HABER MERKEZİ
Rusya Hava Kuvvetleri ile Suriye Savaş Uçakları İdlib’i bombalamaya devam ediyor. Yine aynı şekilde bunun karadan da devam ettiği söyleniyor. Bazı gözlemciler de bunu doğrulayarak Suriye rejim askeri güçlerinin karadan ilerleme kaydettiklerine dair bilgilendirmelerde bulunuyor. Bununla birlikte Hama etrafında askeri hareketlilik söz konusu. Öyle anlaşılıyor ki, bu böyle daha devam edecek. Bir yandan bunlar yaşanırken, diğer taraftan da İngiltere, Almanya vb. batılı devletler Rusya ve Suriye rejiminin bu saldırılarını durdurması yönünde isteklerde bulunuyor. Burada en dikkat çekici olanını da, böyle bir gerçeklik içerisinde TC devletinin İdlib’de şiddetlenen çatışmalar içerisindeki yeri oluyor.
Elbette TC devletinin İdlib’de şiddetlenen çatışmalar içerisindeki yeri ve üstlenmiş olduğu rol biliniyor. Bunun anlaşılmaz bir yanı da yok. Çünkü TC devleti, Halep sınırından başlayan Jerablus üzerinden Fırat nehrine kadar uzanan coğrafya üzerinde askeri işgal gerçekleştiren bir güç olarak konumlanmış bulunuyor. Bu nedenle de İdlib’de çatışmaların şiddetlenmesi ve ardı sıra daha yukarısında yer alan kentlere, kasabalara da taşırılmasından korkuyor. Sadece korkmakla da kalmıyor. İşgal ettikleri toprakların da ellerinden çıkacağı görüyor. Asıl olarak ta TC devletinin, Rusya ve Suriye devletlerinin İdilib üzerinde ki yoğunlaştırdığı saldırıları durdurmasını istemesinin nedeni de bu gerçeklik oluşturuyor.
Oysa, TC devleti, Rusya ile yakın bir ortaklık içerisinde olduğunu söylüyor. Denilebilir ki, neredeyse faşist diktatör R.T Erdoğan günün 24 saati açık tuttukları telefon hattından Rusya devletinin Cumhurbaşkanı V. Putine günlük tekmiller veriyor. TC devleti adına Astana ve Suçi’de, Rusya, İran devletleri ile resmi görümeler yürütüyor, Suriye ve orada süren savaşa dair kararlar alıyor.
TC, İran ve Rusya devletleri arasında alınan bu kararların merkezinde ise, mevcut durumda Fırat’ın batısı dedikleri coğrafyada süren savaş yer alıyor. Her ne kadar TC devleti bu görüşmelerde İran ve Rusya devletlerini Kürtlere karşı yürüttüğü savaş dahil etmeye çalışıyor olsa da, bu gerçeklik söz konusudur. Bunun bir sonucu olarak ta TC devleti Soçi ve Astana toplantılarında ve de bu devletlerle yapmış olduğu ikili görüşmeler de, bugüne kadar kontrolü altında tuttuğu ve savaştırdığı çetelerini İdlib’den çekme yönünde sözler vermiş bulunuyor. Hatta bu konuda son tarih olarak geride bıraktığımız Nisan ayının sonunun belirlendiğine dair bilgilerde var.
Ancak böyle bir gerçekliğe rağmen, TC devleti, Rusya ve İran devletlerine vermiş olduğu sözleri yerine getirmemekte ve işgal ettiği toprakları terke yanaşmıyor. Bununla da yetinmeyerek, Efrin’in etrafında duvarlar örüyor, Rusya’dan Tıl Rıfat bölgesini de işgal etmek onay istiyor.
TC devletinin izlemiş olduğu bu politikayla neyi amaçladığı, çok açık bir şekilde görülüyor. Rusya ve İran Devletleri de bu gerçekliği görüyor. Zaten Ortadoğu ve Dünya siyasetinin belirlenmesinde etkili olan bu her iki devletin böyle bir gerçekliği görmemesi de mümkün değil. Yakın tarih içerisinde, Efrin’de yaşananlar da bu gerçekliği görmemeleri önünde engeldir.
Efrin işgalinden önce de TC devleti Rusya ve İran devletlerine, bugün olduğu gibi, İdlib’den çetelerini çekeceğinin sözünü vermiş ve bunun içinde İdlib’de etrafında oluşturulacak olan “güvenlik noktalarında” yer alacağını belirtmişti. Ancak böyle bir söz veren TC devleti, yer aldığı “güvenlik noktalarını” Efrin işgalinin ve çetelerini tahkim etmenin merkezi haline getirmekten geri kalmadı.
Bugünde TC devletinin yapmak istediği bundan başka bir şey değildir. En dikkat çekici olanı da TC’nin, ABD ile ilişkilerinin tartışıldığı bir süreçte bunların yaşanıyor olmasıdır. Rusya’nın, ABD ile ilişkilerinde TC devletini kullanmak istediği açıktır. Fakat kullananın, kullanılmak isteneceği de bir o kadar gerçektir. O nedenledir ki, hiç bir kimse, TC’nin Rusya ile ilişkilerinde bu yönün olmadığını iddia edemez. TC’nin, Efrin işgali bunun en somut kanıtıdır. Eğer Rusya’nın vermiş olduğu onay ve destek olmasaydı TC Efrin’i işgal edemezdi.
TC devletinin Rusya ve İran ilişkilerinin özünü oluşturan da bu gerçekliktir. Rusya ile S.400 füze rampaları, nükleer santral anlaşmaları yapmalarının, İran’a yönelik ABD tarafından derinleştirilen ambargonun karşıtıymış gibi görünen yapmış olduğu açıklamalarının nedeni de budur.
TC devletinin Rusya ve İran ile içerisine girmiş olduğu bu ilişkinin kalıcı olduğunu düşünmek ise mümkün görünmemektedir. O nedenle de Rusya ve İran devletleri içinde güven verici değildir. Özellikle de Rusya için bunu söylemek bir abartı olamaz. Rusya’nı tarihte olduğu gibi, bugünde politika da, pragmatik olduğu, çıkarları uğruna yapamayacağı bir şeyin olmadığı bilinmektedir Afganistan’da, Libya’da bu çok net bir şekilde yaşanmıştır.
Ancak, Rusya’nın kendisinin yaşadığı farklı şeylerde vardır. Onun içindir ki, bunları da özellikle de 1975 yılında Irak-Saddam rejiminin, onu bir günde onu nasıl terk ettiğini unutmuş olması mümkün değildir. O güne kadar Rusya, Saddam rejiminin en büyük destekçileri arasındaydı. Irak’ın alt yapısı dahil, askeri ve ekonomik alanda en fazla destek veren bir konumdaydı. Bu yakın ilişkilerinin bir sonucu olarak ta, 1974 yılında Saddam rejimi Kürt direnişini bastırırken, Rusya Irak’ın yanında yer almıştı. Bu yer alış siyasal boyutla da sınırlı kalmamış, Rus Pilotlarının da eli Kürt kanına bulaşmıştı.
Rusya ve Irak-Saddam rejimi arasındaki bu yakın ilişki, 1974 Kürt katliamını izleyen günlerde birden koptu. O güne kadar savaş içerisinde olduğu İran- Şah rejimi ile bir günde barışarak Cezayir anlaşmasını imzaladı, ABD ile güçlü bir ortaklık ilişkisi içerisine girdi.
V.Putin, Saddam Hüseyin vb.lerinin olduğu kadar, R.T. Erdoğan’ın da pragmatik olduğunu bilmeyen yoktur. R.T. Erdoğan’da onlar kadar pragmatiktir. Bundan hiçbir kimsenin de kuşkusu olmamalıdır. ABD ile bugün içerisinde olduğu amiyane bir tabirle “limoni” olan ilişkisini de bu çerçevede ele almak ve bunu daha ne kadar sürdürebileceğine dair soruları da bu gerçeklik içerisinde ele almak gerekmektedir. O nedenledir ki, önce Muammer Kaddafi’yi sonra da, kardeşim dediği, bakanları ile ortak kabine toplantıları yaptığı, aile olarak ortak tatillere çıktığı Suriye Devletinin Cumhurbaşkanı Bişar Esat’ı satmışsa, kendi çıkarları söz konuş olduğun da Rusya ve V.Putin’e de sırtını çevirmesi olanak dışı değildir.
Kuşkusuz R.T. Erdoğan, Muammer Kaddafi’ye, Bişar Esat’a yaptığı gibi, V.Putin’e karşı, aynı tutum içerisine girmesi halinde, işin içerisinden o kadar kolay sıyrılabilecek midir? Orası da ayrı bir tartışma konusudur. Dış politika da uzman bir otorite olarak kabul eden W. Çor Çil’in “Ayıyla yatağa girilmez” diye bir sözü vardır. İsmet İnönü’de doğrudan Rusya’nın adını kullanarak bu gerçekliğe dikkat çekmektedir.
Rus S.400 füze rampalarının TC devletine temsil edilmesinin yaklaştığı şu günlerde İdlib’de yoğunlaşan çatışmaların neden olacağı sonuçlarda TC devletinin; ayı ile girdiği yataktan, nasıl çıkacağını gösterecektir.
Cemal ŞERİK