HABER MERKEZİ – Orta Doğu’daki gündemlerin en başında gelen konularından biri olan İdlib’de durumlar somutlaşmaya başlıyor. Basında işlenen konuların ne anlama geldiği, ne sonuçlar doğurabileceği merak uyandırıyor. Bilindiği gibi bir süredir bölgede hedeflenenin aksine huzurun hakim olmadığı, son bir kaç yılın en somut adımlarının atılması ile gün yüzüne çıktı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin İdlib’de oluşturduğu 9 ve 10’uncu gözlem noktalarına Rejim tarafından bombardımanlar yapılmış, bu bombardımanlarda yerel kaynakların aktardığına göre Türk Ordusu kayıplar vermişti. Bu Türk medyasında sadece yaralı askerler var gibi gösterilsede, ortaya çıkan gözlem noktalarının neredeyse tamamen yok olduğunu belgeyen, görüntüler durumun yerel kaynakların aktardığı şeklinde olduğunu ispat eder niteliktedir.
Yerel basınada yansıyan Türk Devletinin İdlib’deki üslerinin rejim tarafından bombalanması olayını, yetkililer tarafından yapılan birbirini tutmayan açıklamalar izledi. Bu yapılan bombardıman bölgedeki Rusya-Rejim ve Türkiye ilişkilerinin ne düzeye geldiğini göstermektedir. Astana sürecinde İdlib üzerine Rus-Türk ve Rejim arasında bir takım anlaşmalar yapılmıştı. Bu anlaşmaların temeli Rejim ve Rusya’nın bölgedeki çıkarlarının savunması ve güvenliği üzerineydi. Bu anlaşmaların gerekleri Türkiye tarafından çoğunlukla yerine getirilmedi ve Türkiye orada bulunma durumunu çeteleri daha çok silahlandırma olarak değerlendirdi. Çetelere yüklü mühimmat desteğinde bulundu. Bugünkü operasyonlarda çetelerin Rejim ve Rusya’ya karşı kullandığı silahlar Türk devleti tarafından çetelere verilen silahlardır. Açıkçası bugünün İdlib’inde yapılan anlaşmalar yerine getirlmemiş, bölgedeki rejim karşıtı gruplar hem Rusya hem Rejim için tehlike arz ediyor. Bu son gelişmeler, bölgedeki sıcak savaşın devam edebileceği ve bu atılan adımlar ile sona doğru yaklaşıldığı hissi uyandırmaktadır.
Bölgedeki Rus-Rejim operasyonlarının başarıya ulaşması durumunda Suriye toprakları tamamen olmasada büyük bir ölçüde temizlenmiş olacak. Bu operasyon Türkiye’nin bölgeden tamamen çıkarılması anlamını taşıyor. Bölgede denetim gücü olarak bulunan ve çetelerin Rejim’e herhangi bir saldırı girişimini veya çıkarlarını tehlikeye sokacak bir hareketliliğinin önüne bir engel amaçlı gözlem noktaları oluşturan Türkiye, çetelerin oradan çıkarılması durumunda bölgede kalabileceği bir mazeret bulamayacak. Bu durum göz önüne alındığında Türkiye’nin olası bir operasyonu engelleme girişimleride olacaktır. Bu, sıklıkla anılanın aksine Rusya ile yapılacak görüşmeler sonucu olmayabilir. Türkiye-Rusya ilişkilerinde ciddi çatlaklar oluşmuş durumda. Bu durumun gelişmesine sebep elbette ki ilişkilerin iyiye gitmesine ve 1,5 yıl içerisinde tekrar kötüleşmesindeki İdlib faktörüdür. Rusya bu faktör üzerinden, Türk devletinin hassasiyetlerini iyi analiz etmiş ve kendi hizmetine almayı başarmış, Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirmiştir. Esas başlıca hedefine ulaşmış durumda. Peki bundan sonra neler olacak? Bunun için İdlibi tanıyalım.
Suriye’nin kuzeybatısında bulunan İdlib vilayeti, kuzeydoğudan Halep, güneyden Hama, batıdan da Lazkiye vilayetleriyle sınır. İdlib’in kuzeyi ise Suriye-Türkiye sınırı. İç savaşın başına kadar İdlib’de yaklaşık 1.5 milyon insan yaşıyordu. Vilayetin idari merkezi olan ve aynı ismi taşıyan şehrin nüfusu ise yaklaşık 165 bin idi. Bütün Suriye’de olduğu gibi İdlib vilayetinde de etnik anlamda çok renkli bir nüfus bulunuyordu. Sünni Araplardan başka Suriye Türkmenleri, Hıristiyan Araplar ve Kürtler de nüfusun önemli parçalarıydılar. Türkiye sınırına yakınlığı ve Türkmen nüfusunun varlığı, Ankara’nın İdlib’e yönelik ilgisini de tayin etti. Türkiye’de, PKK ile yakın ilişki içinde bulunan Suriye Kürtlerinin güçlenmesinden panik derecesinde korkuluyor.
Bu nedenle Türkiye hükümeti, Suriye’deki askeri operasyonunu, öncelikle, Kuzey Kürdistan’daki karşıt eğilimlerin yayılmasıyla mücadelenin bir parçası olarak görüyor.
Türkiye İdlib vilayetinde öncelikle Türkmen nüfusunu destekliyor; ancak bunların sayısının az olmasını dikkate alarak Arap-Sünni nüfusa dayanmayı da hedefliyor. Bunu sağlayabilmek uğruna da bölgede çatı rolü gören ÖSO güçlerini destekliyor. Türkiye orada kalabildiği müddetçe bölge üzerinde etkili olabilecek. Türkiye’nin bölgede desteklediği güç (ÖSO) bünyesinde bir çok rejim karşıtı gruplarıda barındırıyor. Bu gruplara muhimmat ve finans desteğini Türk Devleti sağlıyor. Elbetteki sadece askeri destekle çetelerin ayakta kalabildiğine inanmak akıl kârı değildir. Türk Devleti bu gruplara Rejime yönelik büyük bir istihbarat desteğide sağlıyor. Bu güçlerin Rejim ve Rusya’nın kapsamlı saldırıları karşısında haala ayakta durabilmelerinden anlaşılıyor. Bölgede karmaşa hakim. Bölgenin bir diğer özelliğide elbetteki Akdeniz’e sahilidir. Rusya’nın Akdeniz üzerine uzun süreli planlamaları, İdlib üzerine yapacağı bir hata sonucu kıyıdan denize dökülebilir. Zira AB ve ABD’nin de bölge ile ilgilendiğini kısa bir not olarak düşelim. Türkiye orada kalabildiği müddetçe bölge üzerinde etkili olabilecek. Fakat bölgede kalabilmesine yol açacak bir kabiliyete sahip değil. Zira bu 1,5 yıllık süreçte bölgeyi hiçbir şekilde dillendirdiği gibi huzura kavuşturmayı beceremedi. Aksine bölgedeki Türkiye destekli çeteler hem bölgedeki halklar hemde Rusya ve Rejim için büyük tehlike pozisyonundan çıkmadı. Bu durum bölgedeki karmaşanın farklı bir noktaya evrilmesine yol açabilir. En yakın ihtimal de Türkiye’nin bölgeden çıkartılması yani çetelerin Türkiye eliyle Rusya’nın hedefi haline getirilmesidir. Bu durum Türkiye için çok daha büyük krizlere neden olacaktır.
Türk Devlet yetkililerinin açıkladığı rakamlara göre şuan Türkiye’de 3.5 milyon Suriye vatandaşı bulunuyor. Türkiye’nin o bölgeden çıkarılması ise şu anlama geliyor; Türkiye kendisine tehlike olarak gördüğü ve sınırlarında bulunan YPG-YPJ-PYD’ye herhangi bir doğrudan etkide bulunamayacak, hem desteklediği çetelerden vazgeçmesi durumunda bu çetelerin büyük tepkisine maaruz kalacak, hem de ülkede bulunan 3,5 milyon insanın Suriye topraklarına kendisinin eliyle dönmesinin imkanı kalmayacak. Bu yollada büyük prestij kayıbına uğrayacak olan Türkiye tam anlamıyla sıkışmış durumda. Çalabilecek bir kapısı yok. Çünkü Türkiye, ABD ve AB kapısını Rusya’nın ustaca dokunuşları sonucu kendi yüzüne kapattı. Tabi bu durum Türkiye’nin AB ve ABD’den tamamen koptuğu anlamını taşımıyor ki bu mümkün değildir. Türkiye hiçbir şekilde ne AB ne de ABD’den tamamen kopabilecek bir iç siyasi-politik-ekonomik güce sahip değildir. Rusya’nın ise Türkiye’yi tamamen kendi çizgisine çekmesinin Türkiye’nin karnesine bakarak mümkün olmadığını görmekteyiz. Türkiye’nin bütün notlarına ABD’nin doğrudan etkisi bulunuyor.
Türkiye bir şekilde İdlib çıkmazına AB’yi de dahil etmek istiyor. NATO’ya bu yönlü bir çağrı yaptı. NATO’nun bu çıkmaza dahil olması mümkün bir ihtimaldir. NATO bölgedeki çıkmaza hangi esaslar üzerinden dahil olabilir? Türkiye’nin mülteci krizi NATO’yu doğrudan etkileyebilecek niteliktedir. Bilindiği üzere Türkiye NATO üzerinde sürekli olarak sınırları açma tehdidi ile etkili olmak istiyor. Türkiye bu tehditte kısmen başarılı. Mülteciler AB ülkeleri için başlı başlına bir sorun halindedir. Bir diğer ihtimal ise, Türkiye’nin Rusya ile olan ilişkilerini kesme üzerinden gelişebillir. Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerinin kesilmesi durumunda hem başından beri şantaj amaçlı ön planda tutulan S-400 anlaşmasının sonu olacağını hem de İdlib konusu Türkiye için tamamen bir kâbusa dönüşeceğinide bilmekte fayda var. Türkiye bu krizden kurtulmak için Rusya’ya yönelirse ve çıkarlarına hizmeti esas alırsa, yazımızda pek de değinmediğimiz YPG-YPJ-PYD konusu kendisi için bir tehlike olmaya devam edecek, ABD’ye yönelirse; İdlib, Bab, Cerablus ve Afrin’de kalması imkansız bir durum olacak. Türkiye bu oyunun kaybedeni olmak istemiyorsa eğer, izlediği yolda köklü değişimlere gitmek zorunda. Aksi halde bu bataklık Türkiye’yi tamamen yutabilecek derinliktedir.
Fırat ALİ/Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi