Suriye bataklığa dönüşürken, Türkiye, katliamlar ülkesi oldu.
HABER MERKEZİ –
Türkiye Başbakanının hayalini kurduğu gibi, Türk ordusu Şam’da Cuma namazı kılamasa da IŞİD’ciler, Türkiye’nin siyasal yapısının etkin bir şekilde değişmesinde rol oynadı. Özellikle Suruç ve Ankara katliamları; ülkede bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını gösterdi.
20 Temmuz 2015 Suruç katliamı, AKP’nin aynı yıldaki 7 Haziran seçim yenilgisinden hemen sonra yaşandı.
Suruç katliamının müştekilerinden biri, durumu şöyle açıklıyordu:
“Bu katliam, AKP’nin kaybettiği iktidarı kanla geri almasının ilk adımıdır!”
Nitekim AKP, 1 Kasım seçimiyle iktidarı geri aldı.
Gerçekte de iki seçim arasında olanlar, çok ‘derin’ ipuçları veriyordu. Defalarca söylenen, ‘Biri önlense, diğer katliamlar da önlenebilirdi’ yargısı, tutanakların, iddianamelerin satır aralarında somutlaşıyordu.
Suruç’taki Amara Kültür Merkezi’nde gerçekleşen saldırıdan önce emniyete gelen istihbaratlarda, önlem alınması talep edilmişti. İlçenin önemli yerlerindeki MOBESE’lerin izlenmesi, polislerin olası canlı bombalara karşı güvenlik önlemi alması istenmişti. Ne var ki bu net uyarılara rağmen, patlama gerçekleşti.
Suruç ile Ankara katliamları arasında büyük bağlar vardı:
Ekip aynıydı, katliam bombacıları ise kardeş…
‘Yıllardır takip edilen’ Antep ekibi, her iki katliamı da planlarken, IŞİD’in canlı bomba deposu Adıyaman da görmezden gelindi. Adıyamanlı Şeyh Abdurrahman Alagöz Suruç’u, abisi Yunus Emre Alagöz, Ankara’yı kana buladı.
Devlet, Suruç’u patlatan ve ‘IŞİD’ci olduğu bilinen’ bombacının abisini de “başıboş bıraktı”. Ankara patlamasından önce toplam 62 istihbarat raporu vardı; bunlardan biri de, patlamanın olduğu gün yollanmıştı. Dahası bu istihbarat raporları arasında Suruç’u patlatan bombacının abisi Yunus Emre Alagöz’ün de adı geçiyordu.
Katliamlardan sonra elleriyle koymuş gibi buldular!
İlginç bir durum var:
Uzun süredir devam eden teknik ve fiziki takibe, tüm IŞİD yapılanmasının bilinmesine rağmen ilk patlamayı ‘göremeyen’, ikincisini ‘engellemeyen’ devlet, Ankara katliamından sonra operasyonlara başladı. Failleri eliyle koymuş gibi tek tek yakaladı. Fakat aralarından bazıları ve -her ne hikmetse- en önemlileri, emniyet operasyonlarında ‘ölü’ olarak ele geçirildi. Bu da ister istemez iktidarın Haziran seçimi öncesi ve sonrası yaptığı açıklamaları akla getirdi:
7 Mart 2015 Cumhurbaşkanı Erdoğan:
“400 milletvekilini verin, bu iş huzur içinde çözülsün.”
8 Haziran 2015 AKP’li Burhan Kuzu:
“Millet kaosu seçti, hayırlı olsun.”
19 Ekim 2015 Başbakan Davutoğlu:
“Ankara’daki saldırı sonrası anket yaptırdık, oylarımızda yükseliş trendi var.”
Ölüm, Suriye’den Antep’i, Adıyaman’ı, oradan Türkiye’nin kalbini, başkentini vurdu. Türkiye tarihinin en büyük katliamı Ankara’yı inceleyen müfettişlerin sorduğu iki soru bile büyük, kara lekeyi ortaya koyuyordu:
“Kamu görevlerinin ihmali ve kastı var mı?”
“Olaydan sonra yaralılara gaz, plastik mermi, su sıkıldı mı?”
Ankara Katliamı davasının 3. duruşmasında mahkeme salonunda arbede çıktı. IŞİD’ciler avukatların üzerine yürümekten çekinmedi. Polis, ailelere ve hâlâ yarası iyileşmeyenlere saldırdı, “İyi oldu” diyerek küfürler savurdu.
Katliama ilişkin gözlemlerini anlatan bir tanık, “Bir kirpi (polis aracı) ölülerimizi ezdi. Kahkaha atan polisler vardı…” diyordu.
Mahkeme salonunda yaşananlar, IŞİD’in bir zihniyet olduğunu ve bu zihniyetin bugün de aynen devam ettiğini gösteriyor.
Katliamda meslektaşı ve eşi, avukat Uygar Coşkun’u kaybeden Mehtap Coşkun’un kısaca sorduğu soruda esas mesele gizli:
“Katili tanıyor, biliyoruz. İhmali, yol vermeyi bile anlayabiliriz. Ama anlaşılmayacak şeyler var: Eşimin kıyafetlerini, ancak 5 ay sonra alabildik. Kazağını eve getirip açtım; üzerinde kemik parçası vardı. İnsani duygularımızı, kırgınlıklarımızı bile hafife alıp hiçe saydılar. Böyle devlet olur mu?”