HABER MERKEZİ – Ronahi Lolan’ın Kaleminden
Yaşamlarımızın sıradan olduğu yanılgısındayız. İpi sıkı darağacının dört ayağından birinin kırık olduğu idam sehpasında soluksuz kalmamak için titreye titreye dengemizi korumaya çalışırken böylesi bir yaşamı sıradan bir yaşam olarak tanımlıyoruz. Ha durdu ha duracak diye zihnimizi ve yüreğimizi kilitleyen korku ve kaygı çanlarının çalındığı kalp senfonimize tahammül edemiyoruz. Onu susturmanın bir yolu olmalı! Vicdanın sesini bastırmanın, bunca katliam ve zulüm karşısında ‘sıradan’ bir hayat yaşadığına kendini ikna etmenin kurnazlıklarını bulmalıyız. Kendimizi kandırmamız gerek, dünyadaki gelişmelere, Kürdistan’daki soykırım politikalarına, Filistin’e havadan yağdırılan bombalara ve halkın katliamına yol açan insanlık dışı uygulamalara kulak tıkamamız gerek, yani üç maymunu en iyi şekilde icra etmemiz gerek. Böylelikle sıradan bir yaşam sürdürdüğümüz noktasında kendimizi müthiş kandırırız.
Oysa yaşama sıradan diyebilmen için bile bazı yaşanılabilir yaşam standartlarına sahip olmak gerekir. Biz kafamıza kadar bataklığın içine batmış boğulmak üzereyken, ayağı kırık idam sehpasının ayaklarımızın altından kayıp her an soluksuz kalmanın korkusuyla tutuşuyorken nasıl yaşamı sıradan olarak tanımlayabiliriz ki? Üniversite kampüslerinde gruplaştığımız birkaç sahte çıkar amacı güden arkadaşlıklarla kapitalist sistemin bir hizmetçisi nasıl olunur onu tartışırız. Cafelerde cebimizde kalan son birkaç kuruşla fiyakamız çizilmesin diye espressolar içer dünyanın bu çıkmaz durumu hakkında lafazanlık yaparız. Fabrikalarda, sanayilerde, tekstil atölyelerinde, tarlalarda ve inşaatlarda nasır tutmuş katran karası ellerimiz ve beynimizle karanlık geleceğimizi düşünmeden anlık karın doyurmanın telaşında debelenir dururuz. Ya da yok yok, bu kadar da değil artık, bu denli duyarsızlığa insan vicdanı tahammül etmez! Ê o zaman ananın ocağında, ananın ve babanın emeği üzerinden gevaşelik (işsiz, güçsüz, hiçbir eylemi bulunmayan Oblomov’lar için kullanılan bir Amed sokak ağzı tabiri) yapıp biraz da bu hale toplumsal duyarlılık katmak için birkaç tweet atalım, instagramdan da birkaç bombalamalar sonucu katledilen çocuk ceseti ve onu lanetleyen story paylaştık mı tamamdır. Ooo bizden ala demokrat û sosyalist û vicdan sahibi kimse yok vallahi!
Sıradan bir yaşam standartları için barınabilme, güvenli bir ortam, sağlıklı beslenebilme, varlığın özgür ifadesine sahip olma; kimliğini, dilini, kültür ve geleneklerini hiçbir soykırım tehdidine ve inkar – imha politikalarına tabi tutulmadan sürdürebilme gibi koşulların olması gerek. Biz bu koşullar altında yaşam sürdürüyoruz diyenler ancak kendi zihninin kuyusundan ve mağarasından dışarı kafasını uzatmayan ve dünyadan bir haber Eshab-ı Kehf’liler olmalı. Hangimiz sokakta yürürken kapitalist modernitenin topluma salgıladığı hastalıklardan, şiddet ve saldırganlık kültüründen ötürü hiç sebepsiz tanımadığımız bir adam tarafından bıçaklanıp öldürülebileceğimiz tehdidi altında olduğumuzu inkar edebilir ki? Toplumun bu denli azgınlaştığı, şiddet ve saldırganlığın had safhaya ulaştığı bir Azman’lar çağında yaşama garantimizin olduğunu kim söyleyebilir ki? Bilhassa tüm hegemon güçlerin üzerinde denetim sağlamak istediği bereketli ve insanlık beşiği Ortadoğu topraklarında her saniye bombalanma, sürgün edilme, katledilme gerçekliğiyle yüz yüze olmadığımızı kim iddia edebilir ki? Ve tüm bu yaşam tehdidi ve var olma savaşında kim tek başına özgür ve sıradan bir yaşam sürdürdüğünü düşünebilir ki?
Toplumun bizlerle bizim toplumla var olduğumuz gerçekliğini göz ardı etmek hiç şüphesiz en büyük gaflettir. Ve bu gaflet uykusunda pasif direniş sergilemek ise ölümlü bir yaşamı kabul etmekten farksızdır. Lümpenliğin en doruk noktasında seyrediyoruz ya, kimin umrunda! ‘’Ateş benim evime de düşmüş tüm yakıcılığıyla zihnime ve yüreğime de zerk etmiş ama banane, böyle bir zombi gibi de yaşanır be!’’ diyenin gerçektende bir zombiden hatta kumandayla çalışan ucuz iş gücü ve hizmet üreten bir robottan farksız olacağı aşikardır.
Biraz insanlık değerlerine bağlı ve insan olmakta ısrarcı; ahlakını, namusunu, vicdanını, toplumsal kültürünü ve arayışını yitirmemiş her birey bu denli yok edici bir sistem karşısında duyarsız kalamaz, kendini özgür sanıp sıradan bir yaşam sürdürdüğünü iddia edemez. Ve en önemlisi bu duyarlı yaklaşımını, kendinin varlık koşulunun ahlaki ve politik bir toplumun var olması koşuluna bağlı olduğu bilinciyle sentezleyip varlığını korumanın pasif direnişle sonuca vardırılamayacağını anlayıp mevcut verili yaşamın değişimi ve dönüşümü için aktif harekete geçme mecburiyetinde hisseder. Bunun yegane yolu da devrime adanmış bir yaşam tarzının içselleştirilmesi ve devrimci yaşamla bütünleşilmesinden geçer.
O nedenle bu toplumsal dönüşüme ve devrime öncülük edecek kesim olan gençliğe hitap edelim; Hey Genco! sen dinamik, değişime ve dönüşüme açık, yenilikçi, yaratıcı, özgür yaşam karşıtı sistemde redleri ve refleksleri gelişkin özelliklerinden ötürü toplumun öncü motor gücüsün. Sorgular, eleştirir, araştırır, inceler, kabul etmez ve her zaman daha iyisinin yaratılmasının müthiş çabası içindesin. Toparlayan, örgütleyen, harekete geçen ve kendisiyle beraber harekete geçiren pratik öncüsün. Tüm bu yönleriyle savaş açtığın çarpık zihniyetlerin ve alaşağı etmek istediği verili sistemlerin korkulu rüyasısın. Kan emici ulus devletlere köle ve hizmetçi olmayı kabullenme gafletinden kurtar kendini, zalimlerin zulmüne sessiz kalmak tabiatına aykırıdır senin. Zafer yolunu gözlüyor senin, esen özgürlük rüzgarlarına kapılmanın zamanıdır…