HABER MERKEZİ
Öcalan’a göre kadınlar en eski sömürgedir. Klasik anlamda kullanılan ve sabit coğrafyaları devletlerin sömürge nesnesi olarak tanımlayan sömürgeciliğin aksine kadınlar (coğrafyasının) sömürgesinin çizilmiş sınırları yoktur ve bu sebeple kadınlar hem çok daha çetrefilli hem de çok daha etkin bir sömürgeleştirmeye tabidirler. Ancak direnişleri de aynı biçimde her şeyi alt üst etme yetisi taşır. Ayrıca kadınların sömürüsü her ne kadar ana-soylu toplumların ata-soylu toplumlarla ikame edilmesi kadar eskilere dayansa da bu sömürü ve istismar en yoğun biçimde kapitalist toplumlarda yaşanmaktadır. Kadınların sömürü ve istismarını mümkün kılan kurum ise ailedir. Aile, cins ve emek sömürüsü- nün gerçekleştiği ancak bu sömürünün aşk, samimiyet, yakınlık, annelik ve kadınlık üzerine geliştirilmiş söylemlerle görünmez kılındığı yerdir. Aynı zamanda aile hem kapitalizm hem de devleti üretir ve yeniden üretir. Öcalan, kadınların sömürgeleştirilmesin de ailenin oynadığı rol ve ailenin devletlilikle ve sermayenin birikimi ve tekelleşmesiyle ilgili yakın ilişkisini özetlemek için dört noktaya dikkat çeker:
1.Aile, erkeklerin şiddet araçları ve karar verme mekanizmalarını tekellerine aldığı ve kadınlar üzerinde tahakküm kurduğu bir mikro-devlettir. Yani devletlilik topluma aile aracılığıyla demir atar.
2.Aile, kadının emeğinin sömürüldüğü ve kadınların hiçbir geri dönüşümü olmaksızın yeniden üretim emeği harcadığı yerdir.
3.Devlet, kadınları aileye bağlayarak onları doğum ve bakım; yani nüfusun gelişiminden sorumlu tutar.
4.Son olarak aile, kadınları içine soktuğu konum dolayısıyla, baskı ve köleliği meşrulaştırır.
Öcalan’a göre aile, kadına karşı bir savaş yürütmektedir. Aile içine kapatılan kadın, cinsel sömürü aracılığıyla erkeklerin sonu gelmeyen zevklerinin nesnesi ve annelik ve ev kadınlığı aracılığıyla köle emeğine dönüştürülmektedir. Ancak Öcalan, feminist yazının savlarının yanında aileyi sadece kadına değil tüm topluma karşı bir savaş mekanizması olarak görür, çünkü aile kapitalist modernitenin kültür ve maddiyatını oluşturan kurum ve ideolojidir. Erkeklerin karar verme mekanizmalarını ve şiddet araçlarını gaspı ve tek elde toplaması nasıl ki ailenin reisi olması, ekmeğini kazanması ve namusunu koruması ile açıklanmaktadır, devlet formu da millete baktığı, düzeni sağladığı ve milleti koruduğu var sayılarak kabul görür. Aynı şekilde aile, hem egemenlik yolu ile hem de hukuk yolu ile iktidarın uygulanmasının modelidir ve ahlakın hukukla, siyasetin ise devletle ikame edildiği yerdir. Baba, yoldan çıkanları cezalandırır, canlarını acıtır ve haklarından mahrum eder. Bu gücünü hem hukukun ona verdiği haklar çerçevesinde kullanır hem de tam da “baba” olduğu için hukukun dışına çıkar ve bu muğlak alanda keyfi bir güç kullanır. Üstelik aile tüm bu iktidar biçimlerinin aşk, sevgi, gereklilik ve yakınlık söylemleri ile görünmez kılındığı yerdir. Kısacası aile, tek bir hamleyle kapitalist modern devlete uygun hareket eden iç dün- yaları ve onların birbirleri ile olan bağlarını üretir, ezme-ezilme ilişkilerini doğallaştırır. Öcalan, aile ile ilgili bu görüşlerini paylaşmasının yanı sıra kendi yaşam öyküsü ve gözlemleri etrafında Kürt ailesi ile ilgili de daha özel çıkarımlarda bulunur:
Bilindiği gibi siyah ve sömürü sonrası yazından etkilenen feministler, beyaz feminizmin aileye olan itirazlarını eleştirmiş; ırkçı ve sömürgeci toplumlarda yaşayan kadınlar için ailenin güvenlik ve dayanışma sağlayan güçlendirici bir yapı olduğunu söylemişlerdir.
Öcalan ise bunların tam tersine özgürlük ve irade geliştirmek isteyen Kürt gençliğinin aileden ayrılması gerektiğini savunur. Öcalan’a göre Kürt ailesi, modern ailenin tüm sorunlarını kapsamasının yanı sıra Kürt toplumunun sömürgeleştirilmesi ve devletle işbirliğine mahkum edilmesinde başat bir role sahiptir. Ayrıca aile, asimilasyonu ve sömürgeleşmiş kişiliklerin içselleştirilmesini de kolaylaştırır.
Bu analize göre Kürt Özgürlük Hareketi’ne ve özellikle de gerilla hareketine katılım, sadece devlet ve kapitalizme karşı gelmenin değil aynı zamanda ailenin maddi yapısına ve ideolojisine direnmenin de yoludur. Burada belirtmek gerekir ki Öcalan, ailenin tamamıyla yok edilmesinden ziyade, ciddi bir dönüşüm geçirmesi gerektiğini savunur. Yani bir bakıma aileyi yeniden üretimi örgütleyici bir birim olarak tutar, buna alternatif bir biçim önermez. Ona göre aile dönüştürüldüğü ölçüde, ahlaki ve siyasi topluma katkı sunabilir. Ancak bana göre bu konu tartışmaya açıktır ve hem KÖH’ün hem de dünyadaki başka isyan ve inşa hareketlerinin deneyimleri aileye alternatif kurumların düşlenebileceğini ve buralarda üretim, bakım ve duygusal emeğin eşitlikçi ve özgür biçimlerde örgütlenebileceğini düşündürtmektedir.
Doğrudan etkilerine bakacak olursak, hareket cinsiyet ilişkilerini kamusal alanda gerçekleşen çok çeşitli siyasi ve pedagojik eyleyişlerle dönüştürmektedir. Bunların arasında en önemlileri eş başkanlık, kadınlara yönelik akademi eğitimleri, kadın meclisleri ve siyasi ve toplumsal alandaki örgütlenmelerde eşit temsil örnekleri olarak sıralanabilir. Dolaylı olarak ise değişim, kızların, oğulların, kız ve erkek kardeşlerin aileden koparak harekete katılımıyla gerçekleşmektedir. Katılım yapanlar, kendilerini biyolojik olarak yeniden üretemedikleri için aile ve akrabalar onların fikirlerinin, yaptıklarının ve anılarının yeniden üretimini üstlenmekte; dağa, başka gerillalar göndermekte ve böylelikle aileyi fiili olarak dönüştürmektedirler.
Lee Edelmann aileyi, devleti ve kapitalizmi, yani olduğu gibi düzeni ya da bizim deyişimizle kapitalist moderniteyi yaşatanın “çocuk” mitolojisi olduğunu, çocuğun kutsallığının tüm düzen içi siyasetlerin ortak paydası olduğunu ve çocuk ideolojisinin insanları sürekli olarak var olana eklemlediğini, ailelerin çocuk uğruna muhafazakarlaştıklarını anlatır. Bunun karşısına evlenmeyen-üremeyen “queer” figürünü koyar. Queer, heteronormatif olmayan tüm seçimlerin sabit olanı sarsmasına atıftır. Kürt toplumunda gerilla, evlenmeyen-üremeyen bir figür olarak toplumu muhafazakarlıktan kopartan, çocuğun kutsiyeti yerine şimdi hareket etmenin ve mücadelenin önemini eyleyen queer ile akrabadır. Aileyi de bu anlamda bir yandan sarsar, bir yandan ise ailenin onun biyolojik yeniden üremesini ikame etmek için fikirlerini ve yaşam öyküsünü model alması, resimler, eşyalar ve anılarıyla çoğaltması sonucunda komünleşir, toplumsallaşır.
Etnografik çalışmalar, gerilla hareketinin aileyi nasıl farklı biçimlerde dönüştürdüğüne dair çokça başka örnekle de doludur. Yakınları öldürülmüş ve kaybedilmiş olanlar başta olmak üzere, kadınlar siyasette aktif roller almakta, sivil topluma katkı sunmakta, meclis ve belediyede çalışmakta ve bunları yaparken babalarını, eşlerini ve oğullarını evde bırakarak ev içi iş bölümünün temellerini sarsmaktadır. Ayrıca anadilde eğitim kampanyaları sayesinde ve Kürtçe ile sıkı ilişkileri sebebiyle, kadınların toplumda yeni bir değere kavuşması mümkün olmuş ve onlara atfedilen cahillik, yerini (kimi zaman Kürtçe konuşamayan Kürt kadınlar pahasına) kültürel bilgeliğe bırakmıştır. Üstelik bu sayede kadınlar çocuklarını eve bağlayan yük olmaktan çıkmış sembolik olarak gerillanın mücadele yoldaşı olmuşlardır. Bütün bu nedenlerle kadınların ailedeki rolü yeniden tanımlanmış ve kadınlar ailede devletin sömürüsünü kolaylaştırıcı değil engelleyici rolleriyle öne çıkmıştır. Yani kadınlar sömürü ve devlet iktidarının başarısının değil başarısızlığının garantisi olarak görülmeye başlanmışlar, bakım ve duygusal emekleri “hevallik” ilişkilerinde bilince çıkartılarak yeni ilişki biçimlerinin ilhamı olmuşlardır.
Kadınların yanı sıra, 1990’larda Türkiye ordusu eliyle yerinden edilmişlerin göç ettikleri şehirlerde ortaya çıkan yeni gençlik de aileyi ciddi biçimde dönüştürmekte ve geleneksel güç dağılımlarını bozmaktadır. Bu gençler kendi siyasi cemaatlerini yaratmakta, büyük serhildanlar gerçekleştirmekte ve hem devlete hem sermayeye hem de aileye isyanın ifadesi haline gelmektedirler. Çocukluk ve gençlik bu kuşakla birlikte nesnellikten çıkmış, farklı yaş gruplarının ve siyasi oluşumların yatırım yaptığı ve siyasi ve bireysel özgürlüğün kaynağı, birer siyasi statü ve öznelik biçimi haline gelmiştir. Böylelikle aile içindeki cins temelli olduğu gibi yaş temelli hiyerarşiler de alt üst olmuştur. Öte yandan yıkım sonrası Kürdistan’da gençler çabucak evlendirilmekte böylelikle toplum imhaya karşı kendini bir yandan savunmakta, bir yandan ise aile formunu yeniden üretmektedir. Ancak bu aile formunun ne hal alacağı -muhafazakar mı olacak yoksa yepyeni biçimler mi alacak sorusu- ancak önümüzdeki onyıllar da ve bir kez daha eyleyiş içinde ortaya çıkacaktır.
Nazan Üstündağ