlük olaylar haline gelmiş. Hem o bireyi kayıt altına almış oluyor, hem gözdağı vermiş oluyor. Yani her halükarda alıyorlar. En azından buradan düşman bilincine ulaşıp bu kutsal mücadelenin bir parçası haline getirelim kendimizi. Mücadeleyi geliştirip özgür yaşama daha yakın durur hale getirelim kendimizi. Gençlikten beklentimiz bu çerçevededir. Bu belirtilen görevlerle birlikte gençlik her alanda kendini hissettirebilmelidir, her alanda temsil gücüne ulaşabilmeli, kendini yetiştirebilmelidir. En azından kendinden önceki kuşak kadar politik sorunlara sahip çıkan bir tutumu olabilmelidir.