HABER MERKEZİ
Şehit düşen her arkadaşın hikayesini anlatmak şüphesiz ki zor. Ama abartısız bir durum vardı her birinin hikayesi diğerini anlatır özellikteydi. Beraber verilen mücadele ayları ortak duruş ve yaklaşımları en üst düzeye çıkarmıştı. Bunlardan Berjin Demirkaya ilk hastanede şehit düşen arkadaşlardan biriydi. Duruşu ve katılımıyla dile gelmese eksik olur. Berjîn, direnişten önce de Cizre’deki kadın çalışmalarına bakıyordu. Erzurum’luydu. Canlı ve azimliydi. Bulunduğu kültürel ortamla çabuk kaynaşabiliyordu. Kadın çalışmalarına ivme kazandırmak için neredeyse her gün bir evde, bir sokakta halkın içindeydi. Kadınları toplar sohbet eder, toplantı yapardı. Komün ve meclislerin oluşumunda emeği en belirgin arkadaşlardandı.
Berjin, Feride ve onlarca kadın yoldaş Cizre’de sadece ceberut bir devlete karşı değil, aynı zamanda devletin eril zihniyetine, bütün iktidar yapılarına karşı da mücadele ediyorlardı. Direniş içindeki özgür ruhlu kadınlar, gençler ve çocuklar o vahşet günlerinde kavrulan bedenlerin ateşe ve küle dönüşerek yeniden yeşereceğini çok iyi biliyorlardı. Özellikle Berjin’in direniş günlerinde tarihe not geçecek sözleri unutulamazdı. O da şiir gibi konuşmuştu. Hakikatin dili gerçekten şiirseldi ve son sözlerini söyleyenlerin ortak dili haline gelmişti;
“Erdoğan’ın unuttuğu bir şey var. Bizler toprakta can bulur ve yeniden yeşeririz ama şunu iyi bilsin ki biz sadece insanlığa güzellik katarız ve utandırırız sessiz kalanları…”.
Sözünde duran biriydi ve o da sessiz kalanlara ebedi bir utanç bıraktı. Herkesin gözü önünde, canlı canlı Berjin’in de içinde olduğu yaralı tüm arkadaşları şehit etmişlerdi. Bugünden sonra susmak ve sessizlik kavramları, nefret edilesi kelimeler olacaktı. Egemenliğin derin bir zorundan kaynaklı türetilmiş kelimelerdi. Sessizlik, ölümün diğer adıydı. Özgür insan susmaz, susturulamaz oysa. Bunu yapan ne bahaneyle olursa olsun derinliğine köleliği içerlemiş demekti.
Artık hiçbir şey eskisi gibi değerlendirilemezdi. Direniş içinde yer alan arkadaşlar bu kalleşçe katliama hem neden olan güce karşı büyük bir nefret bağladılar hem de duruşlarıyla buna zemin sunan dost ve ‘ilerici insanlık’ hakkında hayal kırıklığı yaşadılar. Göz göre göre canlı bir katliama nasıl izin verilirdi ki? Sorulması gereken buydu. Yoksa esas soru ‘Devlet bunu niye yaptı’ olamaz! Bunu diyenler kendini sıyırmak isteyenlerdi. Faşizm, faşizmdir. Ondan başka ne beklenebilir? Bu durum karşısında dostların ve hatta yoldaşların bir çare üretmemesinin şüphesiz nedenleri vardı; akılcı politik tutum ile vicdanları arasında yaptıkları muhasebede, akılcı olanda karar kılmışlardı. Vicdanlarıyla değil, akıllarıyla hareket etmişlerdi. Halbuki toplumsal hareketlere inanmış insanların en temel özelliği vicdani olmalarıydı. Zaten PKK bunun adıydı; toplumsal adalet ve vicdan hareketiydi. Kobanê’de böyle kazanılmıştı. Bu en büyük güçtü ve mücadele ettirendi. Analitik aklın soğuk hesapçılığına düşen birey, her şeyi maddi olarak kar ve zarar üzerinde yapandır. Ne kadar iyi düşüncelere sahip olsa da o cendereden kendini alıkoyamaz. Durum bu kadar netti ve anlaşılıyordu. Akıllı olan kendini öyle bir cehennemin içine atmazdı, atmadı da! Vicdanları sızlasa bile çaresizlikte karar kıldılar. Ne de olsa acılara alışmış bir toplumduk, yüzlerce katliamdan geçmiş, bir yenisini de kaldıracak kadar bünyemiz acılara ve katliamlara karşı maalesef bağışıklık kazanmıştı…