HABER MERKEZİ – Özgür Kadın Hareketi’nin (Tevgera Jinên Azad-TJA) başlattığı Jin Jiyan, Azadî ile Özgürlüğe Yürüyoruz kampanyasını da selamlayan Hêlîn Ümit, kampanyanın Kürt kadınının 21. yüzyıl için biçtiği stratejiye uygun olduğunu söyledi. Kampanyanın başarısı için çok yönlü çalışmak gerektiğine işaret eden Ümit, “Öyle olmalı ki; Kurdistan’daki kadın değerlerine dönük hiçbir uygulama, saldırı, yönelim cevapsız kalmamalı” dedi.
Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programa katılan PKK Merkez Komitesi Üyesi Hêlîn Ümit, tecrit, Kürt Kadın Hareketi’nin başlattığı kampanya, Türk devlet faşizminin Kurdistan Özgürlük Gerillasına ve halka yönelik yürüttüğü savaş, kirli savaşta KDP’nin ortaklığı ve demokratik siyaset başlıklarını değerlendirdi.
Ümit’in değerlendirmelerinin tamamı şöyle:
Tecrit kavramı aslında Önder Apo’ya dönük uygulamaları tanımlamaya yetmiyor. Kürt halkı, Önderlik gerçekliği, mücadele güçleri bunun çok çok ötesinde bir durumla karşı karşıya.
Biliyorsunuz, tecrit kavramı bir soyutlamayı ifade ediyor. Soyutlanan, dışında bırakılan, ayrı tutulan anlamına geliyor. Fakat İmralı soykırım ve işkence merkezinde aslında bütün bunları aşan bir politika yürürlükte.
Önderlik, İmralı’daki durumunu anlatmak için, tanımlamak için, yaşananların daha iyi anlaşılması için geçmiş dönemde bazı kavramlar kullandı. Mesela “Ben burada herhangi bir tutuklu/hükümlü değilim” dedi. “Türk soykırım sisteminin elinde bir rehine statüsünde tutuluyoruz” dedi. Yine İmralı gerçekliğini tanımlarken İmralı tabutluğu kavramını kullandı. İşte komplonun gerçekleştiği günlerde çarmıh sistemi olarak sıklıkla tanımladığı İmralı’daki gerçekliği ve bu kavramlar üzerinde çok daha fazla durmak ve anlamak gerekli.
İMRALI SOYKIRIM SİSTEMİNİ HİSSETMEK
Neden böyle? Çünkü gerçekten İmralı soykırım sistemiyle birlikte bir dayatılan imha gerçekliği var. Aslında Kürt halkının özgürlük mücadelesi, Önderlik şahsında tasfiye edilmek isteniyor. Bir imha politikası var. Soykırım politikası o anlamıyla sürdürülüyor. Bunu devlet yetkilileri çeşitli zamanlarda çeşitli biçimlerde dile getirdiler. “Asla çıkamaz” dediler. “Biz onu bir kere değil, her gün imha ediyoruz, asıyoruz” dediler. Mutlak tecrit sistemi dediğimiz ya da İmralı soykırım sistemi olarak tanımlamaya çalıştığımız gerçekliğin kapsadığı olgunun bir boyutu bu oluyor.
Diğeri çarmıh sistemi dedik. Çarmıh nedir? Çarmıhı halklar, en en fazla Hazreti İsa gerçekliğinden biliyor; elini ayaklarını çivileyerek asmak. Aslında hiçbir şey yapamaz hale getirmek ve bunu acılı bir sürece çevirmek. Zamana yayılmış ölümdür bu. Bir de işkenceli bir ölümdür. Önderliğin çarmıh sistemi olarak ifade etmek istediği olgu da bu.
Bir de rehinelik statüsü var. Bu da araçsallaştırmayı ifade ediyor. İmralı soykırım sistemi, böyle üç ayaklı bir hedef üzerinden sürdürülüyor, ağırlaştırılarak sürdürülüyor. Bir yönü imha etmek, bir yönü işkence etmek, bir yönü de araçsallaştırarak kullanmak.
Ne kadar anlam versek de yetmez. İmralı soykırım sistemini ne kadar hissedersek o kadar hakikatine varabiliriz. Zindana alınan her kişi belli oranda toplumdan tecrit ediliyor, soyutlanıp koparılıyor. Sisteme yeniden hazır hale getirmek için bir terbiye aslında. Zindanlar, hapishaneler bunun için yapılmış. Ama burada, İmralı soykırım rejimi içersinde gerçekleşen başka bir olay var.
Kürt halkı, kadınlar, gençler her geçen gün bu durumum çok daha fazla farkına varıyorlar. Geçmişe oranla kıyasladığımızda İmralı soykırım rejimini normal gören yok. Ya da bunun herhangi bir hukuki ya da yasal süreç olmadığını herkes daha iyi anlıyor.
Bize şey çok soruluyor; İmralı’da neler oluyor, acaba İmralı’daki yaşam nasıl, Önderlik hangi şartlarda kalıyor diye. Halk, Önderlik söz konusu olduğunda diken üstündedir. Bunun için de her fırsatta her türlü eylemselliği geliştirmekten çekinmiyor. Baskıya, zora, zulme rağmen Kürt halkı, yurtdışından Kurdistan’ın dört parçasına kadar her yerde Önderlik için bir şekilde eylemde. Herkes merak ediyor, biz de öyle.
HER ŞEYİNİ HALKININ VARLIK MÜCADELESİNE ADAMIŞ BİR ÖNDERLİK
İmralı soykırım rejimini anlamak, İmralı’da neler olduğunu anlamak isteyenler, içinde bulundukları siyasal, askeri, toplumsal ortama bakmalı. İmralı çok ayrı, dışarısı çok ayrı diye bir durum yoktur. Bu da her geçen gün çok daha iyi anlaşılıyor. İmralı’da süren uygulamalar, politikalar, soykırım politikaları doğrudan halka, kadınlara, gençlere, demokrasi güçlerine dönük politikaya dönüşüyor. Biz varlığını Kürt halkının varlığına adayan, bir önderlik gerçekliğinden bahsediyoruz. Mesela diğer halkların tarihlerinde de önderler, siyasal/askeri öncülükler var. Ama Kurdistan’da gerçekleşen önderlik gerçekliği ideolojik, duygusal, siyasal, toplumsal anlamıyla daha komple, hem de her hücresine kadar yaşamının her anını Kürt halkının varlık mücadelesine adamış bir önderlik gerçekliğinden bahsediyoruz. Ben Önderliğin yaşamına tanıklık etmiş birisi olarak da bunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Nefes alışverişinden yiyişine, uykusundan yürüyüşüne, herhangi bir sosyal aktivitesinden, en basit yaşam ihtiyacına kadar her şeyini Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesinin gelişimine adamış, kendisi bir halk olan bir Önderlik gerçekliğinden bahsediyoruz. Bunun için de Önderlik, “Ben de toplumsal gerçekliği, mahkumiyeti yaşıyorum” dedi. Yaşadıklarının toplumsal gerçeklile bağlantısının olduğunu söylüyor. Eğer Kürt halkı soykırımdan geçiriyorsa, Önder Apo’ya da soykırım saldırıları olacaktır. Kürt halkına sömürgecilik dayatılıyorsa Önder Apo’ya da sömürgeci saldırılar olacaktır. Kürt halkına iyi niyetli bir yaklaşım varsa, bu doğrudan Önder Apo’ya yaklaşıma da dönüşecektir. Önderlik gerçekliğinde böyle bir özdeşleşme vardır.
Önderlik bir görüşme esnasında şunu söylemişti; “Benim için kampanyalar düzenliyorsunuz, özgürlük hamleleri düzenliyorsunuz. Fakat sizin durumunuz benimkinden daha kötü. Çünkü nasıl bir pozisyonda olduğunuzu bilmiyorsunuz, nasıl bir soykırım saldırısı altında olduğunuzu bilmiyorsunuz. Ne yaşadığınızı bilmiyorsunuz. O yüzden de o saldırıları bir kader gibi karşılıyorsunuz, yaşıyorsunuz bu yüzden.” Önder Apo kendisi için bir şeyler yapılmasını isteyen herkese dedi ki; “Önce kendiniz için bir şeyler yapın.”
İçinde bulunduğumuz dönemde mücadelemizin merkezinde Önder Apo olmalı. Ne yapıyorsak Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve için yapmalıyız ve İmralı soykırım sistemini parçalamalıyız. Bunun için gerçekten varımızı yoğumuzu ortaya koymalıyız. Ama bilmeliyiz ki, aslında yaptığımız şey kendimiz içindir. Herkesten ve her şeyden daha fazla Kürt halkının, kadınların, gençlerin buna ihtiyacı vardır. O anlamıyla bizim de Önder Apo’nun özgürlüğüyle kendi yaşamımızdaki durumları özdeşleştirmemiz çok önemli. Yoksa bedel ödeyebilirler, fedakarlık yapabilirler, çabalayabilirler, iyi niyetli olabilirler fakat soykırım kıskacından kurtulamazlar. Bu öyle bir kıskaç ki; uluslararası ayağı var, bölgesel ayağı var. Kürt hainleri, işbirlikçileri ayağı var. Özgür Kürtlük, Kürtler adına varlık ve özgürlük savaşı vermek, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için daha fazla mücadele etmek, bunun için de İmralı soykırım sistemini daha fazla bilince çıkarmak ve bilince çıkardığımız ölçüde de buna karşı mücadele etmek gerekiyor.
İMRALI REJİMİNİN KÜRT HALKINA YANSIMALARI
Israrla şunu vurguluyoruz; Kürt halkı, kadınlar, gençler, emekçiler, ezilenler her geçen gün çok daha fazla İmralı soykırım sisteminin farkına varıyor. Niye? Çünkü herkes şunu çok çarpıcı bir şekilde gördü. Ne zaman ki İmralı’da kapılar daha sıkı kapatılır, Önder Apo’dan haber alınamaz hale geldi; Kurdistan’da kopkoyu bir faşizm, dört başı mamur bir faşizm çok daha görünür hale geldi, daha saldırganlaştı.
İmralı soykırım sistemi dört parça Kurdistan’da her yere taşınmak isteniyor. Kürt katliamları devam ediyor. Bir gün söyleyin ki Kürtlere dönük saldırı olmasın, Kürtler bir yerde katledilmesin. Kurdistan’da hemen hemen her gün çeşitli bahanelerle Kürtlerin katledilmesi devam ediyor. Aslında Kürtler için yaşam yok edilmek isteniyor.
Belki konumuz değil yaşamı tanımlamak, o yüzden çok girmeyeceğim. Ama neredeyse Kurdistan’da her adımda bir ölüm çukuru oluşturulmuş. Kürtler bu ölüm çukurlarında boğulmak isteniyor. Mesela zindanlar bir ölüm çukuru. Mesela yoksulluk, işsizlik ya da ucuz iş gücü haline getirilmek, en tortu işlerde çalıştırılmak… Özel savaşın kültürel yapıları, kurumları… Hepsi ölüm çukuru. Kürt gençlerini bu çukurlara atıp atıp duruyorlar. O anlamıyla İmralı nasıl ki bir tabutluk rejimi ise, Kürtler için de dışarısı böyle ölüm alanlarıdır.
Yaşamı tanımladığımızda göreceğiz ki her varlık kimliği ile var. Hele söz konusu insansa, toplumsal yaşamdan bahsediyorsak, kimliksiz yaşam yoktur. Bu, tüm topluluklar açısından geçerli. Bir topluluğun kimliğini, onu var eden değerleri alırsanız öldürmüş, ortadan kaldırmış olursunuz. Şu anda İmralı soykırım rejiminin Kurdistan coğrafyasına, Kurdistan’ın sosyal yaşamına yansıması bu şekilde oluyor. Oradaki sistemi getirip Kurdistan’da bu şekilde ayakta tutmaya çalışıyorlar. Bu şekilde bir pratikle bitirmek istiyorlar. Bu anlamıyla gerçekten İmralı soykırım sisteminin Kürt toplumuna böyle yansımaları var.
TÜRKİYE TOPLUMU ZEHİRLENMİŞ
Uluslararası komplo gerçekleştiğinde Önder Apo şunu da söyledi. “Bu komplo Kürt halkına olduğu kadar Türkiye halkına dönük bir komplodur. Türkiye halkının geleceği karartılmak, güçlenmesinin önüne geçilmek istenmektedir.” O çözüm süreçlerinden sonra bunların hepsi bir darbe mekaniği ile, Türk özel savaş sisteminin içerisindeki Gladyo merkezlerinin harekete geçmesiyle birlikte, bu savaşı bu şekilde örgütleyen, yürüten, yöneten gücün asla Türkiye halklarının kaderini düşünmediği ortaya çıktı. Özellikle de Türk halkı açısından. Bakın, günümüzde Türk toplumu bu devleti kendisi sanıyor. Zaten ulus devletin en temel yalanı da, ulusla devletin özdeşleştirilmesi oluyor. Öyle bir şey kurmuşlar ki; devlet bir avuç zenginin, bir avuç oligarşik yapının elinde. Bunlar tüm zenginlikler üzerinde hak iddia edip gasp ederken toplum bunun kendisi için olduğunu sanıyor. Türkiye toplumu bu şekilde zehirlenmiş. Türkiye toplumu sanıyor ki devlet zenginleştikçe kendisi zenginleşecek. Böyle bir durum yok, olamaz. Ve bu savaş da, İmralı soykırım sistemi de aslında bir avuç Türk elitinin savaşı ve sistemidir. Bunların ne kadar Türk oldukları da tartışmalıdır. Kuruluşundan beri böyle. Kendisine öyle söyleyenlerin bahçesi haline getirilmiş toplumsal olan.
Devlet her yerde bir gasp aracı ama Türkiye ve Kurdistan’da Kürtlere karşı yürütülen savaşı da bahane yaparak Türk halkını ekonomik olarak kriz batağına saplamış durumda. Fakat keşke sadece bununla sınırlı kalsa. Keşke sadece ekonomik olarak yoksullukla sınırlı olsa. Daha ağırı ahlaki olarak çökertiyor. Türkiye toplumunu Kürt halkının varlık savaşımına karşı kışkırtmak için o kadar kirli oyunlarla karşı karşıya ki! Bu halk binlerce yıldır bu coğrafyada birlikte yaşıyor. Neredeyse Türk’ten geriye hiçbir şeyin kalmadığını görüyoruz.
SAVAŞ TÜRKİYE TOPLUMUNU DA DEVLETİ DE ÇÖKERTTİ
Mesela mülteci sorunu. Suriye’den savaş nedeniyle zorunluluktan dolayı göç ettirilmiş insanların durumuna baktığımızda da bunu görüyoruz. Bu, günümüzde Türkiye’de en temel gündemlerden bir tanesi. Diğer yerlerden gelen halklara dönük ırkçılığın temeli de, Türkiye halklarının birlikte yaşam projesi olması gereken demokratik cumhuriyet çıkışına dönük komplocu tutumdan geliyor. Komplo, cumhuriyetin demokratikleşmemesi için devam ediyor, sürdürülüyor. İmralı soykırım sistemi de bunun adı oluyor.
Kürt halkının varlık ve özgürlük mücadelesine karşı yürütülen savaş, ekonomik olarak Türkiye toplumunu çökertti, devleti de çökertti. Aslında devlet borçlu. Fakat onun da ötesinde Türk toplumu borçlu, Türkiye halkları borçlu. Bugün devlete borçlu olmayan kişi herhalde yok gibi. AKP’nin en temel politikalarından biri, iktidara geldiğinde mikro kredilerle toplumu kendisini bağlama stratejisidir. Bunda da önemli bir aşama kaydetti. Şimdi Türkiye’de herkes borçludur.
Biliyorsunuz, hep kadınlar için hep şunu söylerler; kadınlar eğer eşit ve özgür bir koşula ulaşmak istiyorlarsa, ekonomik olarak bağımsızlıklarını kazanmaları gerekir ki iradeli olabilsinler, kendi yaşam tercihlerini ortaya koyabilsinler. Bu durum, Türkiye toplumu açısından kocasına bağlanmış bir karı gibi bir devlet toplum ilişkisi yaratıldı. Fakat bu çok çirkin bir ilişki. Böyle bir ilişkiye mahkum edilmiş toplum asla iradeli olamaz, asla demokratik bir çıkış yapamaz. Asla kendisi için, toplumsallığı için bir gelişme kat edemez. Çünkü zaten iktidar tarafından, sermaye güçleri tarafından teslim alınmıştır; ona göre olmak durumundadır. Karılık, sosyal bir tanımlama, yanlış anlaşılmasın. Bir cinsiyetçi tanımlamadan bahsetmiyorum. İradesi elinden alınmış, teslim alınmış köle kadın anlamında kullanıyorum. Bir toplumun böyle iradesizleştirilmesi, her şeyiyle iktidara göre olur hale getirilmesi gerçekten büyük bir düşkünlüktür.
Türkiye toplumu da İmralı soykırım sisteminin etkilerini bu şekilde iradesizleşme, teslim alınma ve elinde varsa biraz özgürlük ve demokrasi değerleri bunları da kaybetme olarak yaşadı, yaşıyor.
TÜRKİYELİLER DAHA FAZLA ÖNDER APO’YA SAHİP ÇIKMALI
Türkiyeli aydınların, sanatçıların, vicdanlı insanların, işçilerin, emekçilerin çok daha fazla Önder Apo’yu anlamaları ve sahip çıkmaları gerekiyor. Buna Kürt halkından daha fazla ihtiyaçları olduğunu söyleyebilirim. Çünkü Kürt halkı yetersiz de olsa Önder Apo’nun kendileri açısından ne olduğunu biliyor, en azından hissediyor. Şu son 50 yılda önemli bir politik bilinçlenmeye açığa çıkardı. Kürtlerin en politik halk olduğunu dünya kabul ediyor. Nerede ne yapması gerektiğini biliyor. Devlete de, topluma da ders vermeyi biliyor. Böyle bir Kürt halk gerçekliği var ama Türkiye halkı milliyetçilikle, ırkçılıkla zehirlenmiş ve elinde avucunda son kalanları da artık kaybetmek üzere.
ÖNDER APO’NUN ESARETİNİ ULUSLARARASI GÜÇLERE DAYATAN KDP’DİR
İmralı soykırım rejimini anlamaya, çözümlemeye çalışırken Kürt işbirlikçi kesimin durumunu da iyi anlamak lazım. Kürtlerde işbirlikçi kesimin tarihte nasıl rol oynadığı, neler yaptığı, son 100 yıllık süreç içersinde kimlerin bu şekilde rol oynamak istediğini ve nasıl öne çıktığını başlık başlık tartışmak lazım. Çünkü bir kafa karışıklığı var.
Kurdistan’da Kürt halkının varlığı, özgürlüğü ve kimliği için ne zaman bir hareketlenme gelişmişse onu kontrol etmeye çalışan güçler olmuş ve bunlar ağırlıkta Kürtlerin içerisinden devşirilen kesimler tarafından olmuş. Son yüz yıla damgasını vuran, KDP gerçekliğidir. Bu konuda en uğursuz rolü KDP oynadı. KDP olmasaydı 100 yıllık cumhuriyet tarihi böyle olmazdı. Kürtlerin ayrı devleti olurdu demiyorum, Tarihi Kürt-Türk ittifakının devam etmesi gerektiğine ve edeceğine de inanıyorum çünkü bu coğrafyada diyalektiğin böyle kurulduğunu belirtebilirim. Fakat KDP öyle uğursuz bir rol oynadı ki, Hareketimizin çıkışından, Haki Karer arkadaşın şehadetinden başlayarak onlarca arkadaşımızı katlettiler. 15 Ağustos Hamlesi’nin gelişmemesi için çok yoğun bir çaba sarf ettiler; bunların hepsi belgeli, tanımlanmış, ifadeye kavuşmuş. Bunların bilinmesi lazım. Düşünün; Kuzey Kurdistan’da Kürtlük kalmayacak noktaya gelmiş, mezar sessizliği var, bir umut doğmuş, o umudu engellemek için başından itibaren KDP, Barzani Ailesi rol oynamak istedi. Şu kesindir; uluslararası güçlere de, Türk devlet güçlerine de Önder Apo’nun esaretini olmazsa olmaz bir gereklilik olarak dayatan güç, KDP’dir. Bunu Washington anlaşmasında yaptılar. Daha kim bilir daha ne kirli anlaşmaları var. Önder Apo’nun İmralı soykırım sistemine alınması ve üzerinde mutlak tecridin geliştirilmesi için çaba gösteren birinci güç, KDP’dir. KDP, Kurdistan’da özgürlük mücadeleleri gelişmesin diye bırakılan bir güç. Rolü budur. PKK’den önce de Sait Kırmızıtoprak’ın katledilmesinde rolü olan bir yapıdan bahsediyoruz.
İHANETE KARŞI ÇIKILIRSA BAŞÛR’DAKİ STATÜ DE KORUNUR
KDP/Barzani zihniyetini tarihe gömmemiz gerekli. Kürtlük adına gelişmeyi engelliyor. Şöyle iyi niyetli bir yaklaşım var; o da Kürt gücüdür, o da varlık göstermeli şeklinde. Soykırım eşiğinde olan bir halktan bahsediyoruz, içinde farklılıklar olabilir. Elbette başka güçler olmalıdır. Ama bu kadar kendi varlığına, kendi kimliğine, kendi halkına, kendi değerlerine bu kadar düşmanlık, bunları bu kadar pazarlama, bunlar üzerinden varolmaya çalışma… Yazıklar olsun! İnsan ancak bunu söyleyebilir. Bu anlamıyla tüm Kürtlere, Kürt halkına, Kürt halkı için mücadele etmek isteyen, iyi niyet taşıyan herkese; sanatçılara, aydınlara, Kürt aydınlarına söylüyorum. Barzani ailesi şahsında Kurdistan’daki mücadeleye dönük gelişen ihanete mutlaka karşı çıkmalılar. Bu olursa çok şey değişir. Bu olursa Başûr’daki statü de korunur, Rojava’daki devrim de korunur. Uluslararası sistem içerisinde Kürtlerin bir yeri de olur. Bunu engelleyen KDP’dir.
KADIN HAREKETİNİN BAŞLATTIĞI KAMPANYA 21. YÜZYIL STRATEJİSİNE UYGUNDUR
Jin Jiyan, Azadî ile Özgürlüğe Yürüyoruz kampanyasını selamlıyorum, başarılar diliyorum. Başaracaklarına olan inancımı da belirtmek istiyorum. Kurdistan’daki özgürlük mücadelesinin en temel dinamiği kadınlar. Bu anlamıyla Kuzey Kurdistan’daki kadın hareketinin böyle bir kararı almış olması, içinden geçtiğimiz kritik dönemde oldukça anlamlıdır.
Kurdistan’daki kadın hareketi hiç durmadı. Son 30-40 yıla damgasını vuran ve giderek yükselişe geçen, coğrafyayı tümden etkileyen bir kadın hareketi söz konusu. Bunun bir sonucu Rojava Devrimi oldu, bir ayağı Rojhilat’ta Jîna Emînî ile başlayan büyük bir serhildan oldu. Bakurê Kurdistan’daki demokratik dönüşüm, toplumsal dönüşüm, Kürt toplumunun demokratik ulus haline gelmesi, bir bütün olarak kadın özgürlüğü temelinde gelişti. Demokratik ulus devrimi bir kadın devrimidir. Demokratik uluslaşma, kadın özgürlüğüne dayalı olarak gelişecek bir devrimci gelişmedir, bir dönüşümdür. Bu anlamda alınan karar, Kürt kadınının 21. yüzyıl için biçtiği stratejiye uygundur. Biz dedik ki 21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak. Bu bir niyet değil. Sadece gönlümüzden geçtiği için böyle olmasını istiyoruz gibi değil. Bu tespit, her şeyden önce tarihsel toplumun çözümlemesine dayalı olarak ulaştığımız bir sonuç. Kadın, mevcut statüsüyle artık uygarlık sistemini taşıyamıyor. Kadınlar, üzerlerine yıkılan bu yükü kaldıramıyor. Öyle bir şey düşünün ki, mesela 19’uncu ve 20’nci yüzyılda sınıf hareketleri vardı, işçi hareketleri vardı, buna dayalı tüm toplumsal değişim ve dönüşüm hareketlerinin içerisinde elbette kadınlar da vardı. Fakat gittikçe kadın gerçekliği daha fazla anlaşıldı ve şu görüldü. Tüm sömürü düzenleri kadının mülkiyet haline getirilmesine dayalı olarak gelişiyor. Tüm sömürü sistemlerinin merkezinde kadının köleliği yatıyor. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez, yaşam özgürleşemez. Jin jiyan azadî sihirli formülü, işte bunu ifade ediyor. Bu anlamıyla böyle bir sloganla mevcut sürece müdahil olmak, mevcut siyasete, toplumsal duruma, kültürel saldırılara karşı mücadele etmek hem yerindedir, hem anlamlıdır hem de esas olarak sonuç alacak hareketlenmeyi ifade ediyor.
Özelde Kürt kadını, İmralı soykırım sistemi ağırlaştıkça şunu çok daha iyi gördü; Önder Apo’ya dönük saldırılar ne kadar fazlaysa kadına dönük saldırılar da o kadar fazladır. Önderlikten haber alamadığı, Önderlik ile ilişkide olamadığı her dönemde kadınların mevcut statüsünde gerileme yaşanmıştır. İmralı soykırım sistemine dayalı olarak Türkiye’deki faşist rejim, AKP-MHP faşizmi sadece Kürt kadınına da değil Türkiye’deki tüm kadın kesimine dönük bir savaş başlattı. Kadınlar şu anda çok ağır saldırı altındalar. Hemen hemen her gün cinayet var, kadın katliamları, taciz, tecavüz var. Kadının nesneleştirilmesi, kadının iktidara, iktidar güçlerine erkek egemen sistemine sunumu bir kültür haline getirilmek istendi.
Türkiye’de eğer bir devrim olacaksa, demokratik değişim ve dönüşüm olacaksa, kadın gerçekliğine dayalı olarak gelişecek. Kadınlar Türkiye’yi değiştirebilirler. Bu kampanyanın böyle bir yönü olduğu kesinlikle nettir.
KADIN DEĞERLERİNE DÖNÜK HİÇBİR SALDIRI CEVAPSIZ KALMAMALI
Kürt kadını yaklaşık 30-40 yıldır Kurdistan coğrafyasını, Kuzey Kurdistan’ı zaten değiştiriyor, dönüştürüyor. Şimdi de bu hamleyle birlikte Türkiye’de ciddi bir mücadele sürecine girmiş bulunuyor. Kampanyanın başarısı için çok yönlü çalışmak lazım. Kampanya ilan etmek ya da bir eylem takvimi açığa çıkarmak yetmez; bir de bunun pratikleşmesi için çok iyi örgütleme yapmak lazım. Kürt kadınlarının böyle bir deneyimi, tecrübesi vardır. Kuzey Kurdistan’daki Kürt Kadın Hareketinin dayandığı çok önemli bir miras da var. Hem siyaset alanında hem toplumsal alanda var. Öyle olmalı ki; Kurdistan’daki kadın değerlerine dönük hiçbir uygulama, saldırı, yönelim cevapsız kalmamalı. Eğer ısrar, inat, kararlılık sürerse sonuç alınmaması için hiçbir neden yok. Çünkü dünyanın en meşru mücadelesi kadın özgürlük mücadelesidir. Şunu söyleyebilirim; kendi farkına varan her kadın mevcut durumunu asla kabul edemez. Öyle bir sistem var ki, kadın üzerine kurgulanan öyle bir yönelim var ki tamamıyla mülkleşmesine dayalı. Birilerine ait olma, birilerinin nesnesi olma, birilerinin aracı olma… Bunu ne kadar allayıp pullasalar da bugün Türkiye’deki medya sektörü bunun üzerine çalışıyor. Diziler, filmler, aslında sosyaliteyi bitirme programları olan sosyal programların çoğu, kadının erkek egemenlikli bir sisteme hazır hale getirilmesi, sunulması üzerine bina edilmiş. Kadınlara bu bir kader gibi, bir fıtrat gibi, bir varoluşsal olgu gibi kabul ettirilmek isteniyor. Tecavüz sistemini gönüllü yaşamaları isteniyor. Bunun farkına varıp da ayağa kalkmayacak kadın olmadığını düşünüyorum. Onun için bu kampanyayı her yerde jineolojiye dayalı jin jiyan azadî sihirli formülünü bayrak edinerek en etkili hale getirmek mümkündür. Kadınlar olarak ekmekten sudan daha fazla böyle bir özgürlük zeminine ihtiyacımız var.
İPİNİ KOPARMIŞ BİR DÜŞMAN GERÇEKLİĞİ VAR
Medya Savunma Alanlarındaki savaş tüm yıkıcılığı ile devam ediyor. Daha önce savaşta bir kilitlenmenin olduğunu ve aslında bundan çıkış yapma arayışında olan bir soykırımcı, sömürgeci işgalci gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzu da tespit etmiştik. Medya Savunma Alanlarında yeni etkili eylemler var fakat savaş sadece Medya Savunma Alanlarında değil, dört parça Kurdistan’da da savaş var. Kiminde az ölçekli, kiminde çok ölçekli ama özellikle Türk soykırımcı sömürgeciliğinin öncülüğünde Kürtlere dönük savaş dört parça Kurdistan’da da vardır. Rojava her gün saldırı altındadır. En son Dêrazor’da dönen dolaplar oldu; o da bir saldırıydı. Minbic’da Türk devletine bağlı çeteler saldırdı. Türkler saldırdı demek lazım aslında. Nereye bağlı oldukları belli, maaşlarını kimin verdiği, kimlerin onları beslediği, kimlerin eğittiği belli. Başûrê Kurdistan’da işgal devam ediyor ve Kuzey Kurdistan’da hemen hemen tüm eyaletlerde savaş var. Birliğe dönük saldırılar var.
Bunun dışında savaş daha yaygın yürütülüyor. Son bir buçuk-iki aylık süre içerisinde halka dönük; mesela bu SİHA saldırılarında sivillerin çok fazla katledildiği bir savaş var. Böyle ipini koparmış bir düşman gerçekliği var. O anlamıyla savaş her yerde. Bunun doğru anlaşılması lazım ve bunun anlaşılmasında biraz eksiklik olduğunu düşünüyorum. O yüzden bu konuya dikkat çekmek istedim. Sanki Kurdistan’da yaşayıp da savaş ilişkilerinin ya da savaşın dışında kalınabilirmiş gibi düşünenler var. Böyle davrananlar, böyle yaşamak isteyenler var. Fakat ne acıdır ki böyle bir ortam yoktur. Eğer Kürtseniz, Kurdistanlıysanız, kendinizi Kürt olarak tanımlıyorsanız bir savaş ilişkisinin içerisindesiniz. Herkesin bu bilinçte olması lazım. Yoksa Önder Apo eskiden şöyle diyordu; “Bulduğunuzu bile alamayabilirsiniz. Nereden darbe yediğimizi bile anlamayacak duruma gelebiliriz.”
SİYASETİN ADI SAVAŞTIR
Bunu halk için söylüyorum; halkımız için, gençler için, özelde kadınlar için söylüyorum. Çünkü böyle bir Kurdistan gerçekliği yok. Kurdistan’da savaş var. Evet, dünya savaşından bahsediyoruz. Dünyada da bir savaş iklimi var. Sadece Kürtler açısından bir savaştan bahsetmiyoruz. Ama özel olarak Kurdistan’da yoğunlaşan bir savaş gerçekliği var ve savaş siyasetin kendisi. Savaşın dışında siyaset üretebileceğini sananlar gerçekten yanılıyorlar. Siyaset yoğunlaşmış savaş, savaş da yoğunlaşmış siyasettir bir anlamıyla. Ortadoğu’da, güncel gerçekliğimizde yaşadığımız bu dönemde siyasetin adı savaştır. Bu anlamda herkesin kendisini bu ilişkiler bağlamında ele alması, değerlendirmesi, pozisyon alması, nerede durduğunu bilmesi gerçekten önemli.
Kürtlere karşı bir soykırım savaşı var. PKK, Kürtler adına varım, diyor. Bir varlık mücadelesi yürütüyor. Kürtler adına yürütüyor bunu ve karşısındaki güçler de sen yoksun, yok olduğun için de ben seni tarihten, yeryüzünden sileceğim, diyor. Böyle bir iki gücün savaşı var. Buna göre pozisyon almak, buna göre devrimci halk savaşına yaklaşım göstermek, savaşı bu minvalde değerlendirerek katılım göstermek herkesin görevidir. Hiç kimse bu görevinden kaçamaz. Kaçtığını sansa bile bir yerde kendi varlığına zarar verir pozisyona düşer. Böyleleri de çok iyi niyetli olma adına düşmana hizmet eden ya da düşman kavramında muğlaklaşan, düşmanının bile kim olduğunu bilemeyen pozisyona düşer.
Medya Savunma Alanları, savaşın yoğunlaştığı bir alan. Çünkü burada çok görkemli bir direniş var. Kurdistan işgal edilmek isteniyor. Başûrê Kurdistan’daki alanlar işgal ediliyor.
Diyorlar ki Mesrur Barzani Amerika’ya mektup yazmış. Demiş ki “Çöküyoruz, bizi kurtarın. Sizin bize verdiğiniz federe bölge elimizden kayıp gidiyor. Gelin tekrar geri elimize verin.” Bu anlama gelen haberler düştü. Ben bu vesileyle şunu söylemek istiyorum. Kurdistan savunması böyle mi olur? Kurdistan’a işgalci sokan, şimdi diyor ki gelin beni kurtarın. Şöyle de demiyor, beni Türklerden kurtarın, Türk soykırımcılığından, sömürgeciliğinden, onun saldırısından kurtarın demiyor. Topu Bağdat’a atıyor. Bağdat bana para vermiyor, diyor. Benim Kurdistan’ın bütün malını mülkünü pazarlamam önüne engel oluyor, diyor ve bunu ailesi adına yapıyor. Bu kesimde, özellikle KDP’de bir Kurdistan fikriyatı var mı? Kurdistan neresi? Var mı böyle bir Kurdistan? Kurdistan Hewlêr mi, Duhok mu? Kurdistan neresi? Tüm sınır hatları boyunca Kurdistan işgal edildi. Kerkük üzerine tartışmalar gündemde. Musul zaten elden çıkarıldı, diğer kalan bölgeler üzerine farklı hesaplar var. Şimdi gerilla Kurdistan’ı savunuyor. İşgalci sömürü karşısında işgalcilerle birlik oluyorlar.
ÖZGÜRLÜK SAVAŞININ TOPLUMSALLAŞMASINDAN KORKUYORLAR
Medya Savunma Alanlarındaki savaş çok girift, çok iç içe geçen bir savaş haline geldi. Türkiye ve Kurdistan’daki gericilikle özgürlük güçlerinin karşı karşıya geldiği bir savaş alanı haline geldi. Gelinen noktada şunu söyleyebilirim; direniş, mücadele, savaş; öz savunma savaşı devam ediyor. Medya Savunma Alanlarındaki gerilla duruşu bu düzeyde seyrediyor.
Mevcut durumda Türk devletinin, Türk soykırımcı sömürgeciliğinin, yine Kurdistan’daki işbirlikçi hain güçlerin en fazla korktuğu şey, özgürlük savaşımının toplumsallaşması, topluma dokunması. O yüzden gerillayı toplumdan tecrit etmeye, koparmaya dönük bir saldırı stratejisi yürütüyorlar. Ben halkımızı bu durumu görmeye ve her alanda işgalcilere, soykırımcı sömürgeci güçlere, işbirlikçi hain güçlere tavır koymaya, mücadele etmeye, dur demeye çağırıyorum. Herkes eline silah alsın demiyorum ama muhakkak tepkisini ortaya koymaya ve mücadele etmeye çağırıyorum.
En son Amed’de şehit düşen Axîn Mûş arkadaş ve beraberindeki 3 arkadaşı saygıyla anıyorum. Axîn arkadaş gerçekten Kurdistan Özgürlük Hareketi’nin geliştirdiği ender komutanlardan biriydi. YJA Star Komutanlığı’nın yaptığı açıklamada vardı; heval Axîn’ın bazı kişilik özelliklerinden bahsetmişlerdi. Fakat ne desek azdır diyebilirim. Kişiliğindeki incelik, mütevazilik, sadelik, yurtsever değerlerde derinleşme konusunda heval Axîn örnekti. Yoldaşlık ilişkilerinde de çok paylaşımcıydı. Çok güzel bir arkadaşı kaybettik. Bu vesileyle Heval Axîn ve beraberinde şehit düşen her üç arkadaşı saygıyla, minnetle anıyorum. Onun mücadelemize kattığı birikimi, değeri, o duruşu hem kendi şahsımızda hem mücadelemizde derinleştirerek başarıya yürüyeceğimiz sözünü bir kez daha veriyorum.
AMAÇLARI, HEWLÊR’DE ONURLU KÜRT VE KURUMLARINI ÇIKARMAKTIR
Şehit Deniz Cevdet Bülbün arkadaşı saygıyla anıyorum.
Hakan Fidan’ın kişiliği üzerinde daha önce durmuştuk. Gelip bazı görüşmeler yaptı. Belli ki istihbarat çalışmalarına devam ediyor. Şimdiye kadar olduğu gibi Kürt halkının seçkin temsilcilerine karşı saldırıları örgütlemeye gelmiş.
Hewlêr’deki KNK bürosuna yönelik saldırı sadece bununla sınırlı değil, sadece heval Deniz’i katletme ile sınırlı olan bir saldırı değil. Amaçlarından bir tanesi, bu alandan tüm Kürt kurumlarını çıkartmak. Böylelikle yüzüncü yılında Lozan Antlaşmasını soykırım anlaşması olarak ilan eden ve bu temelde Lozan’ın aşılması için ulusal birlik çalışması yürüten KNK’ye, sen Hewlêr’de barınamazsın, mesajı verilmek isteniyor.
Biliyorsunuz, daha önce Hewlêr’de diplomat görünümlü bir MİT yetkilisi vuruldu; KDP ortalığı velveleye verdi. İkinci gün, fail diye birkaç kişiyi yakaladı ve hemen bizim üzerimize attı. Şimdi Deniz arkadaşın katledilmesi üzerinden kaç gün geçmiş, tek bir açıklaması yoktur. Bu kadar utanmazlık olur mu? Sözde senin hakimiyetinin olduğu bir yerde resmi bir kuruma saldırı oluyor ve sen buna dönük hiçbir açıklama yapmıyorsun. Gerçekten çökmüş durumdalar. Ahlaken ve siyaseten çökmüşler. Fakat amaç, orada onurlu, özgür, farklı düşünen hiçbir Kürt’ü bırakmamaktır. Hiçbir Kürt’ü ve Kürt kurumunu bırakmamaktır.
Hakan Fidan’ın Başûr ve Irak’taki görüşmelerden ne kadar sonuç aldığını anlamaya çalışıyoruz. Başûrê Kurdistan’da zaten kucaklaşma görüntüleri, KDP ile anlaştıklarını gösteriyordu. Süleymaniye’deki havaalanına saldırı ile aslında YNK’yi ve o bölgeleri de teslim almak istiyorlar. Fakat bu konuda Soran’ın, YNK bölgesindeki halkın tutumu gerçekten örnek kabilindedir. Kürt ulusal birliğine, Kürt yurtseverliğine bağlı bir hem toplumsal taban hem de bir öncülük gerçekliği var orada. Tarihsel olarak da var. Süleymaniye merkezli bir siyaset tarih boyunca hep olmuş. O anlamıyla bir tutum sergileniyor. Fakat mevcut durumda şöyle bir şey var, KDP ve Türkiye ortaklığı… Bağdat’la da işbirliği yaparak, aslında Sîdekan bölgesini kuşatma altına almak istiyorlar. Oraya da yönelmek istiyorlar. Burada asıl esas kabahatli yine KDP’dir. Bağdat hükümetinin bu konuda rolünün daha az olduğunu kesinlikle söyleyebilirim. Mesela KDP, bu alanlara kendisi tek başına giremiyor. Kendisi yapmıyormuş gibi bir görüntü de vermemeye gayret ediyor; Irak ve Türkiye yapıyor, diyor. Böylelikle kendisini Kürtlerle savaşa girmeyen bir pozisyonda göstermeye çok özel gayret ediyor. Çünkü böyle olduğu zaman bitecek. Fakat kendi çıkarları için de tüm Kurdistan’ı gözden çıkarmaya uğraşıyor. Bu yeni bir plan.
Gelinen aşamada Türk devleti, KDP ve bölgesel gericiliği birlikte yeni bir hamle yapmak istiyor. Bradost alanında mı olur, Behdînan’ın başka bölgeleri mi olur, Başûr’a dönük işgal saldırılarına devam edecek. Böyle giderse Başûrê Kurdistan’da Kürt statüsü diye bir şey bırakmayacak Türkiye. Böyle bir şeye doğru gidiliyor. Bunun da temel ortağı, KDP olacak.
DEMOKRATİK SİYASET KENDİNİ SEÇENEK HALİNE GETİRMELİ
Türkiye’de, Bakurê Kurdistan’da toplantı serisi oldu. Bunların sonuçlarını ancak yansımalar üzerinden değerlendirebiliriz.
Hazırlık süreçleri devam ediyor, umuyoruz ki olumlu geçiyordur. Şimdiye kadar açığa çıkan eksiklikleri doğru tespit ettiklerini ve halkla birlikte bunların çözümü konusunda önemli bir yoğunlaşma ve kararlaşmaya ulaştıklarını umuyoruz. Çünkü gözlemleyebildiğimiz kadarıyla temel eksiklik buradan kaynaklı. Halktan uzaklaşma ve kopukluk, birlikte hareket edememe, halkın taleplerini ve eğilimlerini tam değerlendirememe ve gözlemleyememe bazı yetersizlikleri geçmiş süreçte açığa çıkardı. Önemli olan bunun giderilmesi.
Demokratik siyaset alanı gerçekten bir demokratik alan olabilmeli. Bu anlamıyla katılımcı siyasetin, katılımcı demokrasinin örneği haline dönüşebilmesi gerekli. Bir gözlem olarak şunu söyleyebilirim. Geçmişte bu konuda zayıflıklar oldu. CHP gibi sistem içi muhalefet dediğimiz partilerin siyaset tarzıyla, demokratik güçler, sol sosyalist güçler siyaset üretemez. Öyle üretmeye kalktıklarında çok karşı oldukları elitizm, iktidarcılık, egemenlikli üslup ve ilişkiler devreye girer. O yüzden esas olan şu; gerçekten meclislerin örgütlenmesi, gerçekten kongrelerin örgütlenmesi. Eğer Türkiye’de HDK örneğinde olduğu gibi gerçekten bir kongreler hareketi açığa çıkarılabilirse yeni bir siyaset anlayışı oluşturulabilir. Üçüncü Yol, bu. Üçüncü Yol siyaseti, birçok farklı kesimin de diline pelesenk olmuş. Düşünebiliyor musunuz, Akşener’in partisi bile biz üçüncü yoluz, diyebiliyor. Üçüncü yol arada olmak değil, birinden birini tercih etmek değildir. Üçüncü Yol, iki iktidar bloğundan birine mahkum olmamak demek, kendini seçenek haline getirmek demek, her şeyden ötesi de demokratik olarak kendi siyaset tarzını örebilmek demek.
İkincisi; Kürt demokratik siyaseti kendisini örgütlüyor diye hem söylemde, röportajlarda, değerlendirmelerde, medyaya çokça yansıtıldı; bu yanlış bir tanımlama. Kürt siyasal hareketi değil, Türkiye demokratik siyaseti yeniden yapılanıyor. Yeşil Sol Parti bir Kurdistani parti değil. HDP de öyle değildi. HDP’yi ısrarla bir Kürt partisi, Kürtlerin partisi gibi tanımlamaya çalışmak isteyen bir kesim var. Böylelikle aslında Kürt halkının, Türk halkının, Çerkez halkının, Gürcü halkın, Terekeme’nin, Pomak’ın yani Türkiye halklarının, Türkiye’de yaşayan tüm halkların, tüm inanç gruplarının; Sünnisinin, Alevisinin, Ermenisinin, Hıristiyanının demokratik siyaset partisi olan HDP, böylelikle daraltılmak isteniyor. Şimdi aynı şeyi Yeşil Sol Parti’ye dönük de yapıldığını görüyoruz. Öyle değil tabii ki. Yeşil Sol Parti, bir çatı partisi. Buna ulaşabilmeliler.
Herhalde solcuların en temel ilkelerinden bir tanesi, birlik oluşturmaktır. Ezilenler, yoksullar, elinden avucunda her şeyi alınanların temsilcisi olanlar tek başlarına hiçbir güçlerinin olmayacağını bilirler. Örgütlü olmanın güç olmak demek olduğunu bilirler. O yüzden demokratik siyaset alanını bir birlik alanına, bir ittifak alanına, bir demokratik siyaset, birlikte demokratik teamüllerde hareket ederek mevcut Türkiye’deki siyaset boşluğunu dolduracak bir çıkışı yapabilirler. Gerçekten Türkiye’de siyaset boşluğu vardır. Siyaset alanında ne CHP’si, ne Millet İttifakı çatısı altında örgütlenenlerin herhangi bir şeyinin olmadığı ortaya çıktı. Bir muhalefet güçleri yoktur. Kendi içlerinde şu anda kendileriyle uğraşıyorlar. AKP-MHP cenahı açısından ise Cumhur İttifakı denilen o cenahın da açığa çıkardığı bir politika yok. Toplumu idare ediyorlar, yönetiyorlar. Siyaset alanı boştur. Günümüzde AKP’nin, MHP’nin yürüttüğü alana siyaset diyemeyiz. Toplumun ekonomik, kültürel, eğitim sorunları var, toplumun inanç sorunu var. Demokratik siyaset alanı nereye el atsa tutar. Hangi konuda politika üretseler, örgütlenmeye girseler bir eylem hattı belirleseler sonuca yürüyebilirler. Fakat bu konuda sanki bir tereddüte gözlemleniyor. Tanımlayan ama o birliği oluşturamamış bir hal var. Bundan hızla çıkılmalı. Şimdiye kadar başarılan çok önemli şeyler var; bunları da görerek önümüzdeki sürece cevap olabilmeliler. Kesinlikle şuna düşmemek lazım. Özel savaş merkezi ısrarla HDP’nin geldiği geleneği günümüzde başarısız ilan etmeye çalışıyor. Başarısız, yenilmiş, güçten düşmüş, oy potansiyelini kaybetmiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Böyle bir durum yoktur. Daha fazla yapabilecekleri vardı, yapılmamış olanlar vardır. Bunların doğru tespit edilmesi lazım. Yoksa bu özel savaş aygıtlarının empoze etmeye çalıştığı umutsuzluk hali, başarısızlık hali, yenilginin ruh hali hakim olursa varolan değerler de dağılır, ellerinin altından kayar gider. Bu temelde önümüzdeki süreçte daha fazla birlik oluşturarak Türkiye ve Kurdistan’daki güçlerin Türkiye siyasetinde etkili olmaları gerektiğini belirtebilirim.