BEHDİNAN – Tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü kutluyorum.
Şunu baştan vurgulamak gerekir ki, tüm kadınlar emekçidir. Çocuk doğurmak ve büyütmek kadar değerli emek yoktur. İnsanlık ve toplum çocukların büyümesi ile var oluyor. Bunu da esas olarak kadınlar yapıyor. İnsan yavrusu diğer canlıların yavrusuna benzemiyor. En zayıf ve çaresiz insan yavrusudur. Uzun yıllar bakılmaz, beslenmez, korunmaz ve büyütülmezse ayakta kalamaz. Bu açıdan kadınların çocukları büyütmesi en kutsal emektir. Zaten analar için yapılmış birçok övgü ve minnet duygusu bu nedenledir. Bu açıdan en değerli emek çocuk büyütmek için harcanan emek olduğundan tüm kadınları emekçiler kategorisi içinde görmek gerekir. Bu emek, satın alınacak ve ücret karşılığında verilen bir emek değildir. Ancak en değerli emeğin bu olduğunun görülmesi ve toplumsal karşılığının olması gerekir. Bu yönüyle toplumsal yaşamın her alanında kadına pozitif ayrımcılıkla yaklaşmak gerekir. İster çocuk doğurmuş olsun, ister olmasın kadının her bakımdan toplumu var eden; toplumsal değeri erkeğin çok üstünde olan bir cins olduğunun görülmesi gerekir.
İnsanın var olma koşulu toplumdur. Toplumsal yaşamla insan var olduğu gibi tüm insani değerler de bu toplumsallık içinde üretilmiştir. Toplumsallığın oluşması, gelişmesi ve ayakta kalmasında kadının rolü başattır. İnsanı ve insanlığı kadın yaratmıştır dersek bir gerçeği ifade etmiş oluruz. Bu yönüyle kadın cinsinin çok ciddi ve kapsamlı ele alınması gerekir. Çünkü kadın gerçeği anlaşılmadan ne insanlık açısından olumlu değerler anlaşılır ne de olumsuzlukların kaynağının ne olduğu öğrenilebilir.
‘KADINA İLİŞKİN KÖRLÜĞÜKIRMAK…’
Rêber Apo’nun savunmalarından aldığımız iki pasaj bu gerçekliği vurgulamaktadır;
“…Bu nedenle kadını sosyal ilişki yoğunluğu olarak incelemek sadece anlamlı değildir, aynı zamanda toplumsal kördüğümleri çözümlemek ve aşmak açısından da büyük önem taşır. Erkek egemen bakış bağışıklık kazandığı için, kadına ilişkin körlüğü kırmak bir nevi atomu parçalamaya benzer. Bu körlüğü kırmak büyük entelektüel çaba harcamayı ve egemen erkekliği yıkmayı gerektirir. Kadın cephesinde ise, neredeyse varoluş tarzı haline getirilen ve aslında toplumsal olarak inşa edilmiş kadını da çözmek ve o denli yıkmak gerekir. Tüm özgürlük ve eşitlik mücadelelerinin, demokratik, ahlaki, politik ve sınıfsal mücadelelerin başarı veya başarısızlıklarında yaşanan, ütopya, program ve ilkelerin hayata geçirilemeyişiyle oluşan hayal kırıklıkları, kadın ile erkek arasındaki kırılmayan egemen (iktidarlı) ilişki biçiminin izlerini taşır. Tüm eşitsizlikleri, kölelikleri, despotlukları, faşizmi ve militarizmi besleyen ilişkiler, ana kaynağını bu ilişki biçiminden alır. Eşitlik, özgürlük, demokrasi, sosyalizm gibi adı çokça geçen sözcüklere hayal kırıklığı yaratmayacak geçerlilikler yüklemek istiyorsak, kadın etrafında örülen ve toplum-doğa ilişkisi kadar eski olan ilişkiler ağını çözmek ve parçalamak zorundayız. Bunun dışında gerçek özgürlüğe, eşitliğe (farklılıklara uygun), demokrasiye ve ikiyüzlü olmayan bir ahlaka gidecek başka bir yol yoktur…”
“…Zorba ve sömürgen erkek eli ve aklıyla kadın yaşamına binlerce yıldan beri yedirilen köleliğin düzeyini tüm içerik ve biçimleriyle kavramak, gerçekler sosyolojisinin ilk adımı olmalıydı. Çünkü bu alandaki kölelik ve sömürü biçimlenişleri, tüm toplumsal kölelik ve sömürü biçimlerinin prototipidir. Bunun tersi de geçerlidir. Kadın yaşamına içerilmiş köleliğe ve sömürüye karşı özgürlük ve eşitlik mücadelesi ve bu mücadelenin kazanım düzeyi, tüm toplumsal alanlardaki köleliğe ve sömürüye karşı geliştirilen özgürlük ve eşitlik mücadelesinin temelidir. Uygarlık tarihinde ve kapitalist modernitede yürütülen özgürlük ve eşitlik mücadelesinin doğru temelde gelişememesinin ve güçlü bir başarıya yol açamamasının temel nedeni de, kadına yaşamda içerilmiş ve biçimlendirilmiş kölelik ve sömürü kurumları ve zihniyetlerinin yeterince kavranamaması ve bunlara yönelik mücadelenin temel alınamamasıdır. Balık baştan kokar derler. Temel doğru ve sağlam olmayınca, kurulacak bina ufak bir sarsıntıda yıkılmaktan kurtulamaz. Tarihte ve günümüzde yaşanan gerçeklik de bunun sayısız örnekleriyle doludur.
Dolayısıyla toplumsal sorunları çözmeye çalışırken kadın olgusu üzerinde yoğunlaşmak, eşitlik ve özgürlük çabalarını kadın gerçekliğine dayandırmak, hem temel araştırma yöntemi hem de tutarlı bilimsel, ahlaki ve estetik çabaların temeli olmak durumundadır. Kadın gerçeğinden yoksun bir araştırma yöntemi, kadını merkezine almayan bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi hakikate erişemez, eşitlik ve özgürlüğü sağlayamaz…”
SÖMÜREN SÖMÜRÜLEN İLİŞKİ VE BASKI DÜZENİ
Toplumsal yaşam esas olarak kadın ve erkeğe verilmiş rollerle belirlenmiştir. Üretim ilişkileri denilen sömürücü ve sömürülen ilişkisi de kadın üzerindeki egemenlikle üretilmiştir. Sömürücü sınıf oluşturulmuş erkek egemenlikli kültürle var olmuş ve şekillenmiştir. İlk sömürülen toplumsal kesim ve cins olan kadınlık şahsında yaratılan karılık da sömürülen toplumsal sınıfın şekillenmesini sağlamıştır. Bu açıdan kadın-erkek deyip geçilemez. Bunlar da oluşturulmuş toplumsal gerçekliklerdir. Sömürücü ve sömürülen ilişki ve kültürünü bu oluşturulmuş roller belirlemektedir. Sömürücü ve devletçi sistem kendini böyle var edip sürdürmektedir. Marks ve Engels’in tanımladığı köleci, feodal ve kapitalist toplum aşamalarında toplumsal yaşam ve üretim ilişkileri denen olguyu da oluşturulan kadın ve erkek şekillenmesinin geldiği düzey belirlemektedir. Tarihsel toplumsal yaşam içinde bu şekillendirilmede bazı değişiklikler yaşanmaktadır. Ama özü değişmemektedir. Bu nedenle tümüne erkek egemenlikli devletçi iktidarcı sömürücü sistemler diyoruz. Bu genel tanımı sömürü ve iktidar ilişkilerinin olduğu tüm toplumsal sistemler için kullanıyoruz.
Üretim araçları ve bunların gelişmesi üzerine şekillenen üretim ilişkilerini küçümsememekle birlikte oluşturulmuş kadın ve erkekliğin toplumsal sistemlerin karakterini belirlemede üretim ilişkileri denen olgudan daha fazla bir etkiye sahiptir. Üretim ilişkileri denen sömüren sömürülen ilişki ve baskı düzeni de bu ilişkiler üzerinden şekillenmektedir. Bu açıdan Marks’ın toplumun karakterini belirleyen üretim ilişkileridir, sözünü daha güçlü biçimde oluşturulmuş kadın-erkek ilişkileri için söyleyebiliriz. Toplumsal sistemleri belirlemede bu gerçeklik küçümsenirse toplumsal özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerinde istenilen sonuç alınamaz. Diğer alanlarda ne kadar komünal ve sömürüyü ortadan kaldıran bir sistem kurdum denilirse denilsin erkek egemenlikli iktidarcı sistem aşılamaz.
Sovyetler pratiğinde somutlaşan reel sosyalizmde iktidarcı sömürücü sistemin ortadan kalkmadığı ve başka bir biçimde üretildiği görülür. Bu açıdan Sovyetlerde ve diğer ülkelerde oluşan neden gerçek sosyalizm olmadı, yıkıldı denilirse, bunda tarih boyu oluşmuş erkek egemenlikçi zihniyetin aşılmamasının rolü çok önemlidir. Çünkü bu zihniyet ve ilişki biçimi her gün, her saat yeniden ve yeniden sömürücü yöneten ve yönetilen ilişkisini yaratmaktadır. Böyle olunca yapıldığı sanılan tüm diğer çalışmalar ve atılan adımlar anlamsız hale gelmekte ve daha baştan sakatlanmaktadır. Bu açıdan bir toplumun nasıl bir toplum olduğuna anlamak için kadın-erkek ilişkilerine, erkeğin ve kadının rolüne, yerine bakmak gerekir tespitini ciddiye almak, esas değişimi bu alanda mutlaka yapmak gerekir. Rêber Apo bu gerçekliği görerek kadın özgürlüğü için mücadele sınıf ve ulusal mücadelesinden daha önemlidir, demiştir. Kuşkusuz bunu söyleyerek sınıf ve ulusal özgürlük mücadelelerini önemsizleştirmiyor. Ancak kadın özgürlük mücadelesiyle erkek egemenlikli zihniyeti ve sistemi ortadan kaldırmanın özgürlük ve demokrasi açısından ne kadar önemli olduğunu ortaya koymuş oluyor.
KADININ BAŞAT OLMADIĞI YERDE ÖZGÜRLÜK OLMAZ
Özgürlük, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde kadın özgürlük mücadelesinin önemli olmasının bir nedeni de kadın ve erkekte şekillenmiş karakterlerdir. Tarih içinde kadında köleliğin içselleştirilmesi söz konusudur; ancak kadında egemenlik genleri yoktur. Kadının özgürlük ve demokrasi mücadelesine atılması, gerçek anlamda özgürlük ve demokrasinin tutarlı savunucusu olma zemini erkeğe göre daha fazladır. Erkeklikte 5 bin yıllık tarih içinde oluşmuş egemenlik kültürü çok katıdır. Bu karakteri benimseme çok fazladır. Tarih boyu egemenlik altına alınması kadında köleliğin kader gibi görülmesi durumu yaratmış olsa da kadın bu konumundan her zaman bir rahatsızlık duymuştur. Bu açıdan baskı ve zulmü ağır ve derinliğine yaşamış kadın, bu durumu fark edip bilince kavuştuğunda çok güçlü bir özgürlük tutkusuna sahip olur. Zulmün, baskının ve sömürülmenin derinliği ve kapsamı özgürlük tutkusunu da mücadelesini de kadında derin ve kapsamlı hale getirir. Bu açıdan kadının içinde yer aldığı, hatta öncü olduğu özgürlük ve demokrasi mücadelesi derinleşmiş özgürlük ve demokrasiyi yaratır. Zaten kadının içinde olmadığı, kadının özgürlüğüne kavuşmadığı, toplumsal yaşamda başat olmadığı her özgürlük, demokrasi ve sosyalizm yarım ve eksik kalır, sonunda da kaybedilir. Zaten kadının gerçek anlamda özgür ve toplumsal yaşamda başat olmadığı bir yerde gerçek anlamda özgür ve demokratik yaşam ve sosyalizm olmaz.
Kadının özgürleşmesi sadece kadının özgürleşmesi değildir. Tüm toplumsal değerlerin yeniden yaratılmasıdır. Çünkü önceki toplumsal değerlerde erkek egemenlikli kültürün damgası vardır. Bu da sadece kadını köle yapmıyor; tüm toplumu sakatlıyordu. Bu açıdan kadın özgürlüğüne dayalı devrimsel gelişmeler, devrim içinde devrimin gerçekleşmesini, bir çok devrimin arka arkaya tetiklenmesini beraberinde getirir. Kadın devrimi tüm güzelliklerin, iyiliklerin devrimidir. Kadın özgürlüğünün gerçekleştiği devrimlerde hiçbir kötülük ve çirkinlik ayakta kalamaz. Kadın özgürlüğünün toplumun ruhunu değiştirdiğinin bilinmesi gerekir. Çünkü tüm çirkinliklerin, kötülüklerin temelinde erkek egemenlikli zihniyet vardır. Bu açıdan kadın özgürlüğü her türlü çirkinliğin, kötülüğün, baskının, zulmün ve sömürünün temelini ortadan kaldırır. Eskiden güneş giren eve hastalık, verem girmez, gibi bir deyim vardı. Kadın özgürlüğünün yaşandığı bir toplumsal yaşamın içinde hiçbir kötülük ve çirkinlik kalmayacağı gibi hiçbir kötülük ve çirkinlik de giremez.
RÊBER APO: KADINLAR İLK VE SON SÖMÜRGE…
Kadınlar ağır baskı ve zulüm altında olduğu için her zaman büyük bir mücadele ve devrimci güç potansiyeli taşıyordu. Her türlü erkek egemenlikli sisteme karşı çıkacak bir toplumsal kesimdir. Rêber Apo kadınlar için ilk ve son sömürge tanımını yaptı. İlk ezilen ve ezilmesi tarih boyu süren bir toplumsal kesimde tabi ki güçlü bir başkaldırı potansiyeli olur. Zaten devrimci hareketlerde, demokrasi ve özgürlük mücadelelerinde her zaman önemli düzeyde yerlerini almışlardır. Hatta 1789 Fransız Devrimi sırasında dönemin muktedirleri ya dünyanın tümü kadın olsaydı ne yapardık, diyerek kadınların ayağa kalkışı karşısında korkularını ortaya koymuşlardır. Ezilen bir cins ve topluluk olarak devrimlerde yerini almışlardır. Ancak, kadın gerçekliğini, kadın tarihini, kadının toplumsal yaşamda ve insanlığın oluşumundaki yerlerinin ne olduğunu, yine erkek egemenlikli sistemin tüm boyutlarını, kadın özgürlüğünün, özgür ve demokratik yaşamda, toplumcu sistemde neler yaratacağını bilemedikleri için tüm potansiyellerini ve enerjilerini ortaya çıkaramıyorlardı. Sadece erkeklere tepki yada erkekler karşısında eşit olma gibi taleplerle ortaya çıkıyorlardı. Erkek egemenliğinin tarihsel toplumsal karakteri ve toplumun tüm dokularına işlemesi, erkekliğin de kadınlığın da bir toplumsal şekillenme olduğu, bu açıdan tüm toplum değişmeden özgürlüğün kazanılmayacağı bilinci yetersizdi. Öte yandan nasıl mücadele edecekleri, kullanacakları araçlar ve yöntemler konusunda da yeterli bilince sahip değillerdi. Bir mücadele veriyorlardı, bazı sonuçlar da alıyorlardı. Ancak doğrultusu, sistematik bir çizgileri olmadığından istenilen sonuçlar alınamıyordu. Hatta kapitalist modernite gerçeğinde olduğu gibi sistemi kısmen yumuşatan yada sistem içileşme durumları ortaya çıkıyordu.
Rêber Apo bu çerçevede kadın özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem, yeni bir çağ, yeni bir çığır açmıştır. Kadın tarihini tüm tarihsel toplumsal gerçekliği içinde incelemiştir. Erkek egemenlik sistemini de kadın köleleştirilmesini de kadın üzerinde egemenliğin nasıl sürdürüldüğünü de toplumun gerçek özgür ve demokratik bir yaşama kavuşmasında, kadının özgürleşmesinin rolünü çok kapsamlı ortaya koyarak kadın kurtuluş ideolojisini yaratmıştır. Kadın özgürlük çizgisini teorik bir temele, çerçeveye kavuşturmuştur. Kadının mücadele araç ve yöntemlerinin nasıl olması gerektiğini kapsamlıca ortaya koymuştur. Feminizmde var olan dar ufku aştırarak yeni bir kadın özgürlük bakışı yaratmıştır. Feminizmin yeni bir açılım kazanması anlamına gelen Jineoloji’yi bir bilim ve ideolojik bakış olarak kadın özgürlük mücadelesi yürütenlerin önüne koymuştur. Böylece kadınlar bir mücadelenin parçası ve destekçisi olmaktan çıkarılmış, öncüsü ve mücadelenin tüm karakterini belirleyen bir düzeye kavuşturulmuştur.
Tüm baskıların, zulmün ve sömürünün temeli olan erkek egemenlikli sistemin ideolojik ve kültürel hakimiyetine karşı erkekliği öldürmek bakışını, çizgisini ortaya koyarak erkek egemenlikli sistemin temeline büyük bir darbe vurmuştur.
‘Erkekliği Öldürme’ tezini geliştirmesi, bunu kendinde başlatıp tüm örgüt yapısına dayatması; arkasından kadın kurtuluş ideolojisini teorik çerçeveye kavuşturması kadın özgürlük mücadelesinde büyük bir zihniyet devrimi ortaya çıkardığı gibi kadın özgürlük çizgisinin örgütlendirilmesi ve mücadelesinde de önemli gelişmeler sağlatmıştır. Kürt kadınının özgürlük mücadelesinde patlama yapması, dünyadaki kadın özgürlük mücadelesinde öncü hale gelmesi ideolojik teorik bir çizgiye kavuşmasıyla doğrudan bağlantılıdır.
Bu açıdan Rêber Apo’nun değerlendirmeleri herhangi bir sosyalistin, demokratın, özgürlük mücadelesi veren bir kişinin değerlendirmeleri olarak görülemez. Kadın özgürlük mücadelesinde yeni bir dönem başlatmıştır. Kadın özgürlük ideolojisinin yaratıcısı olmuştur. Tüm feminist hareketlere yeni ufuklar kazandırmıştır. Bu gerçekliğin mutlaka görülmesi gerekir. Bu gerçeklik görülüp iyi anlaşılmazsa bu en fazla da kadın özgürlük mücadelesi yürütenler için kayıp olur. Kürt kadınları Rêber Apo’nun, kadın özgürlük çizgisinin yaratıcısı ve önderi olduğunu biliyorlar. Çünkü Kürt kadınının kadın özgürlük mücadelesine en büyük gücü bu Önderlik vermiştir. Zaten esaret altına alındığında kadın özgürlük çalışması için m yarım kalan destansı çalışmamdır, demiştir. Belki pratikte eğitme, örgütleme ve harekete geçirme rolünü oynayamasa da; kadın özgürlük çizgisi için geliştirdiği çözümlemelerle kadın özgürlük mücadelesinin daha da gelişmesini sağlamıştır.
Önderliğin kadın özgürlük çizgisi konusundaki ideolojik, teorik tespit ve değerlendirmeleri hala tüm dünya kadınlarına yeterince ulaştırılamamıştır. Eğer mevcut sınırlı ulaştırma ve aktarma daha kapsamlı hale gelirse dünyanın her yerindeki kadın özgürlük mücadeleleri büyük bir ivme kazanacaktır.
TOPLUMSALLIK KADINA AİT BİR DURUŞTUR
Şu anda dünya genelinde kadın özgürlük mücadelesi gelişmektedir. Ancak hukuki eşitlik, ekonomik eşitlik, siyasi eşitlik gibi özgürlük mücadelesinin karakterinde köklü değişiklikler yaratmayan sınırlarda kalmaktadır. Öte yandan kapitalist modernitenin bireyciliğinin etkisi de birçok kadın hareketinde de görülmektedir. Kadın ancak demokratik toplumcu bir sistemde gerçek özgürlüğüne kavuşabilir ve başat toplumsal güç haline gelir. Ancak kadın özgürlük mücadelesi demokratik toplumcu yaşamın rolü, özü ve esası haline gelirse tam özgürlük sağlanır, anlayışı tüm kadın hareketlerinde hakim görüş haline gelmemiştir. Bu da kadın özgürlük mücadelelerinin yetersiz sonuç alması durumunu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü toplumsallığı yaratan kadın ancak toplumcu bir sistemde gerçek rolünü oynayabilir, etkisini gösterebilir. Bireycilik, maddiyatçılık, konformizm esas olarak erkek egemenlikçi sistemin son temsilcisi kapitalist moderniteye aittir. Özellikle Avrupa’da demokratik yaklaşımlar da ve demokrasi anlayışlarında bireysel özgürlüklerin esas alınması durumu kadın hareketlerini de etkilemiştir. Bu açıdan Avrupa’daki kadın hareketlerinde modernizm etkileri vardır. Bu bir yönüyle de küçük burjuva anlayışı ve duruşlara tekabül etmektedir. Bu da yürütülen mücadelenin istenen sonucu alamamasıyla sonuçlanmaktadır. Rêber Apo’nun ortaya koyduğu kadın özgürlük ideolojisi ve teorik yaklaşımı bu tür yetersizliklerin de aşılmasında etkili olacak; kadın özgürlük mücadelesi daha fazla gelişecektir.
Bu vesileyle vurgulamak isteriz ki, kadın özgürlük mücadelesi toplumcu olmak zorundadır. Bu bizim niyetimiz ve ideolojik duruşumuzdan gelen bir istek değildir. Kadının tarih içindeki rolü ve kadının karakteri bunu zorunlu kılmaktadır. Toplumsallık kadına ait bir duruştur. Bireycilik ve toplum karşıtlığı ise erkek egemenlikli sistem ve onun son temsilcisi kapitalist modernite kaynaklıdır. Kadın özgürlük mücadelesi zaten erkek egemenlikli sisteme karşı yürüttüğü mücadele içinde gerçekliği görecek, herkesten daha fazla kadınlar toplumculuğa sahip çıkıp demokratik toplumcu mücadelenin öncü gücü olacaklardır.
İnsanlık tarih boyu peygamberleriyle, bilgeleriyle, filozoflarıyla, evliyalarıyla hakikat arayışı içinde olmuştur. Hakikat da anlamlı, özgür ve demokratik yaşam arayışıdır. Bu da kadın özgürlüğünün olduğu toplumcu demokratik yaşamdır. Başka türlü de anlamlı özgür ve demokratik yaşam hakikatine kavuşulamaz. İnsanlık için tek hakikat vardır, o da kadın özgürlüğünün toplumun ruhu ve özü haline geldiği demokratik toplumcu yaşamdır.