HABER MERKEZİ –
Askeri direnişi de geliştirmek gerekiyor
Açlık grevi temelindeki direnişleri daha büyük bir cesaret ve kararlılıkla yürütürken eylem biçimlerini yaymak, zenginleştirmek burada önem çıkıyor. İdeolojik mücadeleyi, propaganda ve ajitasyonu daha çok öne çıkarabilmeliyiz. Faşizmi, özel savaşı daha çok teşhir edebilmek gerekiyor. Diğer yandan demokratik kitle eylemliliğini; Bakur’da, Başûr’da, Rojava’da, Rojhilat’da, Kürdistan’ın dört bir yanında, yurtdışında ve dünyanın her yerinde daha çok geliştirebilmeliyiz, çeşitlendirebilmeliyiz. Protesto, gösteri, eylem vb. etkinliklerle herkesi işin içine çekecek, herkesi biraz daha rahatsız edip duruma dikkat çekmesini sağlayacak bir protesto eylemliliğini her yerde geliştirebilmeliyiz. Mücadele gerçekliğini insanlığa taşıyan, bu temelde herkesi bununla ilgili kılan diplomatik faaliyetleri geliştirmek; özellikle devrimci emek güçlerini, emekçi hareketleri, kadın ve gençlik hareketini yürütülen mücadele konusunda daha çok bilgilendirerek, daha çok bilinçlendirerek direnişe çekmeyi sağlamak gerekmektedir. Benzer biçimde askeri direniş eylemliliğini, özsavunma hareketlerini etkili bir biçimde geliştirmeliyiz. Bu konuda kış demeden, imkanlarımız az demeden, elde olan imkan ve fırsatları doğru tarz ve yöntemle etkili bir biçimde değerlendirerek askeri direnişi daha çok geliştirmek gerekiyor. Direnişi derinleştirmemiz, yaygınlaştırmamız, zenginleştirmemiz, çok yönlü bir halde topyekun bir direniş konumuna getirerek büyük bir cesaret ve fedakarlıkla zafere kadar yürütme inancını ve iradesini göstermemiz gereklidir.
Öncüye, Kürdistan Özgürlük Hareketi’ne ve Kürt halkına düşen; devrimci demokratik güçleri, insanlığı doğru bilinçlendirerek harekete geçirecek olan mücadeledir. AKP-MHP faşizminin saldırganlığı zaten önemli ölçüde kırıldı. Doğru öncülük gelişirse daha fazla da kırılabilir.Faşizm zor durumdadır; çöküşe doğru gidiyor. Ya Osmanlı gibi kesin bir çöküşü yaşayacak ya da bu zihniyet ve siyaset değişecek. Faşist soykırımcı-sömürgeci zihniyet ve siyaseti bu direnişle ortadan kaldıracağız. Bu durum aynı zamanda 20 yıllık İmralı Direnişi’nin finali de oluyor. 21. yılda kesinlikle sonuca gidecektir. 20 yıla uzatmamız bile çok fazla zamana yaymak oldu. Bunun hata ve eksiklik olduğunu o kadar söyledik, özeleştiri verdik, veriyoruz. O halde daha fazla uzatamayız. Bu zihniyet ve siyaset kırılmaz değildir. Önder Apo ilk manifestoda ne demişti? “Zehir” demişti buna. Bu zehri akıtmak için gerekirse kafaları kırmak lazım. 40 yıldır kırdık, yeter aslında. Eğer insansak, anlayacaksak bu kadar yeterlidir. Bundan sonra, zehirden kurtulmuş olarak, bu hastalıklı Kürt’ü soykırıma uğratmak için Türklüğü bile inkar eden zihniyet ve siyasetten gerçekten kurtulmak önemlidir.
Bahçeli-Erdoğan faşizmi, zihniyet ve siyaseti, bunu önlemek için saldırganlığı geliştirmeye çalışıyor, hakaret ediyor. ABD, Rusya, İran ve diğer güçler önünde kırk takla atıyor, yalvar yakar oluyor. Tüm imkanları bitmiştir. Öyle sokak kabadayılıklarına, bağırıp çağırmalarına bakılmasın; herkesin önünde diz çöküyorlar. Bize gelen bilgiler böyledir. Dahası tehdidi, “Biz çöküyoruz, çökersek siz de çökersiniz” biçiminde yaparak sistemi üzerimize saldırtmaya çalışıyorlar. ABD, Avrupa, Rusya karşısındaki duruşları, tutumları bu çerçevededir.
ABD’nin bütün çabası, Rojava Kürtlüğüyle TC’yi uzlaştırmak
Bütün bunları ortaya çıkaran, direniştir. Aslında değişim noktasına götürebilir. Böyle bir zorlanmada bu sistem kendi çocuğuna sahip çıkıyor. İttihat ve Terakki’den ortaya çıkan bu faşist, soykırımcı, savaşçı zihniyet ve siyaset, kapitalist modernitenin küresel hegemonik bir yapısıydı, emperyalizmin ortaya çıkardığı bir gerçekti, onun çocuğuydu. Dolayısıyla sahip çıkıyor ve esas gericilik de burada odaklanıyor. Bu gericiliğe dayanarak kendisini var eden sistem, sıra bu gericiliği kendi kaynağında kurutmaya geldi mi sahipleniyor. Bu sistemi kuşattık, çökme noktasına getirdik. Almanya, “Onlar çökerse biz de çökeriz” dedi. Hemen ekonomik yardıma başladı. Zaten ABD 22 Temmuz 2015’de şimdiki tutumuna başladı. 2014’ün sonu, 2015’in başında Kobanê Direnişi etrafında DAİŞ’e karşı bir koalisyon oluştu. Sözde ABD de içine girdi ama daha aradan 5-6 ay geçmeden TC ile ittifak yaparak sahte bir DAİŞ karşıtı koalisyonu onunla da oluşturdu. ABD hep ikiyüzlü, ikili davranış gösterdi. Çok iyi biliyordu ki; TC DAİŞ’e vurmuyor, PKK’ye vuruyor. DAİŞ’e karşı vuruyoruz diye 170 tane uçağı kaldırıyoruz, dediler. 24 Temmuz günü hepsi PKK mevzilerini vurdu, DAİŞ’e karşı savaşanları vurdu. Bunu Amerika da biliyor ve bizzat planlıyor. Şimdi de sıkışınca korumaya çalışıyor. ‘PKK Yönetimini tutuklayacağım’ diyor, ödül koyuyor; ‘Suriye’den çekiliriz,’ diye tehdit ediyor. En son Minbic’de vurdular. Şimdi, ‘Kim vurdu’ diye tartışıyorlar. Kim vurdu? Tayyip Erdoğan vurdu. Tıpkı Paris Katliamı gibi, herkesten önce televizyonun başına geçti, “Olay şöyle oldu, şu kadar insan vurulmuş, bu kadarı Amerikalı” diye herkesi bilgilendirdi. Hepimiz Minbic’de ne olduğunu Tayyip Erdoğan’ın açıklamalarından öğrendik. Peki, Tayyip Erdoğan nerden biliyor? Niye Tayyip Erdoğan biliyor da başka hiç kimse bilmiyor? Daha sonra tehdidini ortaya koyuyor; “Bundan dolayı ABD geri çekilmemezlik etmesin” diyor. Bu söz ne anlama geliyor? Ben geri çekilmenin hızlandırılması için, seni korkutmak için bunları yaptım. Eylemle vurmuş, korkutmuş, arkasından sözü ile de onu tamamlamaya çalışıyor. Amerika bunu görmüyor mu? CIA bunu anlamıyor mu? Eğer gerçekten, ‘Anlamıyorum’ diyorsa o zaman CIA de bu işin içindedir. Öyle görmek lazım. Biz gerçekleri bu güçlere anlatalım diye uğraşıyoruz ama aslında yeni anlayan, en az anlayan da biziz. Bu soykırımı yaratan güçler onlar. Çıkarları gereği her şeyi bilerek, planlı yapıyorlar; her şeyi çok iyi, fazlasıyla biliyorlar. Onun için böyle davranıyorlar; bilmedikleri için değil.
ABD durumu kurtarmaya çalışıyor, güya TC’yi de Rojava Kürtlerini de uzlaştırmaya çalışıyor. Tampon bölge fikrini ortaya attılar. QSD de buna aldanıp, “Biz Türkiye’yi tehdit etmiyoruz.” diye açıklama yaptı. Tehdit edenin kim olduğu ortada. Her gün sözle ve fiiliyatta saldırıyor. Aslında bütün çaba şu: Rojava Kürtlüğü ile TC’yi uzlaştırmak. Zaten Başûrê Kurdistan’daki Kürtlükle, KDP ve YNK’yle TC’yi uzlaştırmış. Bütün çabalar; Türkiye ile Irak’ı birleştirmişken, ‘bu Kürtlüğü’ de katarak PKK’yi ezmektir. İran karşısında Zagros hattında bir kuşatmayı hedefliyor. İstiyor ki, mücadele böyle sürsün. Bu konuda Trump’ın deli dolu olduğu, bilmeden hareket ettiği söyleniyor ama öyle değildir. Çok fazla sınıf refleksiyle hareket ediyor. Çok fazla ideolojik davranıyor. Bütün o karşı çıkanları uyardı; “Siz PKK’nin kim olduğunu biliyor musunuz, nasıl bir ideolojik duruş gösteriyorsunuz, tercihleriniz yanlıştır” diye. Bunları bilmemiz lazım. Adam dolar milyarderi, sınıf refleksi de bunu gösteriyor. BM’deki konuşmalarında bunu gördük. İki sefer konuştu, konuşması baştan sona kadar sosyalizm, dayanışma, ortak yaşam düşmanlığıydı. Sonuna kadar bireysel, baskı ve sömürüyü savunan bir güçtür. Öyle bir çizgiyi hakim kılmak ve ona karşı gelişen zihniyet ve siyaseti engellemek istiyorlar.
Hareket ve Kürtler olarak öngördüğümüz çözüm, Suriye ile çözümdür
Rusya çok çıkarcıdır. Stratejik değil. Günlük olarak nereden çıkar geliyorsa orayla ittifak yapıyor. ABD böyle bir yalpalama içerisine girince hemen TC ile ittifak yapma arayışına girdi. Bildiğimiz kadarıyla, Rusya tehdit ediyor. Eğer ABD-Türkiye ittifakı gelişecekse bunu önlemek için, Türkiye’ye Minbic’e saldırma fırsatı da veriyor. Türkiye’nin sınırı 5 kilometre geçmesine de izin veriyor. Türkiye ile Rusya bu tür anlaşmaları tartışıyorlar. Durum, ABD-Türkiye ilişkilerine bağlı. Ona göre hareket edecekler, çok menfaatçidirler.
Tehditler ve tehlikeler var. En önemli nokta; sorunların Esat Yönetimi ile çözümüdür. Suriye ile çözüm bizim Hareket ve Kürtler olarak öngördüğümüz bir çözümdür. O çözümü Efrîn savaşında da geliştirmek istedik. Her zaman da açık olundu. Fakat mevcut Esat Yönetimi’nde böyle bir irade yoktur. Dar milliyetçi zihniyet ve siyaseti aşan bir durumu da yoktur. Bir taraftan Rusya, bir taraftan İran yönlendiriyor. Onların çıkarlarına göre hareket ediyor. Dar milliyetçi duruşu da onlar gündemde tutuyorlar. Dolayısıyla öyle bir irade yok. Görüşmeler oluyor, çözüm arayışları var. İrade olsa, çözüm iradesi gelişecek fakat irade yoktur. Teorik olarak çok iyi gibi geliyor ama pratikte gerçekleşme şansı az; Suriye tarafında öyle bir irade yok. Dolayısıyla görüşmeler, çözüm arayışları çok etkili yürümüyor. Önderlik dikkat çekmişti. Gerçekten de bir Kürt-Arap savaşı çıkarmak istiyorlar. Diğer yandan Kürt-Türk savaşını Suriye’ye taşımak istiyorlar. Zaten Bab’a, Cerablus’a, ardından da Efrîn’e girerek onu geliştirdiler.
Şu anda Suriye fiilen üçe bölünmüş durumdadır. İşgalci temel güç Türkiye’dir ama BM, “Sen işgalci güçsün buradan çık” diyemiyor. Avrupa Birliği, uluslararası kurumlar, NATO bunu söyleyemiyor. Aslında Türkiye üzerinden NATO ordusu girmiş oluyor. NATO resmen ve fiilen bir başka toprağı işgal etmiş bulunuyor. Türk ordusuna ‘çık’ diyemiyor çünkü, çıkarları var. Dolayısıyla o cephe nereye gider, nasıl çözümlenir belli değildir. Daha uyanık olmak gerekiyor. Aslında daha çok Kürt-Arap ittifakına dayanmak gerekiyor. Arap toplumunu eğitip örgütlemek, Kürt-Arap ilişkilerini güçlü bir biçimde geliştirmek, diğer halklar arası ilişkiyi geliştirmek, Demokratik Ulus çizgisini gerçekten uygulamak, demokratik örgütlülük düzeyini en ileri düzeyde geliştirmek, özsavunmayı var etmek ve oraya dayanmak gereklidir. Rojava’da, “Amerika ne yapacak, Rusya ne yapacak, Avrupa ne yapacak, güvenliğimizi şu sağlayacak, bu sağlayacak” tartışmasından çıkarak özsavunmaya dayalı, özgüce dayalı güvenlik anlayışına daha fazla dayanmak, ulaşmak lazım. Başka türlü yaklaşımlar onların politikalarına dayanmayı getirir. Oradan da özgürlükçü bir politika ortaya çıkmaz. Çok fazla başkalarına bağımlı kılan politik duruş olmamalı, dikkat etmek gerekiyor.
Diğer bir konu da bölgedeki temel çelişki ve çatışmaları Suriye’de odaklandırmaktır. Mevcut durumu TC-Rojava Kürtlüğü arasındaki savaşmış gibi ele almak, öyle göstermek yanılgılıdır. Bunu küresel kapitalizm yapıyor, AKP-MHP faşizmi sorunu böyle koymaya çalışıyor. Biz de benzer biçimde yaklaşmamalıyız. Bu oyuna gelmemeliyiz. Çelişki bütün Kürt halkı ile TC zihniyeti ve siyaseti arasındadır. Mücadelenin temel sahası Bakurê Kurdistan’dır, Türkiye’dir. Buna şimdi Rojava, Suriye, Başûr-Irak da katılıyor. Bir bütünlük oluşmuş durumdadır. Ancak asıl çelişki TC’nin inkarcı, imhacı, soykırımcı zihniyet ve siyaseti ile Kürt varlığı ve özgürlük çizgisi arasındadır. Bunun temel sahası da Bakurê Kurdistan ve Türkiye’dir. Bunun adını böyle koymalı, mücadeleyi böyle ele almalıyız. Herkes de böyle bir mücadeleye göre kendini ayarlamalıdır. Diğeri yanlıştır. Daraltıcı bir noktaya götürür; sorunun sadece Rojava Kürtleri ile TC arasındaki bir sorunmuş gibi ortaya koymak, var olan gerçekliği saptırmak, daraltmak, yanıltmak oluyor ve buna fırsat vermemeliyiz. Rojava ve Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Güçleri de buna dikkat etmeli, bütünlüklü bakmalı, Kürdistan ve Ortadoğu düzeyinde bakmalıdır. O zaman daha doğru bir bakış açısına sahip olunabilir. Günlük politikalarını ve pratik uygulamasını daha doğru geliştirebilir.
Duran Kalkan