HABER MERKEZİ –
1997’nin güzünde istemeye istemeye gözü yaşlı ayrılıyor Çarçella’dan. Şikefta Brîndara’ya gelene değin, oturduğu her noktada dönüp testere dişlerini andıran o devasa büyüklüğündeki yan yana dizili duran dört taşa baktı. Yürüyüş kolunda hep dönüp dönüp kendisini izleyen Çarçella’ya baktı nemlenmiş gözlerle. Ayakları O’nu ileri doğru götürürken, gizli bir güç başını döndürüp hep göz göze getiriyordu Çarçella’yla. Mordem’i kaleme alıp yüz sayfa yazıp da bitiremediği kitabı geldi aklına. Toprağı eşeleyip saklama anı geçti gözlerinin önünden… Sevda dağına bakarken, yazdığı son satır düştü aklına: “Kürdistan kurtulduğunda Miros köyünde bir okul yaptıracağım. Her öğrenciyi Mordem olarak yetiştireceğim!” Irmaklardan daha coşkulu, karlardan daha temiz, dağlardan daha yüce can yoldaşım Mordem Sonra Mordem’in kendisine ilişkin söylediği söz, O’nun sesiyle vurgulu bir biçimde geçti aklından: “Sen istersen, ardımdan değil takımları, taburları bile sürükleyebilirsin.” Bir defa daha kendi kendisine yineledi sözü, derinden derine güç aldığını, içinin güvenle dolduğunu hissetti.
Akademi bahçesinde şeftali ve kayısı ağaçlarının altında güneşli bir çözümlemenin arasında Önder Apo’nun ağzından çıkan birkaç sözü anımsadı yüreği cız ederek:
“Bir Mordem vardı; O da sizin gibi burada eğitim gördü. İşte şurada oturuyordu”… Nasıl da bir an içinde bütün gözler kendisine dönmüştü. Büyük derin bir sessizlik olmasına karşın, çevresindeki arkadaşlara “susun!” der gibi gözlerin gürültüsünü engellemek istercesine, bir elini yana kaldırdı. Önder Apo sürdürmüştü:
“Bir köye giriyorlar. Mordem araya girmek için ayağa kalkıyor, ‘ateş etmeyin’ diyor”.
Yüzündeki dikkat ifadesi nasıl da taş kesilerek bir an öylece, sonsuza kadar hareketsiz kalacakmış, en iyi yoldaşının şahadet haberini alan bir heykele dönüşecekmiş gibi durup donakalmıştı. Sonra ne yapacağını bilemeden çevresine bakarak, kalkmak istemiş kalkamamış, beti benzi uçmuş yüzüyle bakışları boşluğa kilitlenmişti. Yüreğini giderek sıkıştıran acı dalgası büyüyüp de kabarınca dayanamayarak eğitimi yarıda bırakıp arkasına bakmadan ayrılmış, içine akıttığı gözyaşları, bir çağlayan gibi taşmıştı yüzünden. Dünyası yıkılmış, yaşam boydan boya bir yas olacakmış gibi günlerce sessizliğe gömülmüş… Sonra Mordem’in anılarını yayına hazırlama… Anı yazısını kaleme alma…
Güçlü bir belleğe sahip olan Faraşin, Mordem’e ait anıları bütün ayrıntılarıyla gözlerinin önünde yeni baştan cereyan ediyormuş gibi bir bir canlandırıyordu.
Belleği O’nu geçmişe, ayakları O’nu geleceğe götürüyordu.
Kolları sıvalı mutfakta çalışırken, Önder Apo’la birden yüz yüze gelince duyduğu sevgi dolu heyecan ve ülkeye geliş ısrarının nasıl onay bulduğunu anımsadı. O an sanki ülkede değil de ülkeye dönecekmiş gibi o güzel duyguya yeniden kapıldı. Sonra kesit kesit anılar, değişik yüz ifadeleri, pırlanta gibi sözler. Hızlandırılmış bir film gibi. İçinde yaşadığı ana dönüş yapınca narkozun etkisinden kurtulan bir yaralının acısını bütün şiddetiyle duyumsaması gibi duydu yarasının sesini:
“Bu ayrılık da ne acı böyle; sevdiklerimi Zagros’un toprağında nasıl bıraktım? Nasıl ayrılabildim onlardan? Kendime hayret ediyorum”.
Çarçella’dan Zap’a yapacağı yolculuğun çok öfkeli, ağlamaklı, hüzünle, kederle dolu geçeceğini sanmıştı. Melsa’yla beklenmedik buluşması, tesadüf eseri bir grupta yolculuk etmeleri, kendisinin yol komutanı oluşu, yolculuğu tatlandırıp renklendirerek eğlenceli kılmıştı. Bir de uzun yolculukların insanı yüreğiyle baş başa bırakan tadını hesaba katmamıştı.
Kah coşuyor, kah durgunlaşıp sessizliğe bürünüyor, içini tümden kaplayan duyguların durmak bilmeyen çarpışması, yüreğini gözlerden ırak bir savaş meydanına dönüştürüyordu. Kimi zaman hüzün, kimi zaman öfke, kimi zaman sevgi ağır basıyor, bazen de aynı anda duyguların iç içeliğini şiddetle duyuyordu.
Zap’a ulaşınca YAJK bünyesinde sürdürülen kadro eğitimine katıldı. Erzak taşımak ve alt yapı sorunlarıyla boğuşmaktan yoğunlaşmaya çok az zaman buluyordu. Faraşin hem günlük tutuyor hem de ulaştırabileceği arkadaşlarına vazgeçemediği tatlı bir alışkanlıkla küçük küçük mektuplar yazıyordu.
Faraşin Ayhan/PAJK Online