HABER MERKEZİ- Kürt kadın hareketinin önemli sembol isimlerinden biri de Sema Yüce. Çanakkale Cezaevi’nde, 21 Mart 1998’deki Newroz’da “Bedenimi 8 Mart’tan 21 Mart’a köprü yapmak istiyorum” diyerek bedenini ateşe veren Yüce, geçekleştirdiği eylemle Kürt kadınlarının mücadelesinde ölümsüzleşti.
Özgürlüğe olan tutkusuyla hem Kürt kadınları hem de halkının mücadelesine ışık olan Yüce, 1971’de Agirî’nin Dutax (Tutak) ilçesine bağlı Qerxelixa Jêrê (Aşağı Kargalık) köyünde dünyaya geldi. Şeyhlik geleneğinin hakim olduğu 6 çocuklu bir ailede büyüyen Yüce, ilkokulu köyde, ortaokulu Dutax’ta, lise öğrenimini ise Agirî’de tamamladı. Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji Bölümü’nü kazanan Yüce, burada devletin baskı politikalarına karşı 3. sınıf öğrencisiyken, 1991’de PKK’ye katıldı. Yüce, 1992 yazında bir grup arkadaşı ile birlikte ihbar sonucu gözaltına alınarak tutuklandı.
Son söz: Ben Newroz oldum
Yargılandığı davanın ikinci duruşmasında 22 yıl hapis cezası verilen Yüce, cezaevinde kaldığı süre boyunca özgür kadın duruşu ve kişiliğine yoğunlaştı; Zeynep Kınacı ve Zekiye Alkan’ı kendine esas aldı. Yüce, tutsaklığının 6. yılında ise Çanakkale Cezaevi’nde 21 Mart 1998’de bedenini ateşe verdi. Ağır yaralı olarak kaldırıldığı İstanbul Cerrahi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 17 Haziran’da, 80 günlük yaşam mücadelesinin ardından şehit oldu. Hastanede şehadetinden önce son sözü “Ben Newroz oldum, Mazlum oldum” oldu.
Ardından bıraktığı mektuplar
Ardından bıraktığı mektuplarında ise özgülük tutkusunu miras olarak bıraktı. Yüce, cezaevinde özellikle annesine ve kadınlara yazdığı mektuplarda, sık sık kadın mücadelesinin öneminin altını çizdi. Yüce’nin 31 Mart 1994’de annesine yazdığı mektup şöyle: “Çoktandır sana mektup yazamadığım için beni affet, seni tüm saygım ve sevgimle kucaklıyorum, ellerinden öpüyorum. Sen anaların en güzeli, en emektarı, en yiğidisin. Senin sütünün helal olması, senin hakkının karşılanması, ancak seni ve senin gibi yiğit anaları özgür eden bir savaşta yer almakla mümkün olur. İşte ana, sütün helal olsun diye ben de bugün analarımızın özgürleşmesi uğrunda bir savaş içindeyim. Zindanda oluşum, seni ne üzsün ne de kaygılandırsın. Bu zindan da benim için onur kaynağıdır.
Tüm bunlar senin de savaşındır
Ülkem Kurdistan’a yeni bir savaşçı kazandırdın. Hepimizin gözü aydın olsun Mizgin, hoş geldin Mizgin. Mizgin senin yeni umudun olacak ama bil ki sadece senin değil, tüm Kurdistan halkının umudu olmaktadır. Ülkemizde savaş her geçen gün biraz daha büyüyor. Düşman en çok analarımıza düşmandır, en çok onların emeklerine düşmandır. Unutmayın ki her gün şehit düşenler, sizin emeğinizdir, doğum sancınızdır, açlık, yoksulluk içinde büyüttüğünüz çocuklarınızdır. İşte anacığım tüm bunlar senin de savaşındır, bu yüzden geçmişi düşünerek kendini üzme. Sen benim yaşamıma yön veren güçlerden birisin. Söylerdin ya ‘aslınızı inkar ederseniz sütümü helal etmem’ ve söylerdin ya ‘namus namusla temizlenmez.’ Bak görüyorsun hem aslımızı inkar etmiyor hem de aslımızı inkar edenlere karşı savaşıyoruz. Bu yüzden sen üzülmemelisin, düşmanların üzülsün. Senin kin değil, gurur duymak; zalimin, celladın, iş birlikçinin karşısında sonuna kadar dimdik durmalısın. Sen Kurdistanlı bir anasın. Yanı başındaki Cizreli, Şırnaklı kadınları düşün; onlar bugün bütün zorlukların bedelini ödüyor ve tüm kinlerini düşmanın suratlarına kusuyor. Geçmişi kendine dert etme, sanma ki ben zindanda mutsuzum, sanma ki çevre ne diyor diye dertliyim. Beni kendine dert etme. Mizgin’i büyüt, bütün isteklerini, umutlarını, düşüncelerini Mizgin’de büyüt. Mizgin büyüdükçe senin umutların da büyür. Senin artık bir kızın değil binlerce kızın ve oğlun var. Eski düşmanlıkları, dedikoduları kafandan sil ve o kadınlara el uzat, onlara bu savaşın ne demek olduğunu anlat.”
En büyük namus olan vatan
Yüce, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla annesi, köyündeki kadınlar için kaleme aldığı mektupta da günün anlam ve önemine dikkat çekiyor. Yüce’nin 8 Mart mektubundan bir bölüm şöyle: “Bugün ülkemizde sizin gibi anaların bacıların doğurduğu on binlerce genç kız ve erkek en büyük namus olan vatan davasında gittikçe direniyorlar. Bêrîvanlar, Bêrîtanlar, Mizgînler direnişleriyle sizlere ve hepimize özgür yarınları müjdeliyorlar. Siz de artık ayağa kalkın; evinizi, mahallenizi, köyümüzü devrimin bir mevzisi yapın. Sizler yiğit anamız Kurdistan’ın Murat Nehri, Dicle Nehri gibi ırmaklarında süt içmiş Serhat’ın, Botan’ın toprağında kavrulmuş analarımızsınız. 8 Mart Kadınlar Gününüzü bu inançla kutlarken sizi savaşımızın en ön saflarından en fedakar, cesur, savaşçılar olarak görmek istediğimizi belirtiyoruz. Biz sizleri ak sütünüzden sevmeye başladık, siz de hem Kürdistanı ve dünya emekçi kadınları özgürlük savaşın bilinci ve aşkıyla sevmelisiniz. Size selam olsun Ararat’ın güzel kadınları. Kızınız Sema.”
* * *
Sema’nın son mektubu
Sema Yüce’nin şehadetinin üzerinden 26 yıl geçti. Haksızlık ve zorluklara karşı başkaldıran Sema’nın mücadelesi ve direnişi, birçok Kürt kadına ve Kürt halkına örnek oldu. Sema Yüce’nin, “Çağımızın sosyal mücadeleler öğretisinin yaratıcısı, parti genel başkanımız ve ulusal önderimiz Başkan Apo’ya!” hitabıyla başlayan son mektubu şöyle:
“1971 Ağrı doğumluyum. Parti içinde Leyla ve Serhildan kod isimlerini kullandım. Geçmişte Kürt feodalitesi içinde belli bir yeri olan, ancak TC tarihi boyunca ne tam anlamda rejimle buluşan ne de Kürt kimliğini korumaya dönük ciddi bir öncülük yaratan, giderek sistem içinde eriyen, maddi olduğu kadar manevi olarak da zayıf düşen bir ailenin çocuğuyum. Ailem, belli bir bölge insanları içinde dini vasıfları nedeniyle ve şeyhlik kurumuna dayanarak moral merkez rolünü oynamışsa da günümüzde toplumsal bir iddiaya sahip olmayan, vasatlaşan bir ailedir. Bu aile içinde yetişen 6 çocuktan biriyim. Ailemde belli bir yurtseverliğin olması, medrese eğitiminin aile içindeki uzantıları, aile içinde büyük amcamın bana Leyla Qasim diye hitap edişi, 70’li yılların belleğimde sınırlı kalan ancak derin izler bırakan anıları beni mücadeleyle, 90’lı yılların kitleselliğiyle buluşturdu.
Büyük öfke ve inadıma rağmen
Küçüklüğümden bugüne kadar ailemin şahsında şahit olduğum Kürt gerçekliğinin tüm çatışmalarını, çelişkilerini yaşadım. Son olarak Kemalizmin eğitim kurumlarında gördüğüm eğitimle bu daha da boyutlandı. Özellikle de üniversitede emperyalist kültür ve onun kadına sunduğu seçeneklerin üzerimdeki etkileri sonucu, çocukluk hayallerime karşıt yaşam arayışının içine girdim. Kendimi doğru temellerde örgütlemediğim, Önderlik kavrayış düzeyimi zamana ve mekana uyarlamadığım için kişiliğimdeki gerilikleri aşamadım. Aynı zamanda toplumda, mücadele saflarında köleliğe karşı büyük öfkeme, inadıma rağmen erkek egemen toplumun dayatmalarına karşı güçlü bir duruşu sergileyemedim. İsyan adına attığım her adımda bağımlılık duruşuna yol açtım. Bir anlamda bu toplumla bütünleşen ve onun üreticisi olan bir konuma geldim.
Özgürleşme yolundaki Kürt kızı
1988’de üniversitede mücadeleyle tanıştım. Bu 10 yıllık mücadele yürüyüşümde yukarıda özetlemeye çalıştığım kişilik duruşumun tüm ayrıntıları söz konusudur. Geriye dönüp baktığımda, bir Kürt kızı olarak özgürleşme yoluna giren her Kürt insanının ve kadınının, hatta her insanın yaşayabileceği birçok beşeri zaafı, kişilik sorunlarını, siyasal ve örgütsel eksiklikleri yaşamış olduğumu görüyorum. Fakat asla yerinde saymadım. Başkan Apo ve önderliğinde gelişen özgürlük öğretisi, beni hep ayakta tutan bir güç kaynağı oldu. Gelinen noktada, kişiliğimde Kürt toplumunun ve yine Kürt egemen sınıflarının tüm çelişkilerinin bir kadın kişiliğinde ulaşabileceği son noktaya geldiğini ve bunun aynı zamanda aşma noktası olduğunu görüyorum. Mübalağasız, kişiliğimde yaşanan çatışma düzeyinde bin yılların bir çatışmasını hissediyor, duyumsuyorum. Bu, aynı zamanda kendimi aştığım anı ifade ediyor. Bunun tesadüf olmadığını biliyorum. Bu durum, Başkan Apo şahsında Kürt gerçekliği içinde verilen insanlaşma, sosyalleşme ve özgürleşme mücadelesinin ‘Savaşta Zafer, Yaşamda Özgürlük’ aşamasına gelmesiyle yakından ilişkilidir. Mücadelenin geldiği düzey, bunun alanımızda yürütülen partileşme çalışmalarında bulduğu ifade sonucu şu gerçeği daha iyi kavrıyorum: Nasıl ki gökyüzünde iki güneş yoksa ve olmayacaksa bir insan için, özgürleşmek isteyen bir kadın için, iki yaşam seçeneği, iki moral merkez olamaz. Bu satırları yazdığım an, kendimde düşünsel, moral ve yaşamsal açıdan Başkan Apo’yu tek merkez haline getirdiğim, kendimdeki tüm iç engelleri aştığım andır. Bu dönemin bir emridir. Bu dönem, mücadelenin geldiği bu aşama, tükenmiş bir toplumun tüm öfkelerini, inadını, sabrını ve acısını kendinde biriktiren, büyük intikam savaşını, peygamberlerde dahi görülmemiş bir sabırla yürüten Başkan Apo’nun emeklerinin bir ürünüdür.
İç ihanete de dayanan plan
Gelinen aşamada düşman, büyük insanlık yürüyüşümüzü durdurmak istemektedir. Türk Genelkurmay Başkanlığı, bir süredir mücadelemize ‘marjinalleştirme’ adı altında tasfiyeyi dayatmaktadır. Bu plan, emperyalist merkezlerde hazırlanmış, bölge gericiliğini yanına almış ve Türk sömürgeciliği eliyle uygulanan, uygulanırken de iç ihanete dayanan bir plandır. Kürt iş birlikçiliğini ve onun mücadelemiz içindeki uzantılarını, kendisi için sosyal zemin kabul eden bu planın özü, insanlığın beşiği Mezopotamya’dan başlayan çağdaş insanlaşma yürüyüşünü Kurdistan’da, hatta Kurdistan içinde de dağlarda, tek tek şehirlerde, insan beyni ve yüreklerinde sınırlandırma, daraltma, içten içe çürüterek düşürme planıdır. Bu planın temel zemini köle Kürt gerçeği ve onun sosyalite düzeyidir. Düşman, Kürtleri çağın Lut kavmi haline getirmek, onları açlıkla ve cinsellikle teslim alarak tüketmek istemektedir. Bunun için ülkeyi insansızlaştırmakta, gemilerle kendi merkezlerine taşıdığı sürgün Kürtlerden kendi Kürt gettolarını oluşturmakta, bu gettolara topladığı Kürtlerin kişiliğinde özgür yaşam seçeneğini boğmak istemektedir. Köylerini yaktığı insanlarımızı metropol varoşlarında çöplüklerden ekmek toplar hale getirerek, açlıkla terbiye etmekte, buralarda biriken gençleri yaşam sınırlarında tüketmektedir.
Dörtlerin yaktığı yaşam ateşi
Partimizin Zap’ta, Etruş’ta, Ninova’da yaşama geçirmeye çalıştığı özgür yaşam seçeneğini tecrit ederek, imha ederek Kürtlere tek tercih olarak düşkün bir yaşam sunmaktadır. (…) Düşmanın bu politikasının zindan ayağı rehabilitasyondur. Zindanda ‘marjinalleştirme’, Mazlumların, Hayrilerin, Kemallerin ve Dörtlerin yaktığı yaşam ateşini söndürmek, tek tek bireylerin beyninde ve yüreğinde duvarlar örerek dağların doruklarında yanan mücadele ateşiyle buluşmasını engellemek, Partimizin çözümleme silahını düşmanın ideolojik ve kültürel kuşatmasını tersine çevirmek, atomlarına dek çözerek düşkünleştirmektir. Zindanlarda birikmiş olan on binleri, kendi kendini içten içe tüketen bir yapı haline getirerek tüm moral değerlerimizden koparmak ve kendi iş birlikçi seçeneklerini sosyal dayanak haline getirmektir.
Marjinalleşmeye karşı direniş
‘Marjinalleştirme’ politikasının her alandaki değişmez silahı, geleneksel kadın ve erkek egemen kişilik yapılarıdır. Bu silah, kaba cins eğilimlerinden egemen örgüt ve politika anlayışlarına kadar her açıdan kullanılan bir malzemedir. Sömürgecilik bitip tükenmek üzereyken, tek dayanağı yarattığı insan tipi kalmıştır. Başkan Apo öncülüğünde yürütülen mücadelemiz, şehitler ordumuz, bu politikayı erkenden fark etmiş, çözümlenmesini gerçekleştirmiş ve yurtsever halkımıza mal etmiştir. MED TV ekranlarında yayınlanan parti içi tartışmalar, bu süreci halkımıza kavratmıştır. Bu açıklık politikası güncel olarak düşmanı püskürttüğü kadar, gelecek toplumun inşası açısından da önemli bir dinamik olarak gündeme gelmiştir. Parti önderliğinin anlık çabalarıyla bu süreç tersine çevrilmiştir. Gerillanın Güney’de ve Anadolu dağlarındaki hamleleri kadar, emperyalizmin merkezlerinde yürütülen devrimci diplomasi, Erzurum odaklı zindan direnişleri ve son olarak 8 Mart ve 21 Mart kitlesel kutlamaları bunun ispatıdır.
Kürt kadını kendini alet etmeyecek
Mevcut durumda düşman, politikalarında sonuca ulaşmak için son bir hamle hazırlığındadır. Türk Genelkurmay Başkanlığının son hareketliliği bunu ifade ediyor. Açık ki yine kirli politikalarının merkezinde Başkan Apo’yu etkisiz kılma, sınırlandırma ve onun politik çizgisini ona rağmen işlevsiz kılma vardır. Bu politikalarındaki ısrarlarının nedeni, yine parti içinde bir türlü özgür yaşam seçeneğine, doğru bir merkezileşme ve kurumlaşmaya gelmeyen erkek ve kadın kişiliklerine duyulan güvendir. Ancak Kürt kadını, Başkan Apo’nun emrini almıştır. Kendini düşmana ve onun kirli emellerine alet etmeyeceğini göstermiştir. Başkan Apo’nun 8 Mart’ta tüm kadınlara seslendiği konuşmasında ifade ettiği “kadın eksenli bir kurtuluş ideolojisinin geliştirilmesi gerektiği, böylesi bir öğretinin savaş sorunlarından kalıcı bir barışa, özgür insana kadar birçok soruna çözüm olacağı” temelindeki açıklamalarını Kürt kadını kavramıştır. 8 Mart’la başlayıp 21 Mart’ta doruğa çıkan eylemli yürüyüşünde bunu ispatlamıştır. Başkanım!
Ateşten bir köprü yapmak
Bu temelde beynimi, yüreğimi ve bedenimi 8 Mart’tan 21 Mart’a ulaşan ateşten bir köprü yapmak istiyorum. Çağdaş Kawa Mazlum Doğan’ın ve diğer tüm şehitlerimizin iyi bir öğrencisi olabilmek için Zekiye gibi yanmak, Rahşan gibi Newrozlaşmak istiyorum. Diğer Newrozlaşan Berivan, Ronahi, Mirza Mehmet ve Eser yoldaşların izinde kararlılıkla yürümek istiyorum. Kadının yaşam gücünün, zafer gücünün olduğunu, kadının da yoldaş olabileceğine olan inancımı soylu bir eylemle taçlandırmak isteğimin nedeni; soyluluğu bilinen tüm tanımlarından arındırarak, kendisi basit düşleri büyük insanın erdemi olduğunu haykırmak isteyişimdir.
Özgür yaşam, özgür kadın tutkusu
Öğrencisi olmaya çalıştığım şehitlerimizin eylemleri üzerinde çok düşündüm. Her gün, her an devrim ateşinde yürüyerek yanmayı ve bunun sırrını kavramayı çok istedim. Gördüm ki bu, kendini aşan bir insan eylemidir. Bu kararı verdikten sonra tekrar tekrar büyük bir iç savaş yaşadım. Kendimde bütün beşeri zaafların ayartıcı gücünü son bir kez gördüm ve yendim. Özgür yaşam ve özgür kadın tutkum bana bunu emrediyor. Başkan Apo’ya bağlılık andımın, bu tutkunun ateşinde kül olmak ve bu küllerden yeniden kendini yaratmak olduğunu şimdi daha iyi kavrıyorum.
Kendimde yaşamı yaratmak kararımda en önemli güç kaynaklarımdan biri de kadının partileşme silahı olan YAJK’tı. YAJK, hem Başkan Apo’nun kadınla yoldaş olunabileceğine inancın eseridir hem de inanıyorum ki Başkan Apo öğretisinin kurumlaşmasının, yayılmasının ve derinleşmesinin önemli silahlarından biri olacaktır. Bu yüzden YAJK’ı daha da büyütmek her Kürt kadınının, hatta bölge halklarının kadınlarının asli görevidir.
Zîlan’ın vasiyetine bağlılık
Başkanım, zafer tanrıçamız Zilan yoldaşın vasiyetine bağlılığımla, O’nun görkemli eylemine sadece özüyle değil, biçim itibarıyla da cevap olmak isterdim. Fakat zindan koşullarında bu mümkün değil. Bu Newroz’da ayağa kalkan binlerce çocuk yüreğinin masumiyetiyle buluşmak, bu vasiyetin takipçisi olmakla mümkündür. Özgürlük tutkum çok büyük. Bu tutkuyu yaşam gücüne dönüştürebilmek için tek varlığımı, kendimi, Başkan Apo’ya adıyorum. Kadınlar, küllenen Kürt ateşinin kıvılcımlarıdır. Küllerinden yeniden doğmayı başaran bunun kıvılcımı olan her kadın, özgür Kurdistan’ın dokuyucusu olacaktır. Ancak bu bile Başkan Apo’ya cevap olmaya yetmez. Cevap olabilmek için karartılan her yüreğin ateşte arınması gerekir. Ben ancak kendi yüreğimi verebilecek güçteyim.
Kendimi Newrozlaştırırken, beynimi ve yüreğimi, bedenimin her hücresini bu öğretinin yoluna adadığımı bir kez daha belirtiyor, bağlılık andımı yineliyorum. (…) Devrimci Selam ve Saygılarımla.”
Kaynak: Yeni Özgür Politika