HABER MERKEZİ
Geçtiğimiz hafta içerisinde Otizmli çocuklara ilişkin olarak basın-yayın organlarına bir haber yansıdı. “Her nedense” bu haber ertesi gün hemen geri çekildi. Haber önemliydi. Çünkü Türkiye’deki özel-kirli savaş gerçekliğinin hangi boyutlara vardığını ve bunun toplumsal değer yargıları üzerinde ne denli tahrip edici etkiler yarattığını çok çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermekteydi.
Basın-yayın organlarında ancak bir gün kalabilen bu haberi muhalif basın-yayın organları gördü, fakat onlar da yeterince işleyemediler ve topluma mal edemediler. Habere göre İstanbul’un Aksaray ilçesinin “Mehmetçik İlkokulunda” okuyan “Otizmli çocuklar, diğer öğrenciler tarafından annelerinin yönlendirilmesi ile yuhalanmışlar.” İlk bakışta sadece bir habermiş gibi gösterilmeye çalışılmış olsa da, aslında duyulması ile birlikte, infiale ve sokaklara/meydanlara çıkmayı gerektirmekteydi. Ancak böyle olmamıştır. Toplumda hafiften bir esinti bile yaratmamıştır.
Ne demek, otizmli çocuklar; otizmli olmayan çocukların anneleri tarafından kendi çocuklarına yuhalatılıyor. Buna hakları var mı? Otizmli çocuklar bu dünyaya başka bir evrenden mi getirilmişler? Onları da dünyaya getiren anneleri değil mi? Yoksa otizmli çocukların anneleri mi yok? Hangi annenin yüreği, bu şekilde çocuklarının aşağılanmasına dayanır, sessiz kalır. Otizmli çocukları yuhalatan “annelerin” hiç mi empati gücü kalmamış? Ne yazık ki, basın-yayın organları bunları sorma yerine hemen ertesi gün haberi “gömmeyi” yeğlemişlerdir.
Oysa her yıl Mayıs ayının ikinci Pazar günü, bu ülkede “Anneler Günü” olarak karşılanmıyor mu? Kendine Müslümanım diyenler Hz. Muhammed’in “Cennet Annelerin ayakları altındadır” dediğini bilmiyorlar mı? Hani her anne için çocuğu, kendi gözünde şahindi? Nerde kaldı anne sevgisi? Burada çok açık bir şekilde belirtmek gerekir ki, anneyi anne yapan özelliklerin kaybedildiği bir ülkede, toplum her şeyini kaybetmiş demektir.
Dünyada değişilmeyen ve değerinin belirlenmesi mümkün olmayan tek bir şey varsa, onun annelik olduğu herkes tarafından kabul edilmektedir. Tüm toplumsal değerler belirlenirken orada ölçü olarak kabul edilen annedir. Yaşanılan toprak; anayurt olarak kabul edilir. Sömürgecilere/işgalcilere karşı savaşın adı; anayurt savunmasıdır. “Ana gibi yar olmaz” sözü boşa söylenmemiştir. Bunlar olmadığında orada annelikten bahsetmenin hiçbir şekilde olanağı kalmamaktadır. Bu şekilde anneliğin; biyolojik anne olmaktan öte bir anlam ifade ettiği çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ve bu gerçeklik; kitaplara, türkülere, filmlere konu olmuştur.
O nedenledir ki, İstanbul’un Aksaray ilçesinin “Mehmetçik İlkokulunda” okuyan otizmli çocukları yuhalatan annelerin, gerçek anlamıyla yüklü olan annelikle ne kadar ilgili de olduğu tartışmalı bir hale gelmiştir. Ancak o “annelerin” bu hale getirilmiş olmalarından, onları sorumlu tutmak mümkün değildir. Onları bu hale getiren soykırımcı, özel-kirli savaş rejimi ve temsilini bulduğu R.T. Erdoğan-D. Bahçeli faşist diktatörlüğünden başkası değildir. Onların “üstün ırkçı”, “kafatasçı”, faşist zihniyetleridir.
Faşist diktatör Hitler de Almanya’da böyle yapmıştı. Kendine göre bir “Alman prototipi” belirlemiş ve ona özellikler atfetmiştir. Buna göre, model bir “Alman tipi” oluşturmak istemiştir. Bunu gerçekleştirmek için önce Alman toplumu içerisinde, belirlenen modele uygun görmediklerini gözlerden uzak tutmuştur. Bir yandan bunu yaparken, diğer yandan da “üstün” olarak gördüğü Alman toplumu ile diğer topluluklar arasına bir sınır çekmiş, onları ayrıştırarak esir kamplarında toplamış ve sistemli olarak soykırıma tabi tutmuştur. Buralarda Alman olarak kabul etmedikleri farklı kimliklerden olanları birer denek olarak kullanarak, sonuçlar elde etmeye çalışmıştır. Kimlik olarak; Yahudiler, Çingeneler(Romenler), ideolojik olarak ta sosyalistler, devrimciler, demokratlar vb. bu yönelimlerden “nasiplerine” düşeni almışlardır.
Hitlere göre Alman; diğer kimlikler karşısında her şeyiyle kendi “üstünlüğünü” gösterebilmeliydi. Fiziksel ve ruhi yeterlilik olarak böyle olmalıydı. Buna uygun olmayanda “doğal seleksiyonun” bir gereği olarak yok edilmeliydi. Faşist kafatasçı bir zihniyet yapısının bundan farklı bir sonuç ortaya çıkarması mümkün değildi. Türkiye’de İttihat Terakki, sonrasında TC ile birlikte yaşanmaya başlayan süreçte bu düşünce yapısına sahip olanlar vardı. Hatta bunlar Hitler için birer ilham kaynağı haline gelmişlerdi. Bunların kendilerine göre bir Türk tanımı vardı. Yapılan bu tanıma göre de “Türklüklerinden övünmeliydiler.” Bu tanıma uygun olmayanların da yaşama hakları yoktu. Önlerinde konulan tek seçenek vardı. O da; ya ölecekler, topraklarını terk edecekler ya da köle ve hizmetçi olacaklardı.
Bugün Türkiye’deki soykırımcı faşist diktatörlüğün uygulamaya koyduğu zihniyet yapısı bundan başkası değildir. Türk dışında başka bir kimlik kabul edilmediği gibi “her şey Türk’e göre” olmalı denilmektedir. Ermenileri, Asuriler-Süryanileri, Anadolu-Greklerini soykırıma uğratılmıştır. Kürtleri de yok etmek için yüzyıla yakın bir süredir soykırım saldırılarına tabi tutulmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, şimdi sıra; Türkiye toplumu içerisinde, belirledikleri “Türk prototipe” uymayanları ayrıştırmaya gelmiştir. İstanbul’un Aksaray ilçesinin “Mehmetçik İlkokulunda” okuyan otizmli çocukların yuhalatılması da bu gerçekliğin bir dışa vurumu olmuştur. Soykırımcı TC devletinin temsilini bulduğu R.T. Erdoğan ve D. Bahçeli faşist diktatörlüğünün hedefinde bu gerçeklik vardır. En tehlikeli olan da bu ırkçı, faşist zihniyet yapısını anneleri kullanarak uygulamaya koymuş olmalarıdır.
R.T. Erdoğan ve D. Bahçeli ikilisi anneleri kirli amaçları doğrultusunda farklı argümanlar kullanarak sadece Türkiye kentlerinde değil Kürdistan’da da kullanmak istemektedir. Amed’de HDP önüne “anneleri” oturtmalarının ifade ettiği anlam bundan başkası değildir. Onun içindir ki, Amed’de HDP önüne oturtulan “annelerle”, İstanbul’un Aksaray ilçesinin “Mehmetçik İlkokulunda” okuyan “otizmli çocukları yuhalatan “anneler” arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. “Kadınları da vurun”, “çocukları da vurun” diyen bir zihniyet yapısından bundan başka bir şey beklenilmemelidir. Nitekim son günlerde açlık-yoksulluk ve çaresizlikten ölümü “çare” olarak görüp ailece yaşanan toplu intiharlar da bu faşist zihniyetin neden olduğu bir sonuçtur. Yaşanan kadınlı-çocuklu ailelerin toplu intiharları kamuoyunda yürek burkması bir yana çözüm olunması gerekirken RTÜK başkanının bu olayı duyuran haber kanallarına dönük, “bu yönlü haberleri yapıp toplumun huzurunu bozmayın” demesi devletçi zihniyetin kendini suçüstü ele vermesinin somut göstergesidir. Önümüzdeki günlerde bu zihniyet yapısının kendini dışa vuracağı çok daha farklı örneklerle de karşılaşıldığında buna şaşılmamalıdır.
Unutulmamalıdır ki, Kürdistan’da böyle bir düşmana karşı, Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi verilmektedir. Bu aynı zamanda insan olmak, insan olarak kalmak, toplum olmanın bilincini yeniden canlandırmak, anneliği ve annelikte temsili bulan ulvi değerlerin korunması için yürütülen bir savunma mücadelesi içerisinde olunduğu anlamına gelmektedir.
Cemal ŞERİK
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi