HABER MERKEZİ
Gece yarısı yola çıkacağız. Önümüzde uzun ve zorlu bir yol var. Bir daha Dicle’yi geçeceğim. Dicle bir daha bana yol verecek ve onunla bir kez daha buluşmak üzere vedalaşacağız.
O kadar çok geçtim ki Dicle’nin üzerinden, artık iki dost gibiyiz. Birbirimizin huyunu suyunu biliriz. O benim neden onu kaçak geçtiğimi ve avuç avuç suyunu yudumladığımı biliyor. Ben de onun ne kadar asil olduğunu, topraklarımıza cömertliğiyle bereket kattığını biliyorum. Dicle’nin kenarında kaç kez ölümle burun buruna geldiğimi saymadım. Dicle dalgalarıyla ölümü benden uzaklaştıran oldu. Yol verdi bana adeta. Çünkü o benim kaçaklığımın nedenini biliyordu. Ne ona ne de aktığı topraklara ihanet etmeyeceğimi, onlar için kaçak olduğumu biliyordu. Coğrafyamın toprağının, suyunun, taşlarının dilini anlayabiliyordum artık. Onlarla iç içe geçmişiz adeta. Onlar da gerillayı bilirler.
Evet güzel, nazlı ve narin Diclem, bana bu gece de yol vereceksin. Kucak açmalısın bana ve yoldaşlarıma. Bizi koruyup kollayabilmelisin. Biliyorum, ölürsek hırçınlaşırsın, hüzne boğulursun. Ölümlere tanıklık etmek istemiyorsun artık. O yüzden o kadar kucaklayıcı ve kollayıcısın.
Yol hazırlıklarımızı tamamlayıp kendimizi Dicle’nin kenarına bıraktık. Dört kişilik bir grubuz; ben, Sinan ve iki yeni savaşçı. Yeni savaşçılar birkaç gün önce katıldılar. Onları Gabar’a götürmemiz gerekiyor. Onlara Şoreş ve Hevi ismini verdik. İkisi de dünyalar tatlısı, hayat dolu. Onları Gabar’a sağ salim ulaştırmamız için elimizden geleni yapacağız bu gece. Sabaha mutlu gülebilmek için gecenin tüm zorluklarına katlanacağız. Grubun öncüsü benim. Yeni savaşçıları aramıza aldık. Gabar’a doğru yol almaya başladık. Geçiş hattımız çok tehlikeli bir hat. Düşman sürekli pusu atıyor ve operasyona çıkıyor. O yüzden hiç rahat değildim. İçime kötü hisler resmen hücum etmiş, kötü bir şeyler olacak diyor sezgilerim. Sezgilerim beni gerçekten yanıltmadı, Kaniya Bana’ya ulaşmadan üzerimize yağmur gibi mermiler yağmaya başladı. Ellerinde o an hangi ağır silah varsa hepsini çalıştırmaya başladılar, bomba atar, bombalar ha bire atılıyor. Basınçtan silahım bir yana ben bir yana fırladım. Gidip bir kayaya çarptım. Neyse ki yara almamıştım. Bombaların yarattığı sersemliği üzerimden atınca ilk düşündüğüm şey yeni savaşçılar oldu. Silahımı uçtuğu yerden kapıp, hemen arkama, geldiğimiz yöne doğru baktım. Arkamda kimsecikler yoktu. Bu iyiye işaret mi, yoksa kötüye mi birazdan belli olacak. Geldiğimiz yöne doğru fişek hızıyla koşmaya başladım. Ve nihayet onlara ulaşmıştım. Onlara ulaştığımda hepsinin iyi olduğunu gördüm. Ben bir gencin, Sinan da diğer gencin elini tuttu ve hemen oradan uzaklaştık. Gençler de bayağı soğukkanlıydı. Hiç heyecan ve panik yaratmadılar. Farklı bir yoldan vurup pusu yerini geride bıraktık. Artık tehlikeyi atlatmış sayılıyorduk. Birden Hevi bana “heval Nurhak bir karartı gördüm” dedi. Ben ilk başta korkmuş olabilir, o yüzden herhangi bir şeydir ona bir insan karartısı gibi görünmüştür dedim. Daha sonra hem kendim rahatlayayım hem de o rahatlasın diye termalle baktım. Gerçekten Hevi’nin görmüş olduğu karartı bir insan karartısıydı, bir askerdi. Hemen elini tutup Sinan’a “yavaş yavaş geri çekilelim” dedim. Tekrar pusuya ilk girdiğimiz yere geldik. Yönümüzü ters çevirip Dicle’ye doğru bıraktık kendimizi. Dicle’nin kenarına indiğimizde orada da düşmanın olduğunu gördük. Düşman dört bir yanımızı tutmuştu. Sabaha doğruydu, yavaş yavaş karanlık yarılıyordu. Biraz soluklanıp ne yapacağımızı düşünüyordum. O esnada Hevi bana;
“Heval Nurhak bu akşam rüyamda gelin olduğumu gördüm” dedi. Hevi’nin rüyası beni çok etkiledi. O rüyanın gerçeğe dönüşmemesi için elimden geleni yapacaktım. Toplumda böylesi bir rüya kötüye yorumlanır, gelinlik kefenle özdeşleştirilir. Hevi de ben de bu rüyanın anlamını biliyorduk. Hevi’ye; “Sana söz veriyorum, sana hiçbir şey olmayacak” dedim. Dicle öyle sessiz sessiz akıyordu ki, sessizliğine kapılıp huzura erişmek ve bu karanlığın güzel bir aydınlığa dönüşmesi için gerillacı azmim ve irademle mücadele edecektim. Dicle kenarı boyunca gidecek hiçbir yerimiz yoktu. Yapabileceğimiz tek şey, sazlıkların arasında saklanmaktı. Hemen kendimizi suyun önündeki çitlerin içine sakladık.
Ve şafak sökmüştü, artık her taraf apaydınlıktı. Her şey tüm çıplaklığıyla ortadaydı. Karanlık artık hiçbir şeyin üstünü örtmüyordu. Aklın ve iradenin gücü bizi başarıya ulaştıracaktı. Sabırla, sessizlik içinde iki gün boyunca Dicle anamızın kucağında öylece kaldık. Kenarı işlek bir yol, vızır vızır arabalar geçiyor, düşman panzerle sürekli devriye geziyor. Bizim küçücük bir dikkatsizliğimiz her şeyi mahvedebilir, düşmanın tüm dikkatini üzerimize toplayabilir. Yanımızda yiyecek hiçbir şey yok. Biz böylesi durumlara alışkındık. Günlerce açlık yaşamıştık Sinan ile birlikte. Ama Hevi ve Şoreş için her şey ilkti. Açlığa gerçekten dayanabilecekler mi diye düşünüp duruyordum. Her ikisi de beklediğimizden daha büyük bir irade ve azim gösterdiler. İyi bir gerilla olabileceklerinin ilk ve büyük sınavını böylece verdiler. Gerillacılık zaten bir irade savaşı değil midir? Onlar bunu başarıyla vermişlerdi.
Üçüncü günün gece yarısı tekrar yola çıkmaya karar verdik. Düşmanın tüm yoğunlaşması Gelyok’a kaymıştı. Bu fırsattan yararlanıp harekete geçtik. Bu sefer biraz daha fazla zorlanarak ilerliyorduk. Grup iyice ağırlaşmıştı. Çünkü kaç gündü gençler ağızlarına bir lokma ekmek dahi koyamamışlardı. Açlık bünyeyi etkiliyor tabii. Biz inatla, büyük bir kararlılıkla varacağımız menzile doğru ilerlemeye başladık. Bu sefer tehlikesiz bir yolculuktu. Önümüzde yine pusu vardı, ama pusuyu çok kurnazca atlattık. Düşman yine boşa düştü. Hedefine ulaşamadı. Artık Gabar topraklarındaydık. Buraları avucumuzun içi gibi biliyorduk. Arkadaşlara daha hızlı ulaşabilmek için her şeyden önce biraz enerji almamız gerekiyordu. Hemen üzüm bağlarının olduğu yöne gidip kucak kucak üzüm topladık. Güzelim Gabar üzümlerinin verdiği enerji doping gibi geldi ve devam ettik yola.
Ve artık yoldaşların yanındaydık. Hevi’ye verdiğim sözü yerine getirmiştim. Ama artık önden üç dişim yoktu. Çünkü ilk pusu esnasında basıncın fırlatması sonucu bir kayaya çarpmıştım ve o esnada üç dişim kırılmıştı. Yoldaşlara bir şey olmasın da ben dişsiz de olsam olur. Yüreğimde özgürlük aşkı oldukça her türlü zorluğa göğüs gerebilirim. Yaşadığım bu olayla Apocu yaşam tarzının açığa çıkardığı iradenin müthiş bir irade olduğunu bir kez daha gördüm.
Şehid Nuthak Çiya