HABER MERKEZİ – Tüm yalvarmalarının sonucunda 5 Mart için Putin’den randevuyu kapmayı başardı. Randavu salonuna alınmadan önce 2 dk dan fazla bekletilen TC heyeti daha toplantı salonuna girmeden tükenen hayellerini vücud diliyle yansıtmış olduğuna şahit olduk.
Faşist Şef ile Rus mevkidaşı Putin arasında 6 saatten fazla süren görüşme hayal kırıklığıyla sonuçladı. Dolayısıyla taraflar arasında ortak bir yakınlaşma yaratamayan bu zirve, tam anlamıyla TC heyeti için tükenen hayellerdi.
Erdoğan dönüşte gazetecilerin sorularını yanıtlarken mutabakatı en az 10 kez ‘ateşkes’ olarak tanımladı. Fakat ortak metnin ilk cümlesinde, “Türkiye ve Rusya’nın Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki ateşkes rejiminin garantörleri olduğu” belirtilse de mutabık kalınan maddelerde ‘ateşkes’ ifadesi geçmiyor. Aksine 17 Eylül 2018 tarihli Soçi Mutabakatı’nda olduğu gibi son mutabakatta da öngörülen bazı hedefler ateşkesi değil, kaçınılmaz olarak daha kanlı bir savaşı sadece erteletiyordu.
Türk tarafı bir tek ateşkese sarıldı. Faşist şef güdümündeki yandaş medya bir süre önce “omuz üzerinde baş bırakmamak” gibi tehditvari çağrılar yayınlamasının ardından, Moskova dönüşünde “Elhamdülillah ateşkesi sağladık” açıklamasını manşetlere taşımaya başladı. Sahadaki durumun ne olduğunu, nasıl bir mutabakata imza attıklarını kimse sormadı, konuşmadı.
AKP rejiminin yandaş medyası her ne kadar bir başarı gibi lanse ediyor, Faşist şefi kahraman ilan ediyor olsa da sonuçta Moskova’da imzalanan mutabakat ile faşist şef Erdoğan,
– Suriye ordusunun M-5 dahil son iki ayda girdiği hiçbir yerden çekilmemesini,
– TC askerinin yığınak yaptığı M-4 otoyolunun temizlenmesini,
– Otoyolun iki tarafından 6 km. derinliğinde güvenli koridorun tesis edilmesini kabullendi.
Faşist şef’in tek kazancı, Suriye ordusunun kuşatmasında kalan gözlem noktalarındaki askerlerine nohut, pirinç, un ve makarna göndermek oldu.
Daha önce diğer çatışmalarda imzalanan birçok ateşkes ve anlaşma barışı sağlamadı, bir çözüm üretemedi. Sadece savaşı ertelemiş ama en sonunda daha kanlı bir hale de getirdi. Son ateşkes (ki mutabakat maddelerinde ateşkes kavramı dahi geçmiyor) de TC için hezimetle sonuçlanacak. Çünkü bu çatışmalar birçok birikmiş sorunun sonucunda gelişti ve halen bu sorunların hiç biri çözülmüş değil. Tersine dış müdahalelerle her gün daha da büyüyor.
Ayrıca Faşist şef, yıllar önce “gayri meşru” ilan ettiği ve aşağılamak için, “rejim” diye andığı Esad yönetimi önününde adeta diz çöktü. Mutabakattan sonra Suriye devleti ve rejimini diplomatik dille kutsadı. Dokunulmaz saydı. Bir işgalci olduğu halde, Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygıyı teyit etti. Nihai bildiride, tam üç kere “Suriye Arap Cumhuriyeti“ dedi ve dediklerinin altını da imzaladı.
Faşist şefin “Suriye Arap Cumhuriyeti” vurgusu yine heryerde ve herzaman olduğu gibi kaynağını Kürt varlığını inkar etmesinden alıyor. Suriye’nin bir Arap devleti olduğu Kürt kimliğinin bir bütünüyle yok sayıldığı mesajını içermektedir. Bununla da Esad’a göz kırpmış oluyor.
Moskova’ya gidip Suriye ordusunun kazanımlarını bir belgeye dönüştüren faşist şef Erdoğan İdlib ile birlikte Suriye’de tükenen hayallerini tescilleyerek geri döndü.
Peki Bu Hayaler Nelerdi?
-Arap Baharıyla birlikte Suriyenin büyük bir kesimi oluşturan Suni Araplar üzerinden, Suriye’de hegemonyasını güçlendirmek isteyen işgalci Faşist TC devleti, El Kaide artıkları çetelerle anlaşarak, Bab, Cerablus bölgelerini aldı. Kürt güçleri DAİŞ’i bitirip Rojava Devrimini gerçekleştirmesi üzerine faşist şef taktik değişikliğine gitti. Kürt kazanımlarının önünü almak için Fıratın doğusuna yöneldi. Fıratın doğusunda bir Kürt koridorunun oluşmasına izin vermeyeceğiz şeklinde dış kamouyuna lanse ettiği plan aslında kendi güdümünde Suriye’deki iç karışıklıkların patlak vermesinden bu yana oluşturmak istediği Suni İhvani koridorunu oluşturma hayalini hedefliyordu. Hegemon güçler, Rojava Kürdistanı’na ilişkin resmiyette tek bir şey söylenmezken fiiliyatta Kürtlere karşı Türkiye-Suriye yakınlaşma kurgusunu içeriyor. Dikkat çekicidir ki TC hükümeti “hem Esad hem SDG”yi hedef alan politikasından çark ederek SDG’yi tek ana hedef haline getirmekle, Esad’ın “Suriye’de Kürt meselesi diye bir şey yoktur” yani “ortak davranalım” çağrısına “zaten hazırız” mesajı veriliyor.
-İdlibi elinde tutmasıyla 20 Ocak’ta Fırat Kalkanı ile işgal ettiği Efrin ve Cerablus’ta, 16 Ekim Barış Harekatı ile işgal ettiği Girê Spî ve Serêkaniye’de hakimiyetini kesinleştirmek.
-İşgal ettiği yerlerde beslediği çeteleri konumlandırmak. Bu yerlerin başında Kürt nüfusunun yoğulukta olduğu Efrin, Girê Spî, Serekaniye gelmekte.
TC’nin Suriye Politikası Hezimetle Sonuçlandı
Türkiye’nin bütün temel politikalarına olduğu gibi Suriye politikasına da yön veren Kürt sorunu olmuştur. Erdoğan yıllardır açıkça ilan etmiştir ki, esas hedefi Rojava’daki Kürt kazanımlarıdır. Buradaki Kürt kazanımlarını inkar, işgal ve soykırımla ezmektir. Efrîn işgaliyle başlayan ve Cerablus’a kadar uzanan işgal bölgesini bütün Rojava’ya ve gücü yeterse Kerkük Musul’a kadar yaymak istediğini defalarca ilan etmiştir. Erdoğan Kürtlerle her türlü diyalog ve siyasi çözüm arayışını reddetmektedir. Zaten Rojava işgali ve Suriye’de içine düştüğü hezimet faşist, sömürgeci kafanın bir sonucudur.
Bu kafayla işgal ettiği Rojava’da ağır kayıplar vermesine rağmen diyalogdan kaçınmaktadır. Erdoğan Türkiye’si Suriye ile Rusya aracılığıyla, Kürtlerle Amerika aracılığıyla ve onların kontrolünde görüşmeyi tercih ediyor.
Kürtlerin kazanımlarını her yerde hedef olarak belleyen, bir bütünüyle Kürtleri inkar, imha ve soykırıma maruz bırakmaya çalışan Faşist tc devlet aklı her güce kendini pêşkeş çekmiş, tüm politikalarından taviz vermiştir. Özcesi “Kürt Anasını Görmesin” politikasını güden faşist TC devletinin hayalleri tükenişe mahkum olmuştur.
Militan RÊHAT
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi